Zizek’in “Taliban’ın Sırrı” açıklamasına derkenar

“Biz Büyülü Marksistlerin yapmak zorunda olduğu bilinçli seçimler, tamamen bu kontrolsüz hayal gücü tarafından yönlendirilmelidir. Ama bu büyülü hayal gücü, idealizmi aşan, yalın hayalcilik ve naif iyimserliğin ötesinde bir şey olacaktır.” (Andy Merrifield, Büyülü Marksizm)

Zizek geçtiğimiz günlerde çevirisini yayımladığımız “Liberal batı medyasının bahsetmekten imtina ettiği, Taliban’ın Afganistan’ı bu kadar hızlı ele geçirmesinin gerçek sebebi” yazısında Taliban’ın başarısını militanlarının hayatta kalmayı ciddiye almamasına ve yalnızca bir savaşta değil, feda eylemlerinde de şehitlik payesine sahip olmak için ölmeye hazır olmasına bağlamaktaydı. Zizek yazısında Liberal bireyciliğin yaşam riskini içeren her türlü eylemi şüpheli ve irrasyonel bulduğunu ve bir tür kendilik kaygısını pazarladığını vurguladı. Zizek’e göre Geleneksel Marksizmde bir kez başarılan ama yitirilen ve şimdilerde geri dönen, dönmesi gereken; kendine küçük adacıklar yaratan liberal bireyciliğin yerine Taliban’ın Afganistan’ı bu kadar çabuk geri almasını sağlayan bu kolektif aidiyet ruhu idi. Zizek’in argümanına gelen eleştirilerden bazıları “başarının sırrı”  açıklamasına itiraz etmemekle(?) birlikte feda eylemlerinin Batı’da da; İspanya İç Savaşı’nda, Kızıl Ordu’da vs görüldüğü idi. Bana göre, Zizek’in argümanı da kendisine gelen eleştiriler de aynı yanılgıyı içeriyordu: Zizek Taliban’ın aktif nihilizm öncülüğünü devrimci öncülük ile bir tutuyor[1], kendisine gelen eleştiriler de devrimci öncülüğü aktif nihilizme indirgiyordu.

Yenilgi, dinsel ya da siyasal hayalkırıklığı tecrübeleri şu soruyu koyar ortaya: hayatın, tüm bunların anlamı nedir? Nihilizm bu anlam kaybının, ümitsizliğin, kayıtsızlığın ayartısıdır. Nihilizm ayartısı, muvaffak olamamış tecrübeler sonucunda pasif ya da aktif nihilizm olarak iki türde tezahür eder. Pasif nihilist, anlamını kaybetmiştir. Dünyayı anlamsız bulur, eyleme geçip dünyayı değiştirmek yerine “içindekini keşfetme”, kendine özel zevkler yaratma, “wellness”, “mindfulness”  gibi yeni tüketim safsataları ile toplumsallığa gözlerini kapatır. Örgütlü politik direnişin yerine kendini bir adacık haline getirmeye çalışır. (Özbakım, kuvvetli irade/ kuvvetli beden uğraşları ile kendine dönüş/kendini eyleme çabalarını kategorik olarak ayırıyorum.) Aktif nihilist de dünyayı anlamsız bulur ama anlamsız bulduğu dünyayı yıkmaya çalışır. Aktif nihiliste göre dünyayı anlamlı kılmak için imha eylemleri, yeni bir dünya için eski dünyadan kopuş gereklidir. Aktif nihilist öncüyü, devrimci öncüden ayıran eskiyi yıkmak için imhayı gerekli görürken, yeni bir toplumsal/siyasal programının olmayışıdır. Siyaseti teoloji üzerinden yeniden kurar. Aktif nihilist öncülerden El Kaide, retoriğini küreselleşmenin, kapitalizmin, seküler hümanizmin imhasına dayandırarak meşrulaştırmaya çalıştıysa da bu dünyaya dair siyasal iktidar hedefi öte dünyada cennetin kapısını aralamak, şehitlik makamına erişmek içindi. El Kaide gibi Taliban da siyasal retoriğini ABD emperyalizmine, savaş ağalarına, yolsuzluğa ve rüşvete son vermek üzerinden kursa da militanlarının hayatta kalmayı ciddiye almamasının nedeni bu dünyada yeniyi yaratmak değil yalnızca şehitlik payesine sahip olmaktır. Bu minvalde, eski dünyayı yıkmak için imha eylemlerini gerçekleştiren, siyasetini yalnızca öte dünya için yeni dünya kurmaya yönelten, siyaseti teolojikleştiren aktif nihilist öncü, Zizek’in önerdiği gibi toplumsal devrim programı olan devrimci öncünün kolektif aidiyet ruhunu “yeniden” yaratmak için feyz alacağı militanlar değildir. Zizek’i eleştirmek için aktif nihilist öncünün feda eylemleri ile devrimci öncünün feda eylemlerini (Taliban vs İspanya İç Savaşı militanları örneği) yarıştırmaksa THKP-C ile “politik askeri savaş stratejisi”ni edinen İBDA-C’yi aynı suda avlamaya çalışan liberal avcıya yem olmaktır.

***

Zizek’in söz konusu yazıdaki devrimci öncülüğü aktif nihilist öncülüğe eş ve bir kılan argümanına katılmıyorum. Ancak bir yanda “paradigmacılar”ın, kapitalizmi ortadan kaldıracak bir devrim tahayyülü ve programının olamayacağı pasif nihilizmi, bir yanda iktidarın Covid-19 pandemisi, Kürt ailelere saldırılar, göçmen nefreti,  sel, yangınlar ve şimdi ekonomik krizi üzerinden yürüttüğü “korku siyaseti” ile kitleler üzerinde yaydığı pasif nihilizm, diğer yanda ana muhalefetin ve ardına dizilen çeşitli sol yapıların başka bir toplumsal program sunmaksızın “yönetemiyorsunuz” şiarı ile kitleleri sürüklediği pasif nihilizm varken Zizek’in Marksizmi yeniden bütünlüklü sacayakları üzerine yerleştirmesini  ve nihilizm ayartısına kapılmamak için “kolektif aidiyet ruhunu” yeniden hatırlatmasını, yenilgi yılları okulunda mezuna kalan solun melankolisinin yanında önemli bir moral güç olarak buluyorum.  


[1] Burada Batı’da olan “devrimci öncülük”, Doğu’da olan “aktif nihilizm öncülüğü”dür gibi bir karşıtlık kurmuyorum, eskinin yerine kurulan yeni dünyaya dair toplumsal devrim programı olup olmadığına göre ayırıyorum.

Meral Alankuş