Asya kapitalizmini Marx’la yeniden düşünmek – Alex Taek-Gwang Lee

Kapitalizmin Bekası

2008 mali krizinden beri, kapitalizmin öldüğünü ya da en azından ölmekte olduğunu belirten akla ziyan beyanlara tanık olduk. Aynı sahne bu COVID-19 pandemi halinde tekrarlanıyor. Bazı uzmanlar, aceleyle, küresel kapitalizmin sonunu ve yeni soğuk savaşın geri dönüşünü bekliyor. Soldan yayılan bu tür retorik ifadeler şaşırtıcı değildi; ancak bu pandemi durumunda, bunu dile getiren özneler hayli ilginç. Onlar solcu değildi, hatta öncelikli olarak kapitalizmi sonlandırmak isteyen solculara karşı çıkanlardı. Siyasetçiler, politika yapıcılar, iş insanları kadar liberal ekonomistler hatta komedyenler kapitalizmin son nefesini bekliyor gibiydi. Ama kapitalizm ölmedi. Hayatta kaldı ve bu yüzden hala gülünç bir “dönüştürücüler” dünyasında yaşıyoruz.

Bu nasıl oluyor? Kapitalizm kendini nasıl sürdürüyor? Kapitalizmin yaşamını besleyen bir sürü argüman var. Bu nedenle,  Marx’ın kapitalizm analizine, sermayenin sırrına, tabiri caizse meta sorununa yaklaşımına geri dönmemiz gereken noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Metalar ve kapitalizm arasındaki gizemli ilişkiyi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Küresel kapitalizmin maddi temeli, çok uluslu işbölümüne ve metaların dünya genelinde dağılımına dayanıyor. Bu kapitalist lojistik işinde, Asya ülkeleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok önemli bir rol oynadı. Soğuk Savaş, Asya denilen yeri keşfetmek için jeopolitik stratejiydi. Asyalı insanların çoğu için Soğuk Savaş, “en sıcak savaş” olarak pek “soğuk” değildi.

Sosyalist bloğun çöküşünden sonra Asya ülkeleri, bölgesel tedarik zincirine ve küresel ekonomideki ucuz işgücüne dayalı “Asya Fabrikası” haline geldi. Günün birinde, Asya, kızıl bayrakların devrimci ülkeleriyken, şimdi küresel kapitalizm için vaat edilen topraklara döndü. Küresel görev dağılımı, Çin’in Küresel Değer Zincirinin (KDZ) merkezi dağıtım yeri olmasını ve aynı zamanda entegre ticareti ve parçalara ayrılmış üretimi hızlandırmasını sağladı. Bu küresel dönüşüm, ulus-devletlerin uluslararası ilişkilerdeki rolünü sarsıyor gibi görünen, tüketim ve üretim arasındaki ayrımla sonuçlandı. Zygmunt Bauman’ın öne sürdüğü gibi, ulus-devletin bu gerileyişi, devlet gücünün giderek yalnızca yönetim olarak görüldüğü ve milli heyecanın yönetişimi olarak görülmesinin giderek azaldığı anlamına gelmektedir (Bauman 1998, 55–56).

2008 krizinden sonra kapitalizmin ayakta kalmasının, finansal çöküşten etkilenmeden kalan Asya tedarik zincirine bağlı olduğu reddedilemez. Bununla beraber, analiz, Asya’nın sadece bir fabrika değil, aynı zamanda İnternet gibi telekomünikasyon teknolojisine dayalı bir pazar olduğu gerçeğinin hak ettiği bir değerlendirmeden yoksun görünüyor. Bu teknoloji temelli pazar, küresel kapitalizmin bilinçdışı düzeyini ve metaların kültürel mantığını birleştiriyor.  Metalar basit nesneler değildir, her zaman varlıklarının saklı katmanı olan belirli değerlerle temsil edilirler. Herhangi bir metanın değeri tesadüfi mübadele ilişkilerine bağlıdır ve özlerinin izlerini silmeye varır. Slavoj Žižek’in gösterdiği gibi, metaların sırrı, tıpkı Freudyen “düş çalışması” anlayışı, onların biçiminde saklıdır. Žižek, Marx’ın muhteşem meta fetişizmi kavramını incelerken, “meta-biçiminde, kesinlikle meta-biçimin kendisinden daha fazlası söz konusu ve böylesine büyüleyici bir çekim gücü uygulayan tam da bu ‘daha fazlası’ydı” der.” (Žižek 1989, 9–10). Burada Žižek, Marx ile psikanaliz arasındaki metalaştırmanın bilinçdışı düzeyini, meta-biçim fetişizmini ortaya çıkaran gizli bağı açıklığa kavuşturur. Bununla birlikte, metalaştırmanın tam işleyişini anlamak istiyorsak, [Zizek’in]analizi bir metanın ontolojik düzeyine doğru devam ettirilmelidir.

Doğal yasa olarak metalaştırma

Bu konuyla ilgili kişisel deneyimimi paylaşmak istiyorum. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’daki Chinatown’u ziyaret ettiğimde yaşandı. Kalabalıklar arasında ite kaka yolumu açıyordum. Bazı satıcılar, bana sahte lüks saatlerini satmaya çalışıyorlardı. Onları görmezden geliyordum ama satıcılardan biri kolumu kavradı ve diretti: “Bu çakma ama orjinaliyle aynı”. O anda aklıma bir fikir geldi: Taklidi ile orijinali arasında hiçbir fark yoksa, lüks malları lüks olmayanlardan nasıl ayırabiliriz? Ayırım olmadan lüksün anlamı nedir? Dahası, lüks metayı kendi içinde lüks bir meta yapan nedir? Buna metanın ontolojisiyle ilgili bir soru denebilir.

Kendi ülkem Güney Kore’de başıma gelen bir başka olay da bu konuyu netleştirecektir. 2010 yılında bir gazeteye göre, Güney Kore polisi Chanel, Louis Vuitton, Gucci, Prada vb. gibi lüks çantalar üreten ve satan bir adamı tutukladı. Daha da ilginci, haberde bir zamanlar bu tür lüks şirketler için orijinal ekipman üreticisi olarak çalıştığını ve işinden ayrıldıktan sonra 22 yıl boyunca lüks taklitler yaptığı yazıyordu. Bu nedenle, şüphelinin sadece bir suçlu değil, bir zanaatkar olarak adlandırılması gerektiğinde ısrar etmesi hiç de garip görünmüyordu.

Bunlar sadece lüks üretim ve tüketimle ilgili şakalar değil, bunun yerine kapitalizm hakkında özellikle de metaların yapısı hakkında bir gerçeği ortaya seriyor. Yukarıda anlattığım olaylar, bir metayı meta yapan şeyin ne olduğunu açıklıyor. Söz konusu olaylar göz önüne alındığında, sahte bir metanın piyasada kendi değeri olmasına rağmen, her metanın özgün bir meta olarak var olmasına izin verilmez. Hangisinin özgün olup, hangisinin olmadığını ayırt eden kriter, meta fetişizminin mantığını göstermek için önemlidir. Bir metanın özgün olduğunu gösteren ölçü nedir? Bir metanın değeri, kendisi o metada içerilmeyen başka bir şey tarafından belirlenir. Bir meta özerk değildir, ancak her zaman başka bir boyutla, yani mübadele ilişkisiyle ilişkilidir. Bu anlamda Marx’ın metalaştırma tanımı, genel olarak metalaştırma problemini gözler önüne serebilir.

Marx için meta kapitalizmin sırrıdır. Kapitalizmin dinamik sistemini anlamak için, sermayenin hareketini “bir değer artışı ya da servet artışı süreci” olarak analiz eder. (Nicholas 2011, 7). Kapitalist servetin arsız büyümesinin merkezinde bir meta dolaşımı vardır. Marx’ın ünlü sermaye incelemesine metaların tahliliyle başlamasının nedeni budur. Metaların yayılması, fiyatların oluşumu, yani bir metanın parayla ve paranın başka bir metayla değiştirilmesi anlamına gelir. Metaların paraya dönüşme ve tekrar metalara dönüşmesi işleyişi, M-P-M [meta-para-meta] genel formülüyle gösterilir, bu, sermaye birikiminin nasıl gerçekleştiğini açıklar. Mübadele süreci, metaların değerlerini üretir; bu nedenle, bir metanın biçimi, satıcılar ve alıcılar arasındaki ilişkilere açıktır. Bu tür ilişkiler altında varlığını sürdüren metaların dolaşımına pazar denilebilir.

Bu bakımdan meta, toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Hiç kimse bir meta üretemez. Herhangi biri emeğiyle bir ürün üretebilir ama meta üretemez. Bir meta, işbölümüne aracılık ederken ve başka bir metanın yeniden üretimini hızlandırırken toplumsal üretim ve mübadeleyi gerektirir. Bu yolla, metaların satışı, bu tür bir üretimi ikmal eden bir döngüde kısmen daha fazla meta üretimi için kullanılır. Bununla birlikte, Marx’ın gösterdiği gibi, metaların kapitalist yayılımı, takasta olduğu gibi yalnızca ürünlerin mübadelesi değil, mübadeleye her zaman paranın aracılık etmesidir. Parasallaştırılmış fiyatlar kavramı, metalar çarkında çok önemli bir yer tutar. Marx’ın öne sürdüğü gibi:

Tek bir mal ya da belirli bir miktar meta yalnızca onun kendi üretimi için gerekli olan toplumsal emeği içerse bile ve bu yönüyle bakıldığında, bu metanın piyasa değeri, yalnızca gerekli emeği temsil etse bile, söz konusu meta mevcut toplumsal ihtiyacı aşan bir ölçekte üretilmişse, toplumsal emek-zamanın bir kısmı israf edilmiş olur ve o zaman, söz konusu meta öbeği, piyasada gerçekte içerdiğinden çok daha küçük bir toplumsal emek miktarını temsil eder…

Bu nedenle, bu metaların piyasa değerlerinden daha düşük bir fiyata sepetlenmesi gerekir ve hatta bunların bir kısmı tamamen satılamayacak hale gelebilir… Ancak, belirli bir malın üretimi için harcanan toplumsal emek hacmi, karşılanması gereken toplumsal ihtiyaca tekabül ederse, böylece üretilen miktar, talebin değişmediği göz önüne alındığında, alışılmış yeniden-üretim ölçüsüne tekabül eder, o zaman söz konusu meta piyasa değerinden satılacaktır. Metaların değerleri üzerinden mübadelesi veya satılması, aralarındaki dengenin rasyonel, doğal yasasıdır; tersi değil, yani yasa sapmalardan kaynaklanmaz, sapmalar yasadan kaynaklanır. (1981, 288)

Marx, yeniden üretim fiyatlarının göreli olduğunu öne sürer. Metalara değer biçilmesi, onların başka bir meta ile olan ilişkilerine bağlıdır. Bu anlamda, gerçek fiyatlar, dengenin doğal yasasına değil, fiili meta mübadelesine dayanır. Fiyatlar, metaların yeniden üretimindeki veya değerlerin büyüklüklerindeki bir dönüşümle değiştirilebilir. Marx için değerler, yeniden üretim fiyatının karmaşık belirleyicisidir. Yeniden üretim fiyatı, emek üretkenliği ile ilgili değildir, ancak değerler etrafında döner. Değerler nasıl belirlenir? Saint Thomas Aquinas adlı bir teolog, değerleri yalnızca Tanrı’nın tanımlayabileceğini öne sürmüştü. Peki bugün? Aquinas’ın varsayımı, kapitalizmde fiyatlar ve değerler arasındaki ilişkiyi anlamak için hala güvenilir mi? Aquinas’ın Tanrı ile kastettiği şey, doğal yasa normuydu. Kapitalizmin zuhur edişiyle, ilahi kural değişti, yerine daha laik versiyon, yani homo economicus pazarı geldi. Ancak, doğal yasa kategorisi hala işliyor. Şimdilerde değerlerin doğal yasası olarak kabul edilen nedir?

Aquinas’a göre doğal yasa, ebedi yasaya katılmak için rasyonel yasa ve insan eylemleri için rehber ve ölçüdür. Tersine, doğal yasa, değerlerin belirleyicilerini meşrulaştırmak için bir gerekçe olabilir. Kapitalist toplumda bu tersine dönmüş fenomeni görmek zor değil. Marx’ın meta fetişizmi analizi, sıkı bir şekilde, metalaştırma durumuna dayanmaktadır. Para, metalaştırma etkisinde fiyatlar için norm olarak kullanılır. Değerlerden farklı olarak, fiyatların belirleyicileri, emeğin ürettiği değerlere değil, meta mübadelesine bağlıdır. Üreticiler, bu kritere uyarak, metaların yeniden üretimini sürdürmek için fiyatları hesaplar. Metaları yeniden üretimi için, maddi mal varlığı ve emek zaman zorunlu olarak gereklidir. Bu şekilde, iş bölümü ile karakterize edilen ekonomilerde bir metayı üretmek için gereken kaynakların miktarını değerlendirmek, aslında onu üretmek için gereken doğrudan ve dolaylı emek zamanını değerlendirmektir”. Bu, Marx’ın yeniden üretim fiyatlarının değerler temelinde belirlenmesi gerektiği varsayımının doğruluğunu kanıtlar.

Burada, Marx’ın fiyatlar ve değerler arasındaki bağlantıya ilişkin analizini ve girdilerin değerini üretim fiyatlarına dönüştürme meşgalesini daha fazla tartışmak istemiyorum. Meta fiyatlarının değerleri göstermeye yardımcı olamayacağını söylemek yeterli. Bu fark, argümanımı geliştirmek istediğim önemli nokta. Marx’ın keşfine göre, fiyatlar ve değerler arasında bir tutarsızlık vardır ve bu kategorilerin karmaşası meta fetişizminde yatmaktadır. Bu tür bir etkinin tüm metalar etrafında dönmesinin nedeni budur. İyi bilindiği üzere, Marx’ın fetişizm kavramsallaştırması, meta biçiminin biçimsel bir eşitlik üreten etkisini anlama çabasıdır. Meta biçimi problemi, kullanım değerindeki temel farklılıkları ne olursa olsun, her şeyin soyut olarak eşitlenmiş bir değere dönüştürüldüğü eşit mübadele fetişizmidir.

Marx geri dönüyor

Şeyleşme teorisini Marx’ın meta fetişizmi tartışmasından formüle eden ve onun temel yönünü meta biçiminin vehim ya da hayalet benzeri nesnelliği olarak tanımlayan György Lukács’tır. Lukács’a göre kapitalist toplumda epistemolojik bütünleşmeyi özellikle de meta yapısı tarafından işletilen bir dünyanın rasyonelleşmesini engelleyen şey şeyleşmedir. Bu rasyonel nesneleştirme süreci, daha sonra şeylerin şeyler olarak dolaysız nitel ve maddi karakterini gizler. Bu, kapitalist rasyonalizasyon yoluyla şeyleşme sürecinin ta kendisidir; rasyonelleştirme, doğal kaynakların herhangi bir nitel boyutunu sembolik olarak nicel boyuta dönüştürür. Marx, zaman ile saat arasındaki ilişkiyi açıklarken, rasyonalizasyonu simgeleyen bu işleyişi de analiz eder: “Saat, pratik bir amaç için uygulanan ilk otomatik cihazdı; düzenli hareketin tüm teorisi onun aracılığıyla geliştirildi.” (2010, 448).

Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar adlı filminin açıkça gösterdiği gibi, saat, tabiri caizse, kapitalizmin rasyonelleşmesinin bilinçdışı kadar insan bilincini de işgal etmeye başladığı ideolojik bir aygıttır. Lukács şeyleşmenin manasını kavramsallaştırırken, yalnızca kapitalist bir toplumda insan ilişkilerinin rasyonelleştirilmesine değil, aynı zamanda sembolik mekanizma sürecinin ürettiği bireysel ve kolektif psikolojik etkiye de atıfta bulunur. Bu anlamda şeyleşme, ideolojik üretim kimyasının bireysel fanteziyle yakından bağlantılı olduğu bir matris olarak görülebilir. Böyle bir psikolojik etkinin meta yapısı tarafından nasıl gerçekleştirildiğine dair bir soru işte burada ortaya çıkıyor. Metalar kendi içlerinde zihinlerimizi kontrol edemez ve etkileyemezler. Metaların bu konuda hiçbir gücü yoktur. Marx şunu derken açıkça bunu belirtir:

Metalar kendi başlarına piyasaya gidemez ve kendi kendilerini mübadele edemezler. Bu nedenle, bunların bekçilerini, metaların sahiplerini de tanımalıyız. Metalar şeylerdir ve bu nedenle insana direnme gücünden yoksundurlar. Eğer gerekirse insanlar güç kullanabilir; diğer bir deyişle, onları ele geçirebilirler. Bu nesnelerin birbirleriyle meta olarak karşılaşabilmeleri için, metaların sahipleri iradeleri bu nesnelerde bulunan kişiler olarak birbirleriyle karşılaşmalıdır. Her iki taraf da rıza göstermedikçe biri diğerinin malına el koymayacak ve kendi malını devretmeyecek şekilde davranmalıdır. Bu nedenle metaların sahipleri, birbirlerini özel mülkiyetin sahipleri olarak kabul etmelidirler. Biçimi sözleşme olan bu hukuki ilişki, gelişmiş bir hukuk sisteminin parçası olsun ya da olmasın, ekonomik ilişkiyi yansıtan iki irade arasındaki bir ilişkidir. Bu hukuki ilişkinin (ya da iki irade ilişkisinin) içeriğinin kendisi ekonomik ilişki tarafından belirlenir. Burada kişiler birbirleri için yalnızca metaların temsilcileri ve dolayısıyla sahipleri olarak varlar. (1976, 178)

Marx’ın argümanında vurgulanması gereken şey, hukuki ilişkinin özel mülkiyette saklı ekonomik ilişkiden başka bir şey olmadığıdır. Bu bakımdan ekonomik işbirliği, hukuki ilişkiden ayrılamaz. Başka bir deyişle, metalar her zaman sahiplerinin çıkarlarını koruyan bir hukuk sisteminde vücut bulur. Metaların doğal ontolojisi, başka bir deyişle metalaştırmanın doğallaştırıcı yapısı, yasallaştırma ile el ele gider. Sovyet hukuk bilimi konusunda önde gelen otoritelerden biri olan Evgeny Pashukanis, meta yapısı aracılığıyla kapitalizmin doğallaştırılmasını anlamak için bize faydalı bir analiz sunuyor. “Mülkiyet, ancak piyasada serbestçe elden çıkarılabilen bir şey haline geldiğinde yasal formun temeli” olduğunu ileri sürüyor. (Pashukanis 1989, 110). Metaların dolaşımı, hukuki ilişkinin üzerinde var olduğu koşuldur, çünkü yalnızca bir özgür insan, yani bir köle değil proleter, emek gücü gibi bir metaya sahip olabilir ve bunu satabilir. Pashukanis’in dediği gibi, özgür insan hukuk sisteminde pusuya düşürülür, bir nesne olarak muamele görür ve “ulusal sınırların ötesinden ithal edilen diğer mallar gibi göçmenlik yasaları kapsamındaki aynı yasaklara ve kota paylarına” tabidir (113). Bu nedenle kapitalist toplumda emeğin ürünü bir meta ve değer taşıyıcısına dönüşürken bireysel işçi yasal bir özne ve hak sahibi olur. Bu eşzamanlı prosedür, kapitalizmi ve metalaştırmayı normatif çerçeveler olarak doğallaştırmayı başarır. Yasallaştırmanın gerçek kapsamı işçiyi tüketiciye dönüştürürken, metalaştırmanın biçimsel kapsamı bir köylüyü işçiye dönüştürür. Yazımın başında anlattığım olaylara dönersek, hangisinin gerçek bir meta olduğunu veya hangisinin olmadığını beyan eden hukuki yargıdır. Ayrıca, kapitalizmin sözde yeni ruhu altında ‘insan sermayesi’ olma kapasitesini kazanan bir hak sahibi olan yasal bir özne vardır.

Yasallaştırma ve metalaştırma arasındaki etkileşimi açıklamak, Marx’ın bugün fetişizmle ilgili meta biçimi analizini yeniden canlandırmada kritik öneme sahiptir. Dardot ve Laval’a göre, 1950’lerden bu yana liberal müdahalecilik, yasal gerekçelere ve kanun önünde eşit muameleye odaklanarak “en güçlünün zaferini” sağlamak için serbest rekabet koşullarını yeniden tesis etmeyi” amaçlamıştır (Dardot ve Laval 2013, 39). Liberal müdahaleciliğin yeni eğilimi, serbest rekabetin hukuksal adaletini savunmak için gerekli olabilecek “idari” bir devlet için zemin oluşturuyor. Liberalizmin dönüşümünün yasal bir öznenin, meta sahibinin soyut iradesinin ve kapitalizmin dahil edilmesiyle ilişkili olması abartı değildir. Öznenin bu tür normatif mevzuata zımnen uyumu, kapitalizmin hayatta kalmasını  ve insanlık durumunu dönüştürmesini sağlayan faktörlerden biri olabilir. Küresel bir fabrika ve pazar olarak Asya, kapitalizmin bu yeni normlarının inşasında çok önemli bir rol oynadı. Asya kapitalizmi artık küreselleşmenin sınırı değil, esas kısmıdır. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da Marx “ana hatlarıyla Asyatik, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzlarının toplumun ekonomik şekillenmesini ileriye doğru geliştirdiğini” yazmıştı (1970, 21). Burada Marx, Asya tipi üretim tarzını çeşitli üretim tarzlarından biri olarak sıraladı ve onun Asya tipi üretim tarzını kavramsallaştırması, Marx’ın Asya’ya yaklaşımının yeniden gözden geçirilmesini hak ediyor. Edward Said, Marx’ı Oryantalizmden azade olmayan bir Avrupalı ​​olarak eleştirse de, Marx’ın 1881’de Vera Zasulich’e yazdığı mektup, Marx’ın kendisinin Avrupa üretim tarzına alternatif toplumsal geçişi tanıdığı gerçeğini kanıtlıyor. Marx, İlkel birikim hareketinin “tarihsel kaçınılmazlığı” hakkındaki tartışmasının açıkça Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlı olduğunu yazmıştı. (2010, 364). Marx’ın toplumsal geçişin çok çeşitliği hakkındaki görüşü, Asya kapitalizmini erken dönem Asya üretim tarzı kavramıyla birlikte yeniden düşünmeye sevk ediyor. Asya, politik ekonominin yeni eleştirisi olarak Marx’ı yeniden canlandırmak için mükemmel bir odak noktası olacaktır.

Alıntılanan Kaynaklar:

Bauman, Zygmunt. 1998. Globalization: The Human Consequences. Oxford: Polity Press.

Dardot, Pierre and Christian Laval. 2013. The New Way of the World: On Neoliberal Society. Translated by Gregory Elliott. London: Verso.

Marx, Karl. 1970. A Contribution to the Critique of Political Economy. New York: International Publishers.

———. 1976. Capital, Volume I: A Critique of Political Economy. Translated by Ben Fawkes. London: Penguin.

———. 1981. Capital, Volume III: A Critique of Political Economy. Translated by David Fernbach. London: Penguin.

Marx, Karl and Friedrich Engels. 1936. Marx-Engels Collected Works. Vol. 41. London: Lawrence and Wishart.

———. 2010. Marx-Engels Collected Works. Vol. 24. London: Lawrence and Wishart.

Nicholas, Howard. 2011. Marx’s Theory of Price and its Modern Rivals. London: Palgrave.

Pashukanis, Evgeny. 1989. Law and Marxism: A General Theory. Translated by Barbara Einhorn. London: Pluto.

Žižek, Slavoj. 1989. The Sublime Object of Ideology. London: Verso.

Kaynak: https://positionspolitics.org/rethinking-asian-capitalism-with-marx/

Çeviren: Meral Alankuş