Kırmızı Kod: İklim felaketini nasıl önleyebiliriz? – Martin Empson

Kapitalizm, sonsuz büyümeye dayalı bir sistemi, sonlu ekolojik sınırları olan bir dünyaya uydurmaya çalışmak demektir. Ekolojik krizi tetikleyen şey budur.

IPCC raporu, yönetenlerimizin beceriksiz olduğunu ortaya koyuyor: Radikal değişim zamanı

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli) son raporunun yayınlanması korkunç bir eş zamanlamaya denk geldi. Rapor, dünyanın bazı bölgeleri gerçek anlamıyla alevler içindeyken yayınlandı. Türkiye ve Yunanistan’daki orman yangınları, aynı kıyamet draması onlarca telefon videosuyla kayıt altına alınırken, binlerce insanın tahliye edilmesine zorladı. Yangınlar turistlerin yoğun olduğu bölgelerde meydana geldiği için Batı haberlerinde de yer verildi. Felaket, Avrupa Birliği’nin kemer sıkma adı altında yangınla mücadele hizmetlerini kesen neoliberal piyasa yanlısı politikalarıyla daha da kötüleşti. Eş zamanlı bir şekilde ve yarım dünya ötede, Kuzey Amerika’daki yangınlar bütün kasabaları yok etti. ABD Ulusal Kurumlar Arası Yangın Merkezi, 8 Ağustos’ta ülke genelinde 39.267 orman yangınının 3.5 milyon dönümlük (1,4 milyon hektar) alanı yok ettiğini açıkladı. Bu çapta yangınlar inanılır gibi değil.  Merkez, tarihsel olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’nın yangınla mücadele kaynaklarını paylaştığını, ancak bu yıl her iki ülkenin de çok fazla yangınla mücadele etmesi nedeniyle bunun imkansız olduğunu belirtti. Meksika ve Avustralya, Kanada’ya ekip ve ekipman desteğin ödünç verdi.

Rus siyasi sürgünlerinin hikayelerinde soğuk ve tecrit ile eşanlamlı olan Sibirya’da yangınlar bir buçuk milyon hektarı yok etti. Bir köylü Guardian’a “her şey yanıyor” diyordu. Yangınlar nihayet sona erdiğinde, kirli dumana maruz kalan on binlerce insanın akciğerlerinin zarar görmesi yanında evlerin, işyerlerinin ve tarımın kaçınılmaz yıkımına yol açması olasıdır.

Tiktok ile kıyamet

Dünya yanarken, aynı zamanda ısınan bir dünyanın daha da kötüleştirdiği sel, kasırga ve diğer felaketlerle karşı karşıya. Bilim insanları on yıllardır iklim değişikliğinin bu sözde “doğal afetleri” hem daha sık hem de daha yoğun hale getireceği konusunda uyarıyorlardı. Bu sözlerin gerçekliği şimdi sosyal medyada bize ev sahipliği yapıyor. Kıyameti görmek için artık akşam haberlerini beklemek zorunda değiliz – felaket bölgesinden genç muhabirler tarafından Tiktok’ta bizimle paylaşılıyor.

2006’da ABD eski başkan yardımcısı Al Gore, iklim değişikliği hakkında Inconvenient Truth adlı bir film yayınladı. Bugün izlerken sesi boğulmuş gibi görünse de  15 yıl önce Gore’un kalitleli PowerPoint sunumu küresel ısınmayı geniş bir kitleye ulaştırdı. Bir yerde, ısınan bir dünyanın, dünyanın bazı bölümlerini yaşanabilir kılan dünya sistemlerini nasıl bozacağını açıklıyor. Gore, son Buz Devri’nin sonunda, Kuzey Amerika’da eriyen bir buzulun aniden Atlantik Okyanusu’na tatlı su boşalttığını, devasa sıcak su akıntılarından birini kapattığını ve Avrupa’yı bin yıllık bir buzul çağına sürüklediğini söylüyor. Gore mümkün olan en dramatik hali ile Grönland’ı benzer bir tatlı su kaynağı olarak işaret ediyor. Yangın mevsiminin ortasında, Nature Climate Change‘de  bir bilim insanının Atlantik Meridyen Devrilme Dolaşımının çöküşü için erken uyarı işaretleri ortaya çıkardığı haberini almam retorik bir an oldu. Bu gerçekleşirse, uzun bir kışa endişelenmekten daha çok endişelenecek şeylerimiz var demektir. Bu kapatma, “Antarktika buz tabakası, tropik muson sistemleri ve Amazon yağmur ormanları gibi dünya sisteminin diğer çeşitli bileşenlerinde bir çok geçiş riskini” artıran daha da hızlandırılmış değişikliklere yol açacaktır.

Kırmızı Kod Raporu

Yani IPCC raporu, yangınlar, seller, çöken okyanus taşıyıcıları ve iklimsel devrilme noktaları hakkındaki tartışmaların ortasında yayınlandı. Birdenbire herkes “Kırmızı Kod” hakkında konuşuyor. IPCC raporunun kendisi çok hacimli. 3.949 sayfasını okuduğunu iddia edenlere inanmayın. Politika Yapıcılar için Özet  bölümü 42 sayfa ve çok daha kolay anlaşılabilir. IPCC’nin söylediklerini özetlemekte yarar var. Yaptıkları ilk şey, görebildiğimiz tüm küresel ısınmadan neredeyse tamamen “insan faaliyetinin” sorumlu olduğunu açıklığa kavuşturmak. Sosyalistler, haklı olarak, tüm insanların sorumlu olmadığını, suçlanacak olanın, kârları maksimize etmeye yönelik bir üretim sisteminin parçası olarak fosil yakıtları kullanan belirli bir ekonomik sistemin olduğunu boş yere tartışacaklardır.  IPCC raporunun yazarları bu ayrımı yapmıyor ama sonuç bölümleri onların yerine konuşuyor:

“2019’da, atmosferik CO2 (karbondioksit-çn) birikimleri en az 2 milyon yıldır herhangi bir dönemde olmadığı kadar yüksek bir düzeye yükselmiştir (yüksek güvenilirlik) ve CH4 (metan-çn) ve N2O (diazotmonoksit-çn) birikimleri en az 800.000 yıldır herhangi bir dönemde olduğundan daha yüksek bir düzeye yükselmiştir. (çok yüksek güvenilirlik). 1750’den beri, CO2 (%47) ve CH4 (%156) birikimlerindeki artışlar çok daha fazladır ve N2O’daki (%23) artışlar, en azından son 800.000 yıldır buzul ve buzullar arası dönemler arasındaki çok-bin yıllık doğal değişimlere benzerdir. (çok yüksek güvenilirlik).”

İklim inkarcılarının sözde bilimsel sallamalarından farklı olarak, iklim bilimcileri tahminlerde kesinliğin zor olduğunu biliyorlar ve bu nedenle açıklamalarına güvenilirlik ekliyorlar. IPCC’nin yazarları, son derece tehlikeli bir geleceğin detaylarını verdiklerinden çok eminler.

Fosil sermaye

Küresel kapitalizmin kökleri 17. Yüzyıla uzanır, ancak fosil yakıtları kullanmaya başlaması 18. yüzyılın ortalarında başlayan sanayi devrimi ile bağlantılıdır. Kapitalizm ilk pamuk fabrikalarıyla ve fabrika motorlarına güç sağlamak için kömür yakmaya başlar başlamaz iklimimizi değiştirmeye başladı. Sistem tüm dünyayı kendi suretine dönüştürürken, kapitalizm çevresel yıkımını hızlandırdı. Ancak James Watt’ın buhar makinesini tamamladığı günden beri çevre üzerinde çizgisel bir bozulma olmadı. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, sistemlerin çevresel etkisinde niteliksel bir artış oldu.

Antroposenle Yüzleşmek adlı kitabında, Ian Angus, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkede bir şeyler ters gitti, çünkü ciddi çevre kirliliği sorunlarımızın çoğu ya savaş sonrası yıllarda başladı ya da o zamandan beri büyük ölçüde kötüleşti” diyen Amerikalı radikal akademik ve ekolojik düşünür Barry Commoner’dan alıntı yapıyor. Angus bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“1950’nin başında, uzun piyasa canlılığının dört ana itici gücü mevcuttu: ABD’de güçlü bir sanayi üssü… büyük ve giderek büyüyen bir askeri bütçe; disiplinli ve finansal olarak güvenceli bir iş gücü… ve görünüşte sonsuz bir ucuz enerji kaynağı.”

Aklınıza gelebilecek hemen hemen her çevresel gösterge -karbondioksit emisyonları, ormansızlaşma oranları, gübre ve su kullanımı- 1950’lerden itibaren tavan yaptı.

Angus, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu hızlanmanın ekonomik temeline işaret ediyor. Ancak 1970’lerin sonunda, neoliberal politikaların yaygın olarak benimsenmesiyle süreç daha da kötüleşti. Bu politikalar, çevre mevzuatının sistematik olarak kaldırılmasına neden oldu, serbest ticareti teşvik etti ve fosil yakıt kullanımını sübvanse etmeye devam etti. Reagan’ın utanç verici sözü “Eğer bir sekoya ağacı gördüyseniz, hepsini görmüşsünüzdür” sözü mealen bir açıklama olabilir, ancak doğaya neoliberal bir yaklaşımı özetler.

Neoliberalizmin yarattığı bir kriz

Bugünün sağcı hükümetleri de aynı makamdan okuyor. Jair Bolsonaro Brezilya cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından, Amazon’u, kampanyasını finanse eden tomrukçuluk şirketlerine ve büyük tarıma açtı. Daha da tehlikelisi, neoliberal yaklaşım, iklim değişikliğiyle uğraşması beklenen küresel organizasyonların merkezinde yer alıyor.

IPCC raporu, tarif ettiği krizin ekonomik arka planıyla ilgilenmiyor. Ama derinleşen bir kriz olduğu duygusunu veriyor. IPCC, “Küresel yüzey sıcaklığı, dikkate alınan tüm emisyon senaryoları altında en azından yüzyılın ortalarına kadar artmaya devam edecek” diyor. Devamla: “Önümüzdeki on yıllarda karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazı emisyonlarında derin azalmalar olmazsa, 21. yüzyılda 1,5°C ve 2°C’lik küresel ısınma aşılacaktır.”

Bu sıcaklıklar bir dereceye kadar ihtiyaridir. Dünya sistemleri mutlak rakamlarla ilgilenmez, ancak rakamlar bilim insanlarının tahminlerde bulunmalarına izin verir. NASA’nın 2019 tarihli bir özetine göre, küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamak, “sıklıkla” “aşırı sıcak dalgaları” yaşayan insan sayısının 420 milyon azalacağı anlamına geliyor. Küçük farklılıklar milyonlar için yaşam ve ölüm anlamına gelecektir. IPCC, neredeyse tüm senaryolarında “1.5 C küresel ısınma seviyesini geçme merkezi tahmininin 2030’ların başında olacağını” söylemek için raporlarını güncelliyor. Bunun, 2018 raporlarında yapılan tahminden on yıl önce olduğunu belirtiyorlar.

Rapora dünyanın şok olması bu rakamlarla geldi. Ancak iklim krizi bir süredir bizimle. Milyonlarca kişi, özellikle Küresel Güney’de, son yıllarda çevre felaketleri yaşadı. Birleşmiş Milletler, bugün yaklaşık 20 milyon iklim mültecisi olduğuna dair resmi bir tahminde bulunuyor.Şimdi aradaki fark şu ki, felaket yalnızca gazete editörlerinin girdiği çevreleri etkileyen bir şeydi.

COP26’nın çelişkileri

Krizin boyutu, bilim insanlarının uyarıları ve artan çevre hareketleri, en azından politikacıları iklime sözde hizmet etmeye zorladı. Glasgow COP26 müzakerelerinin başlamasından altı ay önce Boris Johnson, “net sıfır karbon emisyonuna geçişi desteklemek, yeşil bir sanayi devrimini başlatmak ve değişen iklimimizin bize getirdiği her şeye dayanacak ekonomiler inşa etmek” için “hırsımız ve kararlılığımızda amanvermez olmalıyız” dedi.

COP26’nın söylem açısından büyük, ancak somut politikalar açısından düşük düzeyde olması olasıdır. COP müzakereleri yıllık olarak yapılıyor. Ancak, bunların içinde çoğu zaman bir tanesi daha önemli oluyor. Kopenhag 2009 ve Paris 2015’teki konferansların dönüştürücü eylemlerin başladığı dönem olması gerekiyordu. İkisi de boşunaydı. Geçmişteki benzer söylemler dünyayı muhtaç bırakırken, Glasgow’da bir “son şans”tan bahsetmek içi boş bir söylemdir.

Politikacıların bir sorunu var. İklim değişikliği konusunda anlamlı eylem, sermaye  güçleriyle yüzleşmek demektir. Fosil yakıtlar ekonominin her alanında kullanıldığından, kullanımlarını azaltmak -tamamen durdurmayı bir kenara bırakın- kapitalist kârlara bir darbe olacaktır. Kapitalizm, artı değer yaratmak için işçileri gereksinir, ancak bu işçiler makineleri çalıştırır, işe gidip gelir, fabrikaları ve evleri ısıtır ve hastaneleri ve çağrı merkezlerini fosil yakıtlarla çalıştırır. Fosil yakıtları başka bir şeyle değiştirmek mümkün, ancak bunun olmasına asla izin verilmedi. BP, Shell veya Texaco gibi şirketlere meydan okumak, sistemin kendisiyle hesaplaşmak demektir.

Bu nedenle, IPCC raporunun yayınlanmasından iki gün sonra Beyaz Saray, petrol üreten ülkelere fiyatları düşük tutmak için daha fazla petrol üretme çağrısı yaptı. Bu konuda Joe Biden’dan hayal kırıklığına uğrayanlar, Kopenhag’daki COP15 müzakerelerini hemen hemen aynı nedenlerle yok sayanın bir başka “liberal” ABD başkanı olan Obama olduğunu hatırlamalıdır. Yönetenlerin karşı karşıya olduğu temel çelişki -sermaye birikimini engellemeden iklim değişikliği konusunda harekete geçme ihtiyacı- alternatiflere yönelmelerinin nedenidir. İşte “net sıfır” söyleminin nedeni kısmen burada. Bu çevresel muhasebe hilesi, emisyonların başka bir yerde dengelendiği sürece devam edebileceği fikrine dayanıyor. Bu karbon piyasaları, burjuva ekonomistlerinin bilgisayar modellerinde çalışıyor. Ancak, BP gibi şirketlerden kaynaklanan emisyonları dengelemek için dikilen ormanlar yandığında, geri kalanımızın alaycı hissetmek için sebepleri var.

Kapitalistlerin sahip olduğu diğer çözüm ise teknoloji. Cevapları, serbest piyasa ile birlikte inovasyondur. Biden’ın elektrikli arabalara yaptığı vurgunun arkasında yatan şey budur – bu ve ABD’li otomobil üreticilerini mutlu etme ihtiyacı. Burada yine kapitalizmin gerçekliği retoriği tahrip ediyor. Teknolojik çözümler zaten var ama uygulanmıyor çünkü mevcut kapitalist altyapının altını oyuyorlar. En az yirmi yıldır dünyanın enerji ihtiyacını karşılayabilen yenilenebilir enerji teknolojimiz var, ancak uygulanamadı çünkü böyle olması petrol ve kömür yöneticilerini üzecekti. Kapitalistlerin beğendiği teknolojik çözümler, gelecekte bir noktada daha sürdürülebilir bir şey sözü verilen, kademeli bir geçişle sistemin olduğu gibi çalışmaya devam etmesine izin veren çözümlerdir. İklim krizini çözemedikleri düşünüldüğünde, dünya milyarderlerinin uzay uçuşunu keşfetmeleri şaşırtıcı değil.

Aşağıdan radikal alternatifler

Öyleyse, solun ve işçi sınıfı hareketinin kendi ajandasını ortaya koyması biraz acildir. Uzun yıllardır çevre hareketindeki sosyalistler, sürdürülebilir bir ekonomide istihdam yaratırken emisyonları nasıl azaltabileceğimizi gösteren alternatifler geliştirdiler. Birçok sendikada, İklim Değişikliğine Karşı  Milyonlarca İklim İşi Kampanyasının raporu bu yaklaşımın sembolü haline geldi. İklim işlerini kazanmak, çalışan insanların ve sendikalarının eylemliliğini gerektirir. Bu, sempatik bir hükümetten gelecek bir program değil, uğruna savaşılacak bir şeydir. Bu değişiklikler için mücadele etmek, fosil yakıt kapitalizmiyle açık bir çarpışma ve bir bütün olarak sisteme karşı çok daha geniş bir mücadele beklentisi anlamına gelecektir.

Kapitalizm asla sürdürülebilir bir sistem olamaz. Rekabet mantığı, sistemin sürekli genişlemesi gerektiği anlamına gelir. Kapitalizm, sonsuz büyümeye dayalı bir sistemi, sonlu ekolojik sınırları olan bir dünyaya uydurmaya çalışmak demektir. Ekolojik krizi tetikleyen şey budur. Bundan kaçınmak, sistemi karakterize eden irrasyonel, sürdürülemez, plansız üretime son vermek anlamına gelir.

Sosyalistler çevreyi tartışırken, Polonyalı büyük devrimci Rosa Luxemburg’un ünlü “ya sosyalizm ya barbarlık” ifadesini kullanmatan hoşlanırlar. Uygundur; çünkü insanlığın kati tercihini çok berrak bir şekilde gösteriyor.

Ancak sosyalizmin iki imgelemi var. Biri esasen daha yeşil, daha adil bir kapitalizm. Ama bunun mümkün olmadığını gördük. Rosa Luxemburg’un uğruna savaştığı ve öldüğü diğer imgelem ise tamamen farklı. Üretimin tamamen farklı bir temelde örgütlenmesi gerektiği fikrinden yola çıkar. Plansız, irrasyonel bir ekonomiden ziyade, sıradan insanların demokratik üretim planlamasına dahil olduğu bir ekonomiye ihtiyacımız var. Bu “aşağıdan sosyalizm”, kâr için değil, daha geniş gezegensel sınırlar bağlamında herkesin yararı için üretim anlamına gelir.

1915’te Avrupa orduları siperlerde birbirini katlederken, Luxemburg kesin çözümünü ortaya koyuyordu. Savaş, Rus ve Alman devrimleriyle sona erdi. Luxemburg Rus Devrimi’ni incelerken, meydana gelenin, işçilerin ve köylülerin kendi örgütlerini -sovyetleri- yarattıkları ve yeni bir ekonomik örgütlenmeyi uygulamaya başlayabilecekleri bir kitle isyanı olduğunu anlamıştı. Luxemburg, devrim yayılmazsa tecrit edilip yenileceğini anlamıştı. İşçileri Rus kardeşlerinin eylemlerine öykünmeye çağırdı.

Kapitalizmin dünyayı iklim barbarlığına sürüklediği günümüzde, Luxemburg’un “ya sosyalizm ya barbarlık” sözünü hatırda tutmalıyız. Aynı zamanda, Lenin’in ve Bolşevik Parti’nin “tüm dünyada sermaye ile emek arasındaki hesaplaşmayı güçlü bir şekilde ileriye ittiklerini” yazdığını da unutmamalıyız. Luxemburg, “Gelecek her yerde Bolşevizmindir” sonucuna varmıştı.

Kaynak: https://climateandcapitalism.com/2021/08/13/code-red-can-we-prevent-climate-catastrophe/

Yazı Görseli: Sıcaklık ve solar aktivitenin zamana bağlı değişimini gösteren bir grafikten uyarlanmıştır.

Çeviren: Meral Alankuş