Binlerce kilometre uzaklıkta bulunan bir ülkenin sorunlarına çeviri metinlerle ya da ikincil kaynaklarla hâkim olmak kolay değil. Bir gazetecilik faaliyeti ve arşivleme yürütülmüyorsa tek tek olayları biriktirmek, yaşananların hiçbiri atlamadan öğrenmeye çalışmak da pek işe yaramayacaktır. Egemen veya muhalif ideolojilerin konum alışları, çoğu zaman aidiyet duyulan siyasal hatta yer alan militan figürlerin dürtülerinde en iyi şekilde ortaya çıkar. Bitip tükenmesi mümkün olmayan olayların birer birer irdelenmesi kaba bir analitik bakışla hep “büyük ötekiyi/dış gücü” çağrıştırırken, militanın eylem dürtüsü her tür ihtimale kapısı açık hakikatin gücünü işaret eder.
Chavist devlet güçleri veya liberal sağcı muhalefetin eylem dürtüsünü bilme/anlama imkânımız bulunmuyor. Gelişen olayları tek tek biriktirmek ise -eğer üst perdeden bir siyasal ilke yoksa- gazetecilik faaliyetinden öteye geçemeyecektir. Önemli olan, bir siyasal perspektif, örgütlenme ve politikleşme anlayışını tahlil etmektir.
Venezüela’nın önemi, sosyalizm hedefi olan bir iktidara ev sahipliği yapmasından kaynaklanıyor. Bu ülke, sosyalist düşüncenin yalnızca akademik seçeneklerden biri değil de; aynı zamanda iktidar alternatifi olduğu iddiasının da sınavlarından birinin sahası haline gelmiş durumda. Gerçekten de SSCB’nin çöküşü ardından tüm ideolojilerin sonunun geldiğini iddia eden post-gerçeklik çağının da bir türlü gelmediğinin en umut verici kanıtlarından biriydi Bolivarcı iktidarlar. Geçtiğimiz 30 yıl, Asya ve Avrupa’da hızlıca dağılan sosyalist yapılar ardından tek hâkim güç haline gelen Amerikancı kapitalizmin de bir çözüm olmadığını açıkça gösterdi. Bu açıdan tüm eleştiri hakkı saklı kalmak kaydıyla, Bolivarcı iktidarlar veya Syriza gibi partilerin iktidar sınavları, aynı zamanda genel bir sosyalizm imtihanı olmak zorunda kalmıştır. Küresel ölçekte sınırlı seçeneklerin sadece onlar olması bir yana, olası bir başarısızlık durumunda sessiz, kirli ve faşizan bir ara dönem hiç de uzak ihtimal değildir.
Chavez’in iktidara geldiği 1998 yılından beri, 19 yıldır, Venezüela’da Chavist görüş egemen. İlk on beş yılda hedeflerin kısmen başarılı olduğu söylenebilir. 2002 yılında, Amerika’nın desteklediği darbe girişimi halkın başkanlık sarayını kuşatmasıyla boşa çıkarıldı. Ülkede önemli şirketlerin kamulaştırmaları yapıldı ve petrol üzerinden kazanılan devasa gelir yoksullara aktarıldı. Sağlık, eğitim ve barınma alanında kazanım sağlayan varoşlar, Bolivarcı devrimin dinamosu oldular. Bazı fabrikalarda denetim işçilere verildi. Dış politikada muhalif Güney Amerika ülkeleri ile iyi ilişkiler kurularak ekonomik ambargo boşa çıkarıldı.
Uzun yıllara dayanan iktidar pratiğine rağmen, petrol dışında bir üretim sahası yaratılamaması, kapsamlı bir toprak reformu yapılamaması, işçi sınıfının bir bölümünün devlet içinde rant sağlayarak burjuvalaşması (boliburjuvazi) ve spekülatif sermayenin (üç aile olduğu ifade ediliyor) saf dışı bırakılamaması önemli yapısal sorunların başında geliyor.[1] Mehmet Yılmazer bu yapısal sorunların, Gramsci’den esinlenerek ikili iktidar yapısından kaynaklandığını, böylesi siyasal tablonun devrimler tarihi için yeni olduğunu ve bu ikili yapının sürekli krize sebep olmasının doğal olduğunu belirtiyor. Satranç oyunu benzetmesiyle Bolivarcı iktidarın yalnızca Caracas’taki başkanlık sarayından ibaret olmadığını, 1500 komün ve 45 bin komünal konsey ile varlığını sürdürdüğünü vurguluyor.[2] Venezüela sisteminin seçimleri tanımayan otoriter bir sistem olduğu düşüncesi ise kolayca çürütülebilir bir iddia. Çünkü geçen 15 seçimin 12’sini Chavismo kazanırken, kaybedilen üç seçim de açıkça kabul ve ilan edildi. Seçim sistemi ise dünyanın en güvenilir sistemleri arasında gösteriliyor.[3]
Ancak durum, yapısal sorunların rahatça tartışılabileceği bir zeminden çıkmış durumda. Politika, gerçekliğe uygun somut koşullarda yapılan şeye denir. Venezüela’da artık dengede buluşması imkânsız saflar vardır. Bunlardan ilki yoksulların, varoşların ve memurların desteği ile iktidarını sürdüren Bolivarcı iktidardır. Diğer saf ise, petrol zenginlerinin gıda malzemelerini istifleyerek yarattıkları ekonomik krizi fırsat gören geniş bir küçük burjuva/burjuva liberal muhalefetin uyguladığı şiddet gösterileridir. Her kaba sınıflandırma gibi bu sınıflandırma da, doğaldır ki olayları açıklamakta yetersiz kalacaktır. Ancak yeterli olmaya gayret eden analizler de, çubuğu bir yöne bükmekten kendini alamayacaktır. Örneğin Özgür Gelecek’te yayınlanan bir yazıda, Maduro’nun iktidarda olmasına rağmen küçük şirketleri desteklediğinden, gerçek bir işçi sınıfı iktidarını temel almadığından yakınılıyor.[4] Esas sorunun işçi sınıfı iktidarında aranması gerektiğini ama “şimdilik” emperyalizme karşı Maduro’nun desteklenmesi gerektiğinden söz ediliyor. Bir diğer solcu/Troçkist gazete olan İşçi Cephesi’nde yer alan çeviri yazıda ise, somut bir güç olma ihtimalinin de varlığıyla, işçi sınıfının bağımsız çıkarları için doğrudan sağcı muhalefete destek vermekte beis görülmüyor. Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (PSL) adındaki siyasi hareket, en büyük engelin Maduro olduğu, bu iktidar yıkıldıktan sonra işçi sınıfının kendi çıkarlarını daha rahat ifade edebileceği fikrini taşıyor.[5] Her iki görüş de, benzer ideolojik sayıltılarla zıt politik tavır alabiliyorlar. Bir kez keskin siyasi kamplaşma oluşunca, ilkesel olarak farklı tavırlar sürdürülse bile, savaşın mevcut taraflarından birinin seline kapılmamak neredeyse yoklukla eşitlenecek düzeye düşüyor.
Venezüela’da problemlerin dikkat çekici bir boyuta gelmesi, 2013 yılında, Chavez’in ölümünden sonrasına denk düşüyor. Chavez, yerini en güvendiği arkadaşına, Maduro’ya bırakmayı tercih etti. Chavez’in kişisel karizmasının dağılmasının ardından, ülkede muhalefet tepkisini yükseltmeye başladı. Sonunda, 2015 seçimlerinde, meclisin çoğunluğunu sağcı muhalefet ele geçirdi. Dört vekilin haklarının geçerliliğini kabul etmeyen Anayasa Mahkemesi’nin meclisin fesih kararından sonra şiddet gösterileri patlak verdi. Bu gösterilerle eş zamanlı olarak spekülatif sermaye, temel gıda maddeleri ve ilaçları yurtdışına kaçırdı veya istifledi. Güney Amerika ülkelerinde sol iktidarların devrilmesiyle de ambargo derinleşti. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından olan petrol fiyatları maliyetin dahi altına geriledi. Enflasyon %700 gibi rakamlara fırladı. İlaçların %80’ine erişim sağlanamaz hale geldi. Bolivarcı iktidarın memurlara ve işçilere verdiği asgari ücret ile yalnızca iki kutu Nutella alınabildiği söyleniyor.[6] Chavist kazanımları kaybetmek istemeyen Maduro ise yeni anayasa için kurucu meclis hamlesi ile güç kazanmak istedi ve 30 Temmuz seçimlerinde muhalefetin boykot kararına rağmen, geçmişe oranla yüksek olan %41’lik katılım oranıyla seçimleri kazandı.[7]
Ortalık bu denli kızışmışken ve normalleşme ihtimali seçenekler arasında gözükmüyorken, iki tarafa da aklıselim bakmak gerektiğini savunan görüşler de var. Fehim Taştekin, ABD’nin kıtlık ve şiddeti artıran ve Chavista’yı parçalama amacı güden niyetinden hiç şüphesi olmasa da, Maduro’nun ekonomi anlayışına dikkatli yaklaşmak gerektiğini savunuyor. Sorunun basitçe tepedeki üç kartel olmadığı fikrini taşıyor. Piyasadaki nakit kıtlığı, sıkı ya da tutarsız kur politikasının ve merkez bankasının ithalatçı şirketlere dolar satışını kısmasının fiyatları tırmandırdığını aktarıyor. Yani Maduro’nun para politikasının, kendi düşmanlarının hem vurgunculuk yapıp kriz yaratmalarına hem de ceplerini şişirmelerine hizmet ettiğini yazıyor.[8] Yine Mike Gonzales, sosyalist seçeneğin kötü olanlar arasındaki bir tercihten ibaret olmadığını, Venezüela Birleşik Sosyalist Parti (PSUV)’nin politik kontrol aygıtına dönüştüğünü, stokçuların temel gıda maddelerini yurtdışına çıkarırken Chavist gümrük memurlarının bundan pay aldığını, sanayi ve tarımsal üretimin Chavist elitlerin yanlış politikaları nedeniyle azaldığını, petrol fiyatlarının şimdilerde azalmasına rağmen 2012 yılı öncesinde varil başına elde edilen 120 dolar gibi devasa rakamların buharlaşıp gittiğini söylüyor.[9] Gonzales’e göre sağcı muhalefetin bu denli güç kazanmasından, tersine dönen devrim sorumlu. Gabrieal Hetland da çözüm için, gittikçe otoriterleşen devlet güçleri ve emperyalist müdahaleye karşı 2001 yılında Arjantin’de moda olan sloganı öneriyor: “Qe se vayan todos – Hepsini dışarı atın!”[10]
Venezüela’nın Türkiye ve Kürdistan toprakları açısından diğer önemi ise sıkça dillendirilen Tayyip Erdoğan-Maduro benzerliğidir. Türkiye’de Tayyip karşıtı düzen-içi muhalefet, uzun süredir Venezüela örneğini kötücül bir senaryo olarak pazarlıyor. Diyorlar ki, eğer Tayyip Erdoğan iktidarda kalmaya devam ederse, başkanlık sitemi gelirse veya Tayyip Erdoğan başkan olursa, Türkiye de Venezüela gibi ekonomik krizlerle boğuşur. Burada da iç savaş görüntülerini çağrıştıran büyük şiddet gösterileri olur. Bu seçkinci politika, Maduro’nun kamyon şoförü olmasıyla Erdoğan’ın diplomasız olması arasında da benzerlik kuruyor. Her başkanlık sisteminin bir anlamda cahillerin diktatörlüğü olduğundan, ardındaki ideolojilerin önemsizliğinden, eninde sonunda Tayyip ve Maduro gibi örneklerin türeyeceğinden dem vuruyorlar. Örneğin Selim Alp Doğaner imzalı bir yazıda, “Bu noktada Türkiye ile Venezüela’nın hikâyelerinde kesişen birçok nokta olduğunu söyleyebiliriz. Chavez’den önce az-çok işler bir demokrasiye sahip olan ülkenin bugün geldiği durum hiç iç açıcı değil. Venezüela’nın izlediği yolun yarısından fazlasını Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde geride bırakmış gibi duruyor. Referandumdan çıkacak neticeye göre cumhurbaşkanının meclisi feshedebilme yetkisine sahip olması da Maduro’nun geçen hafta yüksek mahkeme yoluyla yaptığı hamleye çok yakın bir seviyede. Öte yandan ekonomik olarak da Türkiye ile Venezüela’nın politikalarının popülizm noktasında çok benzeştiğini söylemek gerek.” cümleleri yer alıyor.[11]
Hatta Türkiye’de başkanlık seçimleri öncesinde, Venezüela’daki yıkımı örnek gösterip Hayır kampanyasına oy isteyen bir video, sosyal medyada rekor düzeyde paylaşım yapmıştı.[12] Her ne kadar videonun Kolombiya’da çekilmiş ve gerçeği yansıtmayan manipülatif bir video olduğu defalarca kez ifade edildiyse de, Hayır kampanyasına sinen “burjuva çoğulculuk” kokusu hala giderilemedi.
Düzen-içi muhalefetin kurduğu analoji iki açıdan ampirik olarak doğrudur. Birincisi her iki iktidara da işçi sınıfının önemli bir kısmının destek verdiğidir. “Ama…” denecektir, “Tayyip Erdoğan sermaye sahiplerinin çıkarını destekliyor, OHAL’i işverenler için kullanıyor. Maduro’da ise işçi sınıfının kazanımları ön planda tutuluyor.” İkinci noktada ise, Maduro da tıpkı Erdoğan gibi muhalefeti bastırmak için sert yöntemlere başvuruyor. Kendi partisinden yana olmayan memurlar işten çıkartılıyor, muhalefet liderleri hapse atılıyor, meclisin yetkileri kısıtlanıyor. Hatta Maduro da, tıpkı benzetildiği kişi gibi, Ağustos ayında Valencia kentindeki son silahlı saldırı girişiminden sonra darbeyi püskürtmekle övünüyor.[13] Tesadüfe bakın, Haziran ayında, Askeri Mahkeme’ye helikopter ile saldırarak darbe bildirisi okuyan Oscar Perez ve ekibinin eylemi, muhalefet tarafından Maduro’nun organize ettiği bir oyun olarak dile getiriliyor.[14] Bu darbe girişimi gerekçesi sayesinde Maduro’nun muhalefeti baskı altına alma meşruiyeti kazanmak istediğini iddia ediyorlar.[15] Yine Maduro’yu savunan “Ama” ile başlayan ve işin aslını ortaya koyan haklı cümleler sıralanabilir. Sol kesimden gelebilecek “ama”ların ontolojik düzlemde AKP cenahından gelecek “ama”larla aynı kategoride olduğu açık yüreklilikle kabul edilmelidir. Gerçekliğe ne kadar tekabül edip etmediğine bakılmaksızın sosyalist kesimin “Maduro karşıtlarını ABD destekliyor.” argümanı, AKP’liler tarafından sıklıkla dillendirilen “Erdoğan karşıtlarını ABD ve Avrupa destekliyor.” argümanına benzemektedir. Ebetteki iki cümlenin doğruluk payı çok farklıdır. Açıkça söylemek gerekirse, ilki doğru ikincisi yanlıştır; ancak söyleniş tarzı ve işaret ettiği politik angajman aynı ontolojik hattadır.
Esasında, Maduro’yu savunan veya çubuğu ona büken tüm cümleler doğrudur ve haklıdır. Bir sosyalist iktidar, zaaflarıyla birlikte savunulmalıdır. Venezüela’daki sosyalist iktidarın tüm yapısal çelişkileri bir yana, politikanın somut gerçekliğinde en önemli güncel sorun emperyalizm destekli bir askeri darbe riskidir.[16] Maduro’yu savunurken başarılan; ancak Erdoğan söz konusu olunca bir türlü başarılamayan şey sosyalist iktidar perspektifinden yoksunluktur. Bahsedilen yoksunluk, muhalefeti düzen-içi liberal veya sol liberal anlayışa mahkûm etmektedir. Bu muhalefet, Erdoğan’ı ezilenler cephesinden hedefe koymamakta, yalnızca onun Bonapartist tavırlarına itiraz etmektedir. Bu itirazı dahi, yine içerisinde hapsolduğu ve şiddete önsel olarak karşı olan aydınlanmacı/hümanist dünya içerisinden yapmaktadır. Bu sayede Erdoğan’ın yoksul ve emekçi kitleleri tahakküm altına alan popülizmi tersinden yeniden doğrulanmakta, elitist bir tavırla yoksulların tercihlerinin her zaman cahilce ve yanlış olacağı söylenmektedir. Böylelikle yoksul siyaseti, politik ve teorik olarak, her daim vasata indirgenmektedir. Türkiye sosyalist siyaseti, Maduro’yu savunurken teorik olarak başardığı iktidar olma kudreti düşüncesini, kendi ülkesine pratik olarak uygulama imkânı şimdilik bulunmamaktadır. Ancak sosyalist siyaset, konjonktürel olarak eksenine girmek zorunda kaldığı hümanist sol anlayışa öylesine kendisini kaptırmıştır ki, iktidar perspektifini teorik olarak dahi uygulayamamaktadır. Erdoğan’ın sınıfı tahakküm altına alırken kullandığı plebyen tarzı sorun etmeden, uyguladığı faşist yöntemleri hedefe koymakla yetinmektedir.
Aslında, nihai amacın bu olmadığı çok iyi bilinse veya iddia edilse bile, düşüncelerin/planların Erdoğan sonrasına ertelenmesi tercih edilmektedir. Düzen-içi liberal sol muhalefet, Erdoğan’a ilkesel olarak değil; yapıp ettikleri ve bilhassa da yapma yöntemleri açısından karşıdır. Sol siyaset de bu tipte bir hümanist akımın konsolidasyonu altına girmeyi kabullenmiş haldedir.
Türkiye’de Erdoğan karşıtı muhalefetin egemenliği Batıcı, seküler, aydınlanmacı, bireyci ve küçük burjuva politik akıldadır. Bu akıl, bir örnek olarak, sosyalist kesimin tereddütsüz sahiplendiği Maduro’yu dahi, kolayca düşman hanesine yazabilmektedir. Liberal düşünce bir tutarlılık yakalamıştır; ilkesel olarak baskıcı yöntemlere dünyanın her yerinde karşı çıkmaktadır. Sosyalist sol ise “Ama orada işler daha farklı.” tutarsızlığına kapılmadan, ilkesel olarak sosyalist iktidarı savunan bir perspektif ile benzer tutarlılığı yakalayabilir. Bu sayede ezilenler üzerindeki popülist tahakküm de sorgulama konusu haline gelecek, hem Erdoğan diktatörlüğüne daha tutarlı bir karşı çıkış hem de Erdoğan sonrasındaki orta-uzun vade siyasallaşma için bir tohum atılmış olacaktır.
Tayyip Erdoğan sonrasını tartışmak, ezilenlerin muhtemel yönelimleri ve sınıf çelişkisi ekseninde sosyalizmin geleceğini irdelemek, bu toprakların dinamizmi göz önüne alındığında hiç de aceleci değildir ve gündelik mücadeleye ket vurmamaktadır.
[1] https://sendika61.org/2017/08/venezuella-yikim-yoksa-restorasyon-var-soner-torlak/
[2] http://avrupaforum.org/venezuellada-buyuk-sinav-mehmet-yilmazer/
[3] http://latinamerikainfo.com/haber-yazi-makale/Venezuela_secim.html
[4] http://www.ozgurgelecek3.net/makale/25702-venezueellada-ekonomik-ve-siyasi-kriz-bolivarc-devrimin-kacnlmaz-sonucu.html
[5] http://iscicephesi.net/2017/05/venezuela-acligin-icinde-bir-kurucu-meclis-aldatmacasi/
[6] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-37352117 Aslında Nutella ABD malı olan ve Ortadoğu ülkelerinde de yüksek fiyatlar ile pazarlanan bir simge. Venezüela’daki gerilimi daha iyi açıklayan olgu fiyatların yüksek olması değil de değişken olmasıdır. Kontrol mekanizmasının başı olan devlet, gıda malzemelerine tavan fiyat belirlemek zorunda kalıyor. Kontrol mekanizmasının diğer yönünde yer alan büyük sermaye grupları ve karaborsacılar ise tavan fiyatı yetersiz bulduğunda gıda malzemesini istifliyor. İstifçilik ardından tavan fiyat kısıtlaması kalkıyor ve fiyatlar inanılmaz rakamlara kadar yükselebiliyor.
[7] Yüzde 41,5 oranı son 18 yılın en yüksek katılımıdır.” Kurucu Meclis’in aldığı oy (8.089.320) 2013’te Maduro’nun aldığı oydan (7.587.579) yüksek, Chavez’in 2012 başkanlık seçimlerinde aldığı oydan (8.191.132) biraz düşüktür. Ancak muhalefet katılımın %21’i aşmadığı görüşünde.
[8] http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/03/kitlikla-beslenen-darbe-ve-chavismonun-kaderi/
[9] http://gazetekarinca.com/2017/07/venezuela-hakkinda-durust-olmak-mike-gonzales/
[10] http://baslangicdergi.org/venezuela-nicin-kontrolden-cikiyor-gabriel-hetland/
[11] https://washingtonhatti.com/2017/04/03/venezuelada-yasananlar-turkiyeye-ne-anlatiyor/
[12] http://sendika61.org/2017/04/asparagaslarla-dolu-venezuella-videosuna-aldanmayin-hayir-gercek-bu-degil/
[13] https://sendika61.org/2017/08/maduro-bolivarci-silahli-gucler-terorist-saldiriyi-cesurca-puskurtmustur/
[14] Pérez’in, Maduro’nun 2014’te görevden aldığı eski İçişleri Bakanı Miguel Rodríguez Torres’le yakın bağları var. Şu andaki kabinenin çoğunluğu ve eyalet valilerinin yaklaşık yarısı gibi Torres de ordudan gelme. Aynı zamanda iktidarı elde etmeye çalışan bir dizi Chavist hizipten birine liderlik ediyor.(http://gazetekarinca.com/2017/07/venezuela-hakkinda-durust-olmak-mike-gonzales/ )
[15] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40426495
[16] http://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/08/03/venezuelada-neler-oluyor/
Ali Tekin