Hikmet Kıvılcımlı, bilgili ya da cahil, iyi niyetli ya da art niyetli, devrimci ya da karşı devrimci, uzlaşmaz ya da reformist, herkesin kendine göre yorumlayacağı veya edineceği bir yaşam ve külliyat bıraktı ardında. Büyük eylemcilerin ve yazarların yaşamları zaten hep böyle olmuştur. İşte Kıvılcımlı’ya dair her biri bambaşka fikirlerin ve ruh hallerinin ifadesi olan birkaç alıntı:
“68 gençliğinin emperyalizme ve faşizme karşı mücadelesine yönelik o dönemde CIA kaynaklı birtakım provokasyonlar tezgâhlandı. Polis destekli saldırılar başladı. Dinci ve ülkücü kamplarda yetişen kadrolar, devrimci gençlere saldırtırdı. Gençler sağ-sol çatışmasına yönlendirildi. Kıvılcımlı o dönemde uyarı yapmak durumundaydı. Gençlerin işçi sınıfının içerisinde olmasını, silahlı mücadeleyle bir noktaya varılamayacağını savundu. Ben o dönemde Deniz Gezmişlerle beraberdim. O mücadele içerisinde Denizlerin gittiği yola gitmemişsem, bunu Kıvılcımlı’ya borçluyum. Yani bugün hayatta olmamı da Kıvılcımlı’ya borçluyum.”[1] (Haşmet Atahan – 2000’lerin başında Kıvılcımlı külliyatını yeniden yayımlayan Sosyal İnsan Yayınları’nın sahibi)
“Bizler, Direnişçiler olarak devrim ve sosyalizm yolunda, faşizme ve emperyalizme, her türlü sömürgeciliğe karşı birlik bayrağını yere düşürmeyeceğimize and içeriz. Bu uğurda bedel, cansa eğer; canımız, kanımız, devrim için savaşan dünya halklarına armağan olsun. Şehit düşen tüm yoldaşlara şan olsun!”[2] (11 Ekim 2013’te Kıvılcımlı’nın 42. ölüm yıl dönümünde TKP/Kıvılcım’ın molotoflarla yaptığı sokak eyleminde geçen cümleler)
“74 sonrası dönemde bir de Kıvılcımlı’nın Abdullah Öcalan üzerindeki etkisini de kısaca ele alacaktım. Pek bilinmez ama Ankara Cezaevi’nde iken Öcalan, Kıvılcımlı’nın kitaplarını yutar gibi okumuştu. (…) Kıvılcımlı’nın Öcalan üzerindeki etkisi her yerde zaten görülür. Sümer Rahip Devleti, Kıvılcımlı’nın Tarih Devrim Sosyalizm’inin; Urfa Davası Savunması, Kıvılcımlı’nın Allah Peygamber Kitap’ının güçlü izlerini taşır. Ama bunlar görünen etkilerdir. Daha derinden etkileri de vardır” [3](Demir Küçükaydın – Kıvılcımlı ve Kürt Ulusal Hareketi Üzerine Eski Bir Yazı)
“Bugün Türk burjuvazisi neyin peşinde? Usta’mızın (Hikmet Kıvılcımlı’dan bahsediyor – y.) 1970’te koyduğu gibi, Türkiye’yi, AB Emperyalistlerine komisyon karşılığında satabilmenin peşinde. O zaman, biz bu vatanın ve bu halkın gerçek savunucuları olarak, Mustafa Kemal’in bu mirasının da mirasçıları, sahipleri olmalıyız. Böyle bir ufkumuz olmalı bizim de. Türk Ulusu’nun birliğini savunmak Leninist bir prensiptir.”[4](Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut’un 11 Eylül 2015 tarihinde yaptığı bir açıklamadan)
Kimilerinin canını onun sayesinde kurtardığını iddia ettiği, başkalarının ise onun yolunda canını vermekten çekinmeyeceğini söylediği bir sosyalistten bahsediyoruz. Birileri Kıvılcımlı’nın Abdullah Öcalan’ı muştuladığını savunuyor, diğerleri ise onu Mustafa Kemal’in ardılı olarak görüyor. Biz bu yazıda, bugüne kadar taban tabana zıt sayılabilecek yaklaşımların muhatabı olan Kıvılcımlı’nın 71 devrimci kopuşu dönemine ilişkin hayatını ve külliyatını ele alacağız. 1971 devrimci kopuşu, donuk bir andan ibaret olmadığı için bu kopuşu önceleyen dönem ile Kıvılcımlı’nın ölümünden (11 Ekim 1971) sonraki kısa dönem de kapsamımıza girecek. Bu kritik dönem, günümüzde varlığını devam ettirmeye çalışan devrimci hareketlerin büyük bölümünün örgütsel kökenlerinin oluştuğu dönemdir. Dolayısıyla 1971, devrimci örgütler arasında halen hararetli bir tartışma konusudur. Bunun yanında 1971 momenti, ülkenin bütün siyasal biçimlerinin ve yapılanmalarının yani parlamenter demokrasi/askeri darbe zıtlığının ve devletçi sağın, ortanın solunun, ülkü ocaklarının, gerilla hareketleri ile paramiliter çetelerin karşılaştığı ve boy ölçüştüğü zamandır. Buna rağmen içinde bulunduğumuz yılda, 71’in üstünden 50 yıl geçmişken, o zaman aralığına daha soğukkanlı bakabilmeli, siyasal figürleri ve hareketleri grupsal kaygılar gütmeden daha nesnel değerlendirebilmeliyiz.
1974’ün içinden
Eğer 71 kopuşu olarak nitelediğimiz olaylar bütünü, Türkiye devrimini silahlı mücadeleyle icra etme yoluna koyulmak ise, bunun başlangıç tarihi 29 Aralık 1970’tir. Bu tarih Türkiye Devrimci Hareketi’nin ilk kurşununun tarihidir. Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, gece 04.00 sıralarında Ankara Kavaklıdere’de bulunan ABD elçiliğinin önünde nöbet tutan iki toplum polisini tararlar. Bu eylem 1960’lı yıllardan beri teorik veya politik birçok tartışmaya sahne olmuş sosyalist akımlar için bir ilktir. Artık devrimci gençlik Milli Demokratik Devrim mi Sosyalist Devrim mi, parlamentoya girilmeli mi girilmemeli mi, kentlerden mi yoksa kırlardan mı mücadeleyi yükseltmeli gibi teorik tartışmaların veya yurt işgali, yürüyüş, gösteri, sokak kavgası, köylülerle dayanışma gibi pratik faaliyetlerin yanında silahlı mücadeleye koyulmuştur. 29 Aralık gecesi tabancalardan çıkan ilk kurşunlar birkaç gencin gelip geçici esrikliğinin sonucu değildir. Bu kurşunların ardında bir programa, stratejiye ve belli bir etki alanına sahip örgütler söz konusudur. Eylemler ardı sıra gelir. İş Bankası Emek Şubesi soygunu, Balgat’taki ABD üssüne saldırı, Ahlatlıbel’deki ABD üssünden dört Amerikalı askerin kaçırılması, İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’un kaçırılması ve infazı, THKO’nun kır gerillası hamlesi ve Nurhak çatışması… Öncü kadroların devlet tarafından ele geçirilmesi, hapishane firarı, İngiliz erlerin kaçırılması, Kızıldere ve Denizler’in idamları… Hemen ardından devrimciliğin başka bir kulvarını açan Kaypakkayacılık.
Kurşunları sıkan gençler heyecanlı, atılgan veya kararlı olarak nitelenebilirler elbette; ama olayların kendisi böyle bir psikanalitik yaklaşımdan fazlasıdır. Bu eylemler bireylere mahsus işler değil, adlı adınca, THKO ve THKP/C adlı örgütlerin icraatlarıdır. 29 Aralık 1970’ten sonra bu iki örgütün eylemleri, 12 Mart Muhtırası sonrasında ilan edilen sıkıyönetim kararının da etkisiyle 1971 yılının Temmuz ayına kadar yayılacaktır. Temmuz ve Ağustos 1971 sonrasında öncü kadrolar tutsak düşer ve şehit edilir. Örgütlerin büyük oranda Latin Amerika devrimciliğinden etkilenerek kurguladıkları devrim stratejisi sekteye uğrar. Buna rağmen Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kasım 1971’de Maltepe Cezaevi’nden firar etmesi 71 devrimciliğinin ikinci perdesini aralar. Sonrasındaki olaylar ve silahlı mücadele, bir devrim stratejisinden çok savunma amaçlıdır veya olayların gidişatının yarattığı spontane eylemlerdir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın Mayıs ayında idam edilmelerinin ardından THKO ve THKP/C adına silahlı eylem yapılmaz. Yeni bir perde olarak İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının bu sefer Kemalizmi de hedef tahtasına oturtan, Çin Devrimi’nin çizgisinde kır gerillacılığı hamlesi başlar. Bu girişim de 1973 yılının Mayıs ayında devlet tarafından ezilir. Sonuçta, 1970 yılının Aralık ayında başlayıp 73 Mayısına kadar devam eden 1971 kopuşu olarak isimlendirdiğimiz şey, Türkiye’deki devrimciliğin silahlı mücadele formatına sıçraması ve bu sıçrayışta ısrarcı olması, geri adım atmamasıdır.
İbrahim Kaypakkaya parantezi dışında, şehirlerdeki eylemlilik 72 Mayıs’ından itibaren yerini derin bir sessizliğe bırakmıştır. Örgütler içine gömüldükleri bu atıllıklarını 1974 yılında üzerlerinden atmaya başlayacaklardı. Toparlanmaya olanak veren durum ise hapishanelerdeki genel af ilanı oldu. Cumhuriyet dönemindeki darbeler tarihine karşılaştırmalı olarak bakıldığında, etki süresi açısından en az kudreti olanının 12 Mart Muhtırası olduğu görülecektir. Muhtıra sonrasında askeri bir kabine oluşmamış hatta muhtıra ardından iktidara gelen ekip ilkin solcu zannedilmiş, sonrasında devletçi oldukları anlaşıldıktan sonra bile aralarında muhalifler olabileceği bazı kesimler tarafından iddia edilmiştir.[5] 12 Mart, toplumda sola yönelik kabaran dalgayı durduramamış, zaten böyle bir kitlesel baskı sürecine girilmemiştir. Sosyalist ideolojiye yönelik topyekûn bir saldırı yerine silahlı mücadeleye yönelen öncü kadroların şehit veya tutsak düşmesi, örgütsel yapılanmaların felce uğraması hedeflenmiştir. Tüm bunlara rağmen 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül’deki gibi uzun süreli bir bunalıma veya 27 Mayıs’taki gibi uzun süreli bir demokratik ilerleyişe sebep olmamıştır. 12 Mart, çapı ve etkisi itibarıyla küçük ölçeklidir.
1974 yılında gelindiğinde, bir önceki yılın Ekim ayında yapılan genel seçimlerden, Bülent Ecevit’in başkanlığını yaptığı CHP’nin birinci parti olarak çıkması sol rüzgârları kuvvetlendirmişti. Sıkıyönetim aylarının aylaklığı ve boşluğu da işçi, gençlik ve öğretmen eylemlilikleriyle yavaş yavaş ortadan kayboluyordu. Örgütsel yapıların yeniden toparlanmaya çalışması ise 1974 yılının Ağustos ayındaki genel hapishane affı ile mümkün olacaktı. Birçok önder kadro uzun yıllar hapis cezasına mahkûm olmalarına karşın genel af kararı sayesinde serbest kalmıştı.
İlk örgütsel toparlanma haberi Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nden(TSİP) gelecekti. Bu örgütün kurulduğu zamana, ülkede yeniden iyimser umutların yeşermeye başladığı yıllara dönecek olursak, bu umudu kışkırtan faktörler arasında 71 kopuşu denilen şey yatmıyordu. Yaşanan yenilgiye rağmen o yıllarda sola yeniden ayağa kalkma gücünü veren şey, 71 kopuşunun kahramanlığı ve cüretinin aksine, devrimci maceracılığın eleştirisiydi. Solun yeniden varoluşunun ilk adımı, kopuşun ardılı olmak değil aksine onun eleştirisiydi. TSİP, devrimci maceracılık eleştirisini kendine Hikmet Kıvılcımlı’yı referans alarak yapıyordu. Kıvılcımlı değil miydi sürekli gençliğin fraksiyonlara bölünmesinden yakınan, proletarya partisinin vazgeçilmezliğini vurgulayan ve devrimci şiddeti açık bir dille eleştiren. İşte THKP/C ve THKO’nun halkı devrimsel bir rotaya sokamadan, devlet tarafından kısa bir sürede ezilmesi ve gençlik önderlerinin hayatlarını kaybetmesi tam da Kıvılcımlı’yı doğrulayan olaylardı. TSİP, Kıvılcımlı’nın 1970’te yeniden yayına geçen Sosyalist Gazetesi ile TİP’in 1970’teki bölünmelerinden doğan bir grubun birkaç sayı çıkardığı Sosyalist Parti için Teori ve Pratik Birliği Dergisi etrafında kümelenen sosyalistlerden oluşmuştu.[6]
Kıvılcımlı’ya 1974 TSİP gözlüğü ile bakanlar
TSİP’in kuruluşu, ülke genelinde sosyalizme olan ilginin artış gösterdiği bir döneme denk gelir. “O denli geniş bir sosyalist potansiyel vardı ki kısa sürede büyük şehirlerde ve Anadolu’da onlarca parti örgütü doğdu. Yüksek öğrenim derneklerine yüzlerce öğrenci akın etti. Politik sürece sosyalist parti ile müdahale etme düşüncesi pratikte karşılığını bulmuş, grup haklı çıkmıştı.”[7] Teorik yayın organı İlke, haftalık politik gazete Kitle yayınlanmaya başlamıştı. TSİP geniş bir örgütlenmeyi hedefliyordu elbette ama bazı kesimleri de dışlamaktan çekinmiyordu. İlke’nin 8. sayısında partiye davet edilmeyenler şöyle sıralanıyordu: “Güler yüzlü sosyalizm uydurukçuluğuyla, özünde sosyalizme karşı çıkanların, işçi sınıfının devrimci potansiyelini ve tarihsel öncülüğünü sözde olmasa da özde yok sayıp köylü mücadelesini esas alanların ve devrimciliği sadece yiğitlik, fedakârlık ve kendini sakınmazlıkla mücehhez kişilerin zamansız mücadelesi olarak görenlerin…”
TSİP hem Mehmet Ali Aybar ve TİP çevrelerinin savunduğu güler yüzlü sosyalizme karşı çıkıyor hem de silahlı mücadele deneyimlerini zamansız olarak görüyor, devrimci atılganlıkla nihai zafere ulaşılamayacağını vurguluyordu. İşte TSİP’in Kıvılcımlı algısı bundan ibarettir. Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, din anlayışı, TKP geçmişi, ülkedeki finans kapital hâkimiyeti hakkındaki tezleri, cumhuriyetin ilk yıllarına bakışı söz konusu bile değildir. Bırakalım böyle teorik analizleri sahiplenmeyi Kıvılcımlı’nın demokratik halk devrimi hakkındaki ayrıntılı stratejisi, köylü ve işçi ittifakı konusundaki gayet politik ve aktüel sayılabilecek programatik görüşlerinden bile bahsedilmez. Kıvılcımlı, TSİP tarafından yalnızca devrimci şiddetin ve TİP oportünizminin eleştirisi noktasında sahiplenilmiştir. Kıvılcımlı’nın uzun politik ve teorik ömrünün yaklaşık bir yılı ile sınırlı olan bu bölümünün yine çok sınırlı bir parçasının Kıvılcımlı’nın özüymüş gibi sunulması sonraki dönemleri de belirgin şekilde etkilemiştir. İşte Hikmet Kıvılcımlı hakkında özensiz tespitlerin kaynağı büyük ölçüde TSİP’in o dönemdeki propagandasının sonucudur.
Bu özensiz ve genel geçer tespitlerin güncel versiyonunu KÖZ’ün, kendilerinin THKO’nun gerçek ve tek mirasçıları olduklarını açıkladıkları metninde görüyoruz. “THKO savaşçılarını, üç beş çakaralmaz tüfekle devrim yapacağını sananlar diyerek CIA ajanı olarak tarifleyen Hikmet Kıvılcımlı’ya sahip çıkanlar, aynı zamanda THKO’nun mirasına sahip çıkamazlar.”[8] 71 kopuşuna sahip çıktığını söyleyen birçok sosyalist akım, kendilerinin THKO’nun, THKP/C’nin yahut TKP/ML’nin tek temsilcisi olduklarını KÖZ gibi özgüveni yüksek dille ifade etmeseler bile esasta böyle düşünüyorlar ve Kıvılcımlı’yı tıpkı KÖZ’ün yaptığı gibi onun gençlik hareketi eleştirileri dolayımıyla bir kalemde silip atıyorlar. Kıvılcımlı’nın politik tahlili, genellikle, onun 71 kopuşu sürecindeki gençlik eylemlerine yönelik ağır sözleri öne sürülerek 71 kopuşu karşıtlığı ile eşleştiriliyor. Bu yanlış eşleştirmenin başlangıcını, 1974 yılındaki kuruluş döneminde TSİP yapmıştır.
71’in kahramanlığı ve azizler mertebesi
İnsanlara kahraman veya tarihsel süreçlere kahramanca sıfatı genelde birkaç on yıl sonra verilir. Hayatlarını 72-73 yıllarında kaybeden öncü 71 devrimcilerinin akıbetine de bu düşmüştür. Şimdilerde 71 kopuşu ve Mahir, Deniz, Kaypakkaya devrimciliğin kutsal üçlüsü veya mihenk taşı gibi algılansa da yenilgi sonrasının ilk yıllarında, yeniden toparlanış vakitlerinde onların devamcısı olma dürtüsüne vurgu yapılmıyordu; aksine öncü devrimcilerin hataları açıklanıyordu.
71 kopuşu denilen şey, o dönemde bütün dünyayı kavuran romantik 68 devrimciliğinin atmosferinde Filistin, Vietnam ve Latin Amerika’daki silahlı mücadeleleri deneyimlerinin Türkiye sosyalist hareketini şiddet-politika ekseninde dönüştürmesi ve bu dönüşümde ısrar girişimidir. Bu girişim gençlikte ve işçi sınıfında belli bir taban bulmuştu muhakkak; ancak ülkeyi devrimsel bir rotaya sokmadan devlet tarafından ezilmişti. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya isimlerinin simgesi olduğu THKO, THKP/C ve TKP/ML partileri de 12 Mart muhtırası sonrası ağır yara aldılar ve bir iki yıl içinde bitme noktasıyla yüz yüze geldiler.
Ülkede sosyalizm sözcüğünün yeniden sık sık duyulması için 1974-1975 yıllarını beklemek gerekecekti. Bu yıllardaki yeniden toparlanışta solun ana sloganı ise kaldığı yerden devam etmek sayılabilecek bir devrimciliği sürdürme isteği değildi. Yani sözgelimi Almanya’da ikinci veya üçüncü kuşak RAF’ın yaptığı gibi, ilkinin ruhunu şiddet dozu daha yüksek eylemlerle diriltme isteği değildi. Almanya’da 70’lerin ikinci yarısında yeniden toparlanan silahlı mücadele yanlıları, doğrudan 60’ların siyasi kavgalarından ve aşırı sol politik ortamından uzak olsalar bile ilk kuşak RAF ile devamlılık halinde faaliyet yürüttüler.[9] Türkiye’de ise 1974 yılında sola yeniden ayağa kalkma enerjisini veren şey, 71’in haklılığı, yenilginin öcünü alma ve onu yeniden yaratma arzusu değil de, yukarıda da belirttiğimiz üzere 71’i devrimci maceracılıkla niteleyen ağır bir eleştiri haliydi.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihinde 71 kopuşundan sonra, onun düz devamcıları açısından bile, doğrusal bir süreklilik söz konusu değildir. 71 kopuşunun ağır ithamlarla eleştirilmesi solun yeniden toparlanmasında belirleyici unsur olmuştur. TDH’nin doğum lekesi olarak onun hep 1920’li yıllarda Kemalizm tarafından etkilenmişlik/belirlenmişlik haline vurgu yapılır ama hareketin gençlik çağındaki bu “enfeksiyon” da en az doğum lekesi kadar önemlidir. Mahir, Deniz ve İbrahim’i doğrudan referans alan TDH’nin kendisini yeniden var etmesinde, bu öncü devrimcilerin ölümünden henüz üç yıl sonra yapılan reddiyenin öneminin büyük olduğunu düşünüyoruz. TDH’nin Mahir, Deniz, İbrahim’i ve THKO, TKP/ML ve THKP/C hareketlerinin adlarını sürekli anması, sloganlarını her yere yazması, adeta bir fetiş haline getirmesi ama onların ideo-politik tercihlerine oldukça mesafeli oluşları, bu çelişkili hal, bahsettiğimiz gençlik çağı enfeksiyonuna bağlı olabilir. TDH’nin 72 yenilgisi sonrası yeniden toparlanmasında 71 kopuşunun değil, 71’in eleştirisinin büyük etkisi olmuştur. Zamanla bu eleştiri gittikçe kanıksanmış, unutulmuş ve kitleden kopuk zamansız maceracılıkla suçlanan devrimci öncüler bir anda eleştiriden azade azizler mertebesine yükseltilmiştir.
Kıvılcımlı gibi düşünüp Kıvılcımlı’yı eleştirenler onun gibi açık sözlü davranmıyorlar
Bu aşamada, TDH’nin 1974 yılında yeniden toparlanışında, 71’in sürekliliğinden çok onun eleştirisinden hareket edildiğini, devrimciler azizler mertebesine yükseltilirken onların görüşlerinin arka planda tutulduğunu, bu yapılırken de Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerinin nasıl tahrif edildiğini konu edineceğiz. 71 kopuşunun ilkeleri, şimdiki poster devrimciliğindeki gibi tümüyle savunulsaydı, yeniden toparlanışın Mahir, Deniz ve İbrahim’in kaldığı yerden devam etmesi beklenirdi. Oysaki ilk derleniş hamlesi TSİP’ten gelmiş ve Kıvılcımlı referansı ile 71’in eleştirisine girişilmiştir.
“Sosyalist Parti için hesaba katılmayacak eğilimlerin başında sol ve sağ “burjuva solcuları” ile küçük burjuva devrimcileri gelir. (…) Köylülüğün büyük devrimci misyonundan, toprak devriminden söz eden (…) sosyalist düşünce-davranışı putperestlik, tarikatçılık haline getiren bir başka sol eğilim de işçi sınıfına zarar vermeye çalışacaktır. (…) Üçüncü olarak, küçük burjuva devrimciliğinin bazı yöntemlerini kullanarak tedhiş yoluyla soyut bir devrim için didinen ve yanlışlığı son yıllarda, dünya ve Türkiye’de acı örnekleriyle bir kez daha kanıtlanan sol sapma (goşist) çizginin yeni hasarlar verebilecek biçimde kökleşmesine, birtakım yiğit ve fedakâr öğelerin bu yolda heder olmamasına çalışmak da Sosyalist Parti’nin görevleri arasındadır.”[10]
TSİP, 71 devrimciliğini eleştirmek için kıvrak bir hamleyle hem güler yüzlü sosyalizmi eleştiriyor hem de öncü kadroları maceracı buluyor. Tıpkı Kıvılcımlı’nın ölümünden önceki görüşleri gibi. Kıvılcımlı 1967-1971 yılları arasında gerek TİP liderlerine gerekse de silahlı mücadeleye yönelen devrimcilere karşı ağır sözcükler içeren polemikler yayımlamıştır ve açık bir şekilde silahlı mücadeleye dâhil olmamıştır. Bu durumun ileri yaş, kopuş halinin kendine içkin gençlik doğası, Kıvılcımlı’nın tarihi ve örgütsel yükü gibi sebeplerini ileride açıklayacağız. Buna rağmen, Kıvılcımlı’nın ömrü daha uzun olsaydı, 1974 yılında ne derdi? Şüphesiz bu metafizik bir sorudur; ama Kıvılcımlı tıpatıp TSİP’in ifade ettiği şekliyle düşünse bile onun görüşleri TSİP ve ardıllarının yürüttükleri siyasi kampanyalar için bayrak yapılacak bir tarza sahip değildir. Bunu yapmak, koca bir külliyatı anlık bir tartışma için tüketmek olur.
Zaten kısa süre sonra Kıvılcımlı’nın düz devamcısı sayılabilecek çevreler, TSİP’ten ayrılmış ve özgün doktorcu yollarına devam etmişlerdir. Demir Küçükaydın grubu partiden çıkıp Kıvılcım isimli bir dergi çıkarmaya başlamış ve TSİP’in Kıvılcımlı’nın görüşlerinden uzaklaştığını söylemiştir. Yine 70’lerin ikinci yarısında Vatan Partisi ve Sosyalist Vatan Partisi ile Devrimci Mücadele çevrelerinin bütün tartışmaları hep TSİP’ten oldukça uzakta yaşanmıştır. Kaldı ki doktorcu örgütlerden olan SVP (Sosyalist Vatan Partisi), onun ardılı TKP/K (Türkiye Komünist Partisi/Kıvılcım) ve Partizan Yolu ile doktorcu sayılamayacak ama Kıvılcımlı etkisini üzerinde çokça taşıyan TKP/B (Türkiye Komünist Partisi/Birlik) ve TDP (Türkiye Devrim Partisi) gelişen süreçte silahlı mücadele anlayışını benimsemiştir. Yani 71’in düz devamcılarının silahlı mücadele pratiği 70’lerin ikinci yarısının hemen başında başlamışsa, Kıvılcımlı’nın düz devamcısı yapıların silahlı mücadele deneyimi 70’lerin sonlarında ve 80’lerde başlamıştır. Kıvılcımlı fikriyatını silahlı mücadele ekseninde değerlendirirken onu TİP ve ardılları ile aynı kefeye koymak, yukarıda saydığımız örgütlerin pratiği ile diğer örgütlere nazaran “biraz gecikmeli de olsa” ilk elden “pratikte” yanlışlanabilir.
Tüm bu ayrılıkların ardından TSİP bir süre sonra etki gücünü kaybetse bile Türkiye soluna iki temel hatalı görüşü miras bırakmıştır. İlki silahlı mücadeleyi devrimci maceracılıkla, burjuva parlamentarizmini ise güler yüzlü sosyalizm ile eşitleyip ikisinden de azade bir kitle partisi yaratma hedefidir. Türkiye Devrimci Hareketi’nde her ne kadar 78 kuşağı ile birlikte yeniden 71’in devamcısı olan örgütler silahlı mücadele perspektifi ile yeniden kurulsa da 2000’lerden sonra genel hatları itibarıyla bu orta yolcu çizgide ısrarcı olunmuştur. Yani son yirmi yıldır, tıpkı TSİP gibi silahlı mücadele devrimci maceracılıkla ve zamansızlıkla eşdeğer görülüyor; ama TSİP gibi 71 kopuşunu açıkça eleştirmek yerine bu mirasın doğrudan sahiplenildiği vurgulanıyor. İkinci hatalı görüş ise Hikmet Kıvılcımlı’nın bu reformist tahribatta kullanılmasıdır. Kıvılcımlı böyle bir orta yolcu figüre indirgendiği için de onun derleyici toparlayıcı görüşlerinin 71 kopuşuyla sentezlenme ihtimali ortadan kalkmıştır.
Partizan Yolu örgütünün çıkarmış olduğu Sosyalist Gazetesi‘[11]ndeki bir yazıda Kıvılcımlı’nın böyle bir çarpık savunusu eleştiriliyor. “70 mücadelesinin nizamcıları ve kaçakları, 12 Mart mağlubiyeti ve yılgınlığı üzerine politika yaparken, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı alabildiğine kullandılar. Bilindiği gibi bu politikanın baş mimarı TSİP oldu. 70 mücadelesinin bilim-örgüt-sınıf yokluğu sosyal nedenleriyle araştırılıp buna göre önlem alınacağına, yalnızca istismar edildi. Yılgınlık örgütlendi. TSİP Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı pasifizmine örtü yaptı. (…) 1970-1980 arası Kıvılcımlı’ya karşı devrimci gençlik mücadelesinde var olan yaygın alerjinin esas kaynağında işte bu doktorculuk yatar. Bu anlamda Kıvılcımlı’ya karşı yapılan revizyonist, pasifist ve ilh. suçlamalar, karalamalar bilimsel karşı çıkışlar değil esas olarak 12 Mart sonrası silah bırakma eğiliminin “doktorculuğuna” karşı doğan tepkilerdir.”[12]
Kıvılcımlı daha uzun yaşasaydı 71 kopuşunu tıpkı TSİP gibi eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutar mıydı bilinmez. 71 devrimci kopuşunun hapishane firarı öncesi ilk perdesinin, savunmadan çok saldırı amaçlı olan ve devlet tarafından ezilen deneyimlerinin şahidi olmuş Kıvılcımlı’nın o dönemdeki yorumlarından hareket edersek böyle bir hata yakın olacağı iddia edilebilir. Fakat 71’in ikinci perdesini görebilseydi, devrimci gençliğin yazıp çizdiklerinin içi boş sloganlar değil de her birinin sindirilmiş gerçeklikler olduğunu görseydi, böyle olup olmayacağı konusunda tahminde bulunmak bugüne fayda vermeyecektir. Böyle bir durumda Kıvılcımlı ne yorum yapardı sorusundan öte bugün için önemli olan şey, 71 kopuşunun silahlı mücadele anlayışının devrimciliğin yeniden üretiminde temel bir zemin olduğu ve bunun Kıvılcımlı tarafından atlandığı, onun yapısallığı içerisinde böyle olmak zorunda olduğu ama onun parti vurgusunun ve teorik-politik bütünsellik iddiasının 71 kopuşuyla sentezlendiğinde anlamlı olacağıdır. Zaten Kıvılcımlı’nın devamcısı olan örgütler veya onu sahiplenen yapılar, bu sorunun cevabını “pratik” açıdan vermişlerdir. Önemli olan şey, teorik cevaplar ve analizlerdir.
71 devrimci kopuşunun ana hatları
Dönem gençliğinin devrimciliği önce TİP’ten Milli Demokratik Devrim çizgisine, MDD’den de gerillacılığa doğru yönelmiştir. Her ne kadar THKO ve TİİKP[13] kır gerillacılığını, THKP/C ise şehir gerillacılığını savunuyor görünse de Mahir Çayan’ın yazılarında kent gerillacılığının sadece bir aşama olduğu, Türkiye devriminin nihai savaşının kır gerillası ile verileceği vurgusu açıktır.[14] Yani o dönemde grupların neredeyse birbirleriyle temasını sıfırlayan ve ciddi kavgalara yol açan fraksiyon farklılıklarının nedeni olan ayrımlar Milli Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim yahut kent gerillacılığı ile kır gerillacılığı olarak görünse de, gençlik Mihri Belli ile ayrıldıktan sonra ilki, muhtıra sonrasında ise ikincisi gündemden çıkmıştır. Kıvılcımlı’nın sahte ve gereksiz tartışmalar diyerek küçümsediği, devrimci derleniş sayesinde Proletarya Partisi hedefi koyduğu ve bu tartışmaları yürütüp birbirlerini kıyasıya eleştirenleri de yuvarlar, çeteler, mahfiller diye itham ettiği aşama muhtıra nedeniyle kendiliğinden kapanmıştır. 71 devrimciliğinin ilk perdesinde, yani ilk kurşundan devrimcilerin devletin eline geçtiği dönem boyunca MDD/SD ayrımı silikleşmiş, 71’in hapishaneden firar ile açılan ikinci perdesi ise öncü kadrolar savunmaya geçtiğinden kır ve şehir gerillası tartışmasını geride bırakmıştır. Kıvılcımlı’nın eleştirdiği ayrımlar Kıvılcımlı’dan bağımsız olarak gençlik hareketinin gündeminden kendiliğinden çıkmıştır.
Daha sonraki dönemde ortaya çıkan Kaypakkayacılık da dâhil edilirse, bugünden geriye 71’i niteleyecek iki kamptan söz edebiliriz. Muarızlarının maceracılık veya küçük burjuva devrimciliği olarak kodladığı öncü savaş, politikleşmiş askeri savaş, gerilla savaşı bir tarafta, diğer tarafta ise yine muarızlarının pasifizm olarak yerdiği kitle çizgisi, yasalcılık ve yığınların partisi yer alıyor. Bu dönemde öncü savaş yanlıları ya hayatlarını kaybetmişlerdir ya da gerilla savaşını yaygınlaştıramadan tutsak düşmüşlerdir. Yasal parti üzerinden mücadeleyi sürdürenler ise, hem TİP’in kapatılması nedeniyle hem de gençliğin büyük oranda gerillacı akımların etkisi altına girmesiyle güç kaybetmişlerdir. Kitle çizgisinin özgün bir versiyonunu savunan ve yasalcı/pasifist ile gerillacı kampların ikisinden de uzak olan Kıvılcımlı ise devrimci gençlikle MDD’den öncü savaşa yönelim aşamasında temasta bulunmuş, bu temas ideolojik bir ortaklık kurulamadan başarısız olmuş ve ardından kanserden dolayı hayatını doğal yollardan kaybetmiştir.
Kıvılcımlı ile temasın umulan sonuçlar vermemesinin ardından silahlı mücadeleye başlayan ilk örgüt THKO’dur. Aralık 1970’te ilk kurşun atılmış ve devrimci silahlı mücadele başlamıştır. Programı en muğlâk olan ama bu muğlâklıktan dolayı da üretken olan ve solun geniş kesimlerince savunulmaya müsait olan yapı THKO’dur. THKO’lular TİP çevreleri tarafından hararetle eleştirilse dahi örgütün ilk silahlı eylemleri Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’den bile destek görür.[15] THKO’ya göre gerillacılık kitleleri çeker, THKP/C’ye göre gerilla savaşı suni dengeyi parçalar. İbrahim Kaypakkaya ise doğrudan kitle savaşı verdiklerini söyler. H. Fırat, bu konuda teorik açıdan verimli bir ilişkisellik yakalar. 71-72 boyunca sadece TİİKP ve Kaypakkaya’nın değil bütün örgütlerin Mao’dan etkilendiklerini, zaten MDD görüşlerinden Mao’nun Yeni Demokratik Devrim tezlerine geçmenin zor olmadığını belirtir.[16] Bu tezlerin bir sonucu olarak da feodalizmin tasfiye edilmesi amacıyla milli burjuvazi ile ittifaktan imtina edilmeyeceği şeklindeki hatalı görüşler kopyalanır. H. Fırat, devrim stratejisi ve ittifaklar konusunda Kaypakkaya’nın diğer 71 öncü devrimcilerine göre çok ayırt edici bir eksende olmadığını söylüyor. Elbette Kemalizm, sömürgecilik ve Türk devleti tahlilleri hakkında Kaypakkaya özgülünde devrimci bir sıçrayış söz konusudur; ama Türkiye devrimi için feodalizmin tasfiyesi, silahlı mücadele gerekliliği ve burjuva sınıflarla ittifaklar hususunda 71 devrimcileri arasında benzer saikler vardır, bugünden geriye dönüldüğünde aradaki ayrımları küçük nüanslar olarak işaretlemek haksızlık sayılmayacaktır.
71’in çizgisi bir kopuş yaratsa, devrimci bir mirası inşa etse ve ardından gelecek her akımın manevi dayanak noktası olsa bile, kendilerinin iddia ettikleri gibi işçi, köylü ve aydın kesimlere ulaşılamamış, örgütlenilen tabaka öğrenci gençlikle sınırlı kalmıştır. Bu sınırlılık hareketin devlet tarafından ezilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu nedenle de 1974-75 yıllarında sol yeniden toparlanırken onlara saygı duyuyor, kişiliklerine hiçbir olumsuz söz etmiyor ama açıkça 71’i maceracı olarak niteliyordu. Günümüzde bu ruh hali daha da karmaşıklaşarak devam ediyor; bu sefer 71 devrimcileri azizler mertebesine yükseltiliyor, onların tezleri doğru olarak görülüyor ama onların pratikte yapıp ettikleri dikkate bile alınmıyor. Çoğu sosyalist yapı silahlı mücadeleyi uzun vade programlarına dahi almıyor ama 71’in öncü devrimcilerini dillerinden düşürmüyor. Yani günümüz solu, 1974 yılında TSİP’in görüşlerini simge olarak gösterdiğimiz yaygın kanının açık sözlülüğünü taşımıyor. TSİP’liler 71 devrimcilerine saygı duyuyorlar ama gerillacı yönelimlerini eleştiriyorlardı; şimdilerde ise 71 devrimcileri abartılı bir sahiplenişe maruz kalırken örgütlerin yönelimlerinde silahlı mücadelenin esamesi dahi okunmuyor. Silahlı mücadeleyi bir yöntem olarak görmeyenler, geniş kitle örgütleri kurmadan zora başvurmanın zamansız olduğunu düşünenler neden 71’in öncü devrimcilerini eleştirilmez uhrevi varlıklar olarak anıp böyle propaganda yaparlar, anlamak güçtür.[17]
71’in öncü devrimcileri böylesine çelişkili bir şekilde azizler mertebesine çıkarılınca, Hikmet Kıvılcımlı da mecburen yerden yere vuruluyor. Çünkü Kıvılcımlı’nın çokça eleştirilen bir yazısında, Şubat 71’de Sosyalist Gazetesi‘nde yazdığı “Yeter Be” başlıklı yazıda silaha sarılan gençlere açık açık ahmak, hödük, hebenneka[18] deniyor. Ve ekliyor Kıvılcımlı: “Silah sözcüğünün salâvatla ağza alınacağını, onu da ancak ehil olanın, yerinde alabileceğini pratikçe kavramıyor.” 71 devrimcilerini azizler gibi sahiplenenler elbette bu hakaretleri duyunca hemen gardlarını alıyorlar; ama aslında bırakalım salâvatla silah sözcüğünü ağza almayı onu reddettiklerini açıkça söylüyorlar.[19] Duygusal sözcükleri ve dönemin içinden yazılmış abartılı ithamları göz ardı edelim, bir iki yıl içinde hareketin devlet tarafından vahşice ezildiği dikkate alındığında, Kıvılcımlı’nın proletarya partisi eşliğinde ciddi bir hazırlık süreci ardından silahlı mücadeleye başlanması hakkındaki uyarıları doğrulanmadı mı? Bu uyarıların TİP ve ardılı örgütler gibi reformist hatta sayılabilecek karşı çıkışlar olmadığını Kıvılcımlı’nın kitaplarından ve yazılarından hareketle açıklamaya çalışacağız.
Susuş kumkuması defteri kapanmıştır
Kıvılcımlı, kendi yazılarında da sık sık yakındığı üzere tarihsel yükü ağır olan bir devrimcidir. Politik hayatı, daha başlar başlamaz parti içi ihanetlerle ve kavgalarla şekillenmiştir. Kıvılcımlı’nın örgütlü politik geçmişine dair başlangıç noktası olarak 1925 yılında Beşiktaş Akaretler’de ikinci kongresini yapan TKP’ye bakılmalıdır. Bu parti, kongresini yaparak hücreler üzerinden örgütlenmeye başlayıp çok sınırlı bir şekilde işçi sınıfı ve köylülerle bağ kurmaya çalıştığı andan Komintern ile ilişkisini karşılıklı kopardığı (desantralizasyon) 1937 yılına kadar çok sayıda badire atlatmıştır. Bu badirelerin bir kısmını politik ayrımlar, diğer kısmını ise kişisel ve grupsal çekişmeler oluşturuyor. Tarihsel TKP’nin geçmişinin grevler, siyasal bildiriler, hücre örgütlenmeleri, polis baskınlarının yanında bir de böyle kavga ve ayrılıklar içeren yönü de vardır. Komintern belgelerinde dahi, parti daha yolun başındayken eski kuşak sosyalistlerin birbirlerine karşı yönelttikleri çok ağır ithamlarla karşılaşıyoruz. Örneğin Kıvılcımlı’nın ölümünden hemen önceki aylarda “baba çiftliğinde parazit” olarak nitelediği ve Şefik Ağa diye lakap taktığı Şefik Hüsnü Değmer, 1935 yılında Komintern’e yazdığı raporda onu konspirasyon bakımından ihtimamlı olmamakla suçluyordu. İsmail Bilen ve Reşat Fuat Baraner de Kıvılcımlı’yı sekter, illegaliteden anlamaz bir grupçu olarak rapor etmişti.[20]
Komintern’in Sovyet ve Türkiyeli yetkililerinin, Nazım Hikmet’in, Şefik Hüsnü’nün, İsmail Bilen’in, Reşat Fuat’ın, parti içi çok sayıdaki hizipleşmelerin, sonradan Kemalizmin ideologu haline gelecek olan Şevket Süreyya ile Vedat Nedim’in tarafı olduğu ruhsal açıdan yıpratıcı, bedensel açıdan ise onlarca yıllık hapislikle sonuçlanan sonu gelmez atışmalar söz konusudur. Son 30 yılda ortaya çıkan TKP arşiv kayıtları da düşünüldüğünde, biz çoğu tartışmada Kıvılcımlı’nın politik tavır açısından da ahlaki tutumlar açısından da doğru yerde durduğunu düşünüyoruz. Böyle düşünsek de düşünmesek de ortada büyük gerilim olduğu kesindir ve bu durum Kıvılcımlı’da mücadelesinin ve yazdıklarının dikkate alınmadığı düşüncesini doğurmaktadır. 1930’lardan beri binlerce sayfa neşriyat üretmiş ve bu külliyatı daima parti için oluşturduğunu belirtmiş olan Kıvılcımlı, kendisinin bu denli yok sayılışını susuş kumkuması olarak nitelendirir. Kıvılcımlı politik yaşantısının bütün aşamalarında susuş kumkumasına maruz bırakıldığını sık sık ifade eder. 1954 yılında kurucusu ve lideri olduğu Vatan Partisi’nden bahsederken “Vatan Partisi savaşı: Şu veya bu iç nedenlerle açılmış gedikten hür boşalış değil, bütün tıkanık bentlerin üstünden atılış oldu. Para babalarının geçici hoşgörü sosyetesinden yararlanmadığı için, en nankör ‘Susuş Kumkuması’ sağı solu kaplamıştı. Ömrü hep zılgıt ve susuş kumkuması ortamında geçenler için ‘İşçi sınıfı cephesinde yeni bir şey’ yok idi.”[21]
Sadece kurduğu parti için değil teorik yazıları için de aynı şeyden yakınır Kıvılcımlı. Osmanlı tarihi hakkında yazdıkları için bazı sosyalistlerin onu geçmişte kalmış despotik devletlere hayran olmakla suçlaması üzerine şöyle yazar: “Burjuva sosyalizminden de daha kancık ve tehlikeli olan “susuş kumkuması”, “küçük-burjuva sosyalizmi”nin keskin, çok “bilimsel”, olağanüstü “devrimci kalleşlikleridir. Bu küçük burjuva sosyalizmi, Osmanlı tarihinin maddesini ve ruhunu, “ortaçağ şövalye ruhuna körü körüne hayranlık” gösterme hokkabazlığı ile kendisine Marks’ı da yalancı şahit göstermek sabotajını yapıyor. Bu sabotaj için, köstebek yuvalarından kaçarak, her delikten bir kapma “proletarya sosyalizmi” bayrağı uzatmaktan da sıkılmıyor.”[22] 71’in genç sosyalistleri de sert eleştirilerden nasibini alır, kendisini en eski sosyalist kuşakta sayan Kıvılcımlı onları da tıpkı eski sosyalist kuşak gibi nankör davranmakla suçlar. “Yeni Sosyalistleri çokça kınamıyoruz. En eski Sosyalizme karşı pek şahbaz pozlarla “Susuş Kumkuması” olmakta Burjuvaziye taş çıkartmış Eski-Sosyalizm cüceliğinin gelenek-göreneğini güdüyorlar. Ama her arkadan gelen kuşak, önceki kuşakların izlerini kazımaktan başka “Teori”ye önem vermez ise -Devrim lafı bir yana- en basit evrim nasıl başarılır?”[23]
Gerçekten de bu eleştirilerin haklılık payı büyüktür. Kıvılcımlı kendi yaşadığı dönemde yeterince tartışılmamıştır. Onun görüşleri TKP ve Vatan Partisi döneminde yaşıtları ve bir kuşak ardılı tarafından hizipleşmelere kurban edilmiş, 71 döneminde ise politik atmosferin sıcaklığının hayhuyu arasında önemsenmemiş yahut reformizm etiketiyle sümen altı edilmiştir. Bu lanetli çizginin Kıvılcımlı’nın ölümünden sonra, sosyalist hareketin canlanmaya başlamasıyla yavaş yavaş kademeli olarak kırıldığını gözlemliyoruz. Günümüze geldiğimizde, yani Kıvılcımlı öldükten 50 yıl sonra, artık bu susuş kumkuması halinin varlığından söz edilemez. Kıvılcımlı’nın çoğu kitabı defalarca kez basılmış ve dijital ortama aktarılmış durumdadır. Yine Kıvılcımlı’nın tezleri çokça kez incelenmiş, eleştirilmiş veya desteklenmiştir. Kıvılcımlı’nın kendi kitapları yanında üzerinde incelikli çalışılmış çok sayıda biyografi kitabı vardır.[24] Ayrıca tezlerini destekleyen veya eleştiren, doğrudan Kıvılcımlı’yı muhatap alan onlarca kitap, yüzlerce makale, yüzlerce seminer, konferans ve basın açıklaması kaydı vardır. Tabii ki geniş halk kitleleri Kıvılcımlı’yı bayrak yapıp sokaklara dökülmüş durumda değiller; ama sosyalist kamuoyunda Kıvılcımlı’nın artık bilindiğini, bilinmekle de kalmayıp isteyenin onun hakkında rahatça doğru kaynaklara ulaşabileceğini belirtmeliyiz. Bu başarıda en büyük pay sahibi şüphesiz doktorcu olarak bilinen Kıvılcımlı’nın düz takipçileridir. Görüşleri birbirinden farklılık taşısa da bu partiler, kişiler veya platformlar Kıvılcımlı’nın bilinirliği konusunda büyük emek sarf etmişlerdir.[25]
Susuş kumkumasının ortadan kalkması, Kıvılcımlı hakkında artık yapılacak iş kalmadığı manasına gelmez. Kıvılcımlı bu kadar yaygınlaşmışken, bugüne kadar en önemli eserlerinin bile yabancı dile çevrilmemesi büyük bir eksikliktir. Hazır susuş kumkuması ortadan kalkmışken Kıvılcımlı hakkında elbette daha çok yazılmalı, onun daha yayınlanmamış Osmanlıca arşiv yazıları için çeviri faaliyeti yürütülmelidir. Fakat bu eksikliklerin yanında hala Kıvılcımlı’nın susuş kumkumasına maruz kalmaya devam ettiğini düşünenler de yok değil. Canan Özcan Eliaçık doktora tezinden uyarladığı kitabında ve kitabı üzerinden gerçekleşen röportajlarında bu vurguyu sıklıkla işliyor.[26] Eliaçık, Birikim Dergisi’nde Tanıl Bora’nın yapmış olduğu mülakatta, Kıvılcımlı’nın yaşadığı dönemde başlayıp bugün hâlâ devam eden Kıvılcımlı’yı “görmeme” mevzusundan dem vuruyor. Fakat yazar birçok yerde bu körlüğün akademi alanına ait olduğunu ekliyor. Bu noktada Eliaçık’ın geçmişten başladığını söylediği Kıvılcımlı’yı görmeme halini, geçmişte de mi akademik körlük olarak görüp görmediği sorusu akla geliyor. Kıvılcımlı, üzerinde herkesin ortaklaşacağı bir kanaat olarak, kendi yazdıklarının üniversite çevrelerinde dikkate alınmadığından hiç yakınmıyordu; o daha çok TKP’nin ve sonraki dönemde de sosyalist kamuoyunun kendisini görmediğinden şikâyet ediyordu. Biz bu sorunun, geçen elli yıl boyunca binlerce sayfa tutan yeni yazı ve politik aktivite ile büyük oranda kırıldığını savunuyoruz. Eliaçık’ın bahsettiği görmeme hali bugün belki akademide söz konusu olabilir; ama bu körlüğü Kıvılcımlı dönemine kadar uzatmak ve hele hele de Kıvılcımlı’nın kendisinin sarf ettiği susuş kumkuması tamlamasını referans göstermek, akademik dünya ile Kıvılcımlı’nın içinde bulunduğu alan olan teorik-politik dünyanın birbirine karıştırılması demektir. Eliaçık’ın doktora tezinin de kitabının da, kitap üzerinden yaptığı röportajların da içine düştüğü karmaşa ve açmaz budur.
Bu yazının amacı Kıvılcımlı’yı 71 kopuşu dâhilinde ele almak ve onu devrimci kopuş açısından yeniden edinmeye girişmektir. 50 yıl önce hayatını kaybetmiş Hikmet Kıvılcımlı’yı Marksist-Leninist bir devrimci olarak ele alıyor ve o gözle değerlendirmeler yapıyoruz. Fakat Eliaçık, “Hâlbuki o çok da akademik çalışıyor aslında. Marksist literatürün yanı sıra İbn-i Haldun, Naima, Ömer Lütfü Barkan okuyor, birincil kaynakları kullanıyor, yorumluyor ve yazıyor. Kıvılcımlı’nın aynı zamanda siyasi bir önder olması ya da devrimci kimliği, tarihçiliğinin, entelektüelliğinin önüne geçip onu görünmez kılıyor olabilir. Akademi çatısı altında biri olsaydı belki de kendisine referans verilmek zorunda kalınacaktı ama şimdi buna gerek duyulmuyor.” diyor. Yazar Kıvılcımlı’yı akademik bir nesne haline getirmek için onu siyasi bir önder veya devrimci kimlikle değil entelektüel, hatta komple bir entelektüel olarak tanımlıyor. Eliaçık, kitabının ilk bölümünü Kıvılcımlı’yı neden entelektüel olarak tanımlamak gerektiği konusuna ayırmış.[27] Kıvılcımlı, külliyatın akademikleşmesi için bütünsel bir Marksist-Leninist devrimciden, “komple entelektüel”e dönüştürülmüş.
Akademik olanla siyasi olanın farkı, büyük ölçüde meseleler hakkında taraf tutmaya dayanır. Akademik dil, inceleme alanına aldığı konular içinde bir türlü taraf belirtmez, görüşlerin pratiğe dökülme ihtimalini aklına dahi getirmez. Oysaki Kıvılcımlı hayatını hep taraf tutarak geçirmiştir. “Tarafsızlık bizim harcımız değil. İşçi çocuğuyuz. Olduk olası: başta işçi sınıfımızdan yana düşünüp davranmayı öğrendik. İnsanoğlunun ancak ve yalnız İşçi Sınıfı yanından gerçek insan olacağına inanıyoruz. O noktada en ufak ikircilik geçirenler, “Stalin” olsalar, bizi bağlayamamışlardır ve bağlayamazlar.”[28]
Eğer akademik alanda Kıvılcımlı bugüne kadar hiç incelenmemişse ve literatürde yer almamışsa, Kıvılcımlı ve onun izleyicileri bu sorundan dolayı hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Eğer Canan Özcan Eliaçık böyle bir açığı kapatmışsa bile Kıvılcımlı ve politik izleyicileri bu yamadan hiçbir şey kazanmamışlardır. Olsa olsa akademi dünyası bir kazanım elde etmiş olabilir.
Eliaçık’ın kitabında büyük oranda Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi ve din yorumu inceleniyor. Yazar akademik dilden, örneğin sayfalarca süren toprak ve iktidar sistemlerinin karşılaştırmalı analizinden çıkıp politik dile örneğin insanın bilinçli faaliyetinin üretici güçlerle ilişkisi[29] gibi tespitlere geçtikçe, yazılanlar da verimli hale geliyor. Eliaçık’ın kitabı kendi iddiasının aksine akademik alandan çıktıkça ve zaten sayısı binlerce sayfaya ulaşan Kıvılcımlı hakkındaki politik dünyaya karıştıkça, yani siyasallaştıkça Kıvılcımlı dünyası açısından değer kazanmaktadır.
Çakmaklı tüfek
Hikmet Kıvılcımlı’nın artık silahlı mücadeleye karar vermiş örgütlü gençleri eleştirirken kullandığı cümleler ve sıfatlar oldukça rahatsız edicidir. Gençliğe cici devrimciler, soytarılar diye seslenir ve onların sağ karşı devrimci hacıağalar kadar bile saf bağlayıp düzenli adım atamadığını söyler. “Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına mı çıkacaksın a Donkişot?”[30] der onlara. Onları sadece hayalci saf gençler olarak görmez; CIA tarafından yönlendirilmiş, gönüllü polis ajanı olmuş hainler diye de itham eder. İşte bu saldırgan dil içindeki bir metafor, çakmaklı tüfek metaforu, Kıvılcımlı’nın meramını anlamak ve onun 71 devrimciliği ile ilişkisinin ayrımlarını ilan etmek konusunda anahtar olarak düşünülebilir.
Çakmaklı tüfek metaforu, Kıvılcımlı’nın yalnızca gençliğin beceriksiz ve hayalciliğini ifade etmek kullanıldığı bir hakaret değildir. Çakmaklı tüfek metaforu Kıvılcımlı’da Paris Komünü’nün yenilgisinden çıkarılmış bir derstir esasında. “Ne yapacağını bilen bir partinin yokluğu, insanlığı Komün’ün başına gelenden daha korkunç facialara sürükleyebilirdi. Modern araçlı ordular önünde, çakmaklı tüfekle barikata çıkmak ne idi? Marks-Engels, 1848 yıllarına dek hayli başarı kazanmış barikat savaşının bile, sanıldığından daha az yeterli olduğunu, inceledikçe daha iyi anladılar.”[31]
Kıvılcımlı çakmaklı tüfeği düşman karşısında artık işlevsizleşmiş geri bir araç olarak görüyor. Onun nezdinde çakmaklı tüfek 1871’de bile işe yaramaz bir aletti, silah bile sayılamazdı. Kıvılcımlı’nın çakmaklı tüfeği sadece maceracı bir gençlik hevesi olarak görmediğini onun 1968 tarihli şu yorumundan anlayabiliriz. “Biz, 19. yüzyılın kafa işleyişini Us ve Akıl’ın son kertesi gibi satan, 1805 çakmaklı tüfeği mantıklı yaşlılar, geçmişiz karşı karşıya; birbirimizi kapitalist veya sosyalist sınırların ardından, en bıktırıcı diplomatlıklarla kuru sıkıya bombardıman ediyoruz…”[32]
Kıvılcımlı 1968 yılında, gençleri anlayın diye yaşlılara kızıyordu. İhtiyarların kendilerini çok akıllı sanan hallerinin aslında çok geri olduğunu, yeni zannettikleri zihinlerinin 19. yüzyıl başlarında kaldığını çakmaklı tüfek metaforu ile açıklıyordu. Üç yıl sonra bu sefer Kıvılcımlı’nın kendisi gençleri hiç anlamayacak ve yaşlılar için kullandığı mecazı, çakmaklı tüfek mecazını bu defa gençlere layık görecekti.
Kıvılcımlı’nın bu dönüşümünün hem kendisinden hem politik değişimlerden hem de gençliğin sıçramalı ilerleyişinden kaynaklanan sebepleri vardır. Kıvılcımlı’nın dönüşümü olarak gözüken vakit, gençliğin kopuşuyla eş zamanlıdır. Bu dönemi üçe ayırarak incelemek doğru olacaktır. Üniversite mücadelesinin başladığı, işçi eylemlerinin olduğu ve TİP sayesinde bir politikleşmenin olduğu ilk dönem, 1967’den 1969 yılına kadar olan ilk aşama boyunca Hikmet Kıvılcımlı, tutarlı bir Marksist-Leninist hat sayesinde gerek sosyalist gençliğin gerekse de TİP’in oldukça ilerisindedir. İkinci aşamada, 1969-1970 yıllarında gençlik MDD çizgisinden koparken kendilerine önderlik edecek birilerine bakınmış, bu dönemde Kıvılcımlı ile çeşitli temaslar yaşanmıştır. Bu karşılaşma açık bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanmış, Kıvılcımlı gençliğe lider veya rol model olamamıştır. Üçüncü aşamada ise 1970 sonlarından Kıvılcımlı’nın hayatını kaybettiği Ekim 1971’e kadar olan vakit boyunca da -bizim 71 devrimci kopuşunun ilk perdesi olarak isimlendirdiğimiz dönem- gençlik, Kıvılcımlı’nın politik olarak önüne geçmiştir.
Kıvılcımlı MDD’nin, gençliğin ve TİP’in ilerisinde (1967-1969)
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, ordunun emir komuta zinciri dışında gerçekleşen ve sınıfsal kökeni ve devletçi doğası nedeniyle finans kapitalin çıkarlarıyla ortaklaşan; ancak buna rağmen bazı ilerici sonuçlara yol açan bir iktidar değişimiydi. Bu ilerici sonuçların en önemlisi sendikal talepler etrafında işçi sınıfının örgütlenmesi ve sosyalist kimlikte bir yasal partinin, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasıdır. Yine içinde Mihri Belli gibi Marksistlere de yer veren sol Kemalist nitelikte bir dergi olan Yön çevresi de bu dönemin solculuğunun çeperinde yer alan hareketlerden biridir.
1965 yılındaki genel seçimleri Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olacak kadar açık bir farkla kazanmasına rağmen, işçi hareketi ve gençlik hareketi yükselmeye devam etmişti. Bu sırada TİP de kendi program ve stratejisini netleştirmeye başlamıştı. 1964 yılında yaptığı I. kongre ile yasal parlamentarizm çizgisi açıkça benimsenmişti. Partiyi aydınların ve orta sınıf burjuvaların çoğunluğundan kurtarmak için de işçi kotası koyulmuştu. TİP, yasal, parlamentarist ve barışçı bir işçi partisi olmayı hedefliyordu. Partinin milli bakiye sisteminden de yararlanarak %2,75 oy almasına karşın meclise gönderdiği 15 vekilin etkili muhalefet etmesi, sosyalist gençlerin parti etrafında toplanması için yeterli olmuştu.
İşçi sınıfı eylemlilikleri 1961 yılında 150 bin işçinin katıldığı Saraçhane eylemleri ile kendinden söz ettirmeye başlamıştı. Bunu Kavel direnişi takip etti. Toplu sözleşme ve grev hakkının 1963 yılında elde edilmesi kısa zaman sonra meyvesini verecekti, 1967 yılında DİSK kuruldu. Köylü mücadelesinde de açıkça fark edilebilen bir hareketlenme söz konusuydu. İzmir, Silivri, Antep ve Tokat’ta toprak işgalleri gerçekleşti. Torak işgallerine karşı devrimci gençlerin FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) olarak verdiği destek, gençliğin kendinden başka toplumsal tabakalarla temasının en ciddi örnekleri arasındadır.
Gençliğin sosyalizme yönelmesi, iktidarı sorgulaması ve örgütlenmeye başlaması 1965 sonrasına tekabül eder ve bu canlılığın ideolojik mayası antiemperyalizmdir. FKF’nin TİP’in gençlik kolu gibi çalıştığı, ülke sathına yayıldığı ve antiemperyalist nitelikli eylemler düzenlediği 1967 yılını gençlik mücadelesinin kuruluş momenti olarak ele almak uygun düşecektir. Mayıs 1968’de Fransa’da başlayan öğrenci eylemleri etkisini Türkiye’de de hemen gösterir. Ankara ve İstanbul merkezli eylemler üniversite boykotu olarak başlar, sonrasında işgallerle devam eder. İşçi ve köylü hareketlerinin aksine gençlik eylemleri hızlıca kitleselleşir. TİP, gençliğin dinamizmini karşılayamaz ve Milli Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim tartışması devrimci gençlerin TİP’ten kopmasıyla sonuçlanır. Diğer sebep ise TİP’in kendi içindeki yaşadığı tartışmadır. SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgal etmesi tüm dünyada sosyalist ideolojide önemli bir kırılmaya yol açacaktır. Bu işgale karşı çıkanlar sosyalizmin özgürlükçü olması gerektiğini savunmaya başlamışlar ve bu özgürlükçülük giderek iktidar olmayı ve proletarya partisinin varlığını sorgulamaya kadar varmıştır. İşgali savunanlar ise SSCB’nin politik manevralarını bile eleştiremeyen statik ve atalet içinde hareket edemez yapılara evrilecektir. Bu tartışma TİP’i de böler; Mehmet Ali Aybar hürriyetçilik lehine işgale açıkça karşı çıkar ve partiden ayrılır. Hikmet Kıvılcımlı, özgürlükçülük etkisiyle işgale karşı çıkan ve bu karşı çıkışı doğrudan sosyalizmi ve proletarya diktatörlüğünü sorgulamaya kadar vardıran siyasal hatta “burjuva sosyalizmi” sıfatını takar. Gerçekten de günümüze kadar etkisi gösteren bu siyasal hattın, yani proletarya diktatörlüğünü, iktidarı ele geçirmeyi ve siyasal partinin merkeziyetçi rolünü benimsemeyen özgürlükçü çizginin başlangıç momenti TİP içerisindeki Prag Baharı tartışmasıdır.
TİP hem Mehmet Ali Aybar çizgisinin özgürlükçü eleştirileriyle yüzleşir hem de gençliğin dinamizmine göğüs geremez. Kıvılcımlı ise bu yılları teorik açıdan oldukça üst düzeyde karşılamıştır. TİP, koskoca bir parti olarak strateji ve devrim çizgisi üzerine tutarlı ve net görüşler ifade edemezken, Kıvılcımlı ardı sıra kitaplar yayımlar. 1965 yılında Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Tarih-Devrim-Sosyalizm, İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere, 1966 yılında İşçi Partisi’ne Teklif, 1968 yılında Üretim Nedir, 1969 yılında Türkiye’de Sınıflar ve Politika ile tüm bu süre boyunca Türk Solu, Ant, Aydınlık ve Sosyalist Dergilerinde çok sayıda makale yayınlanır. Kitap olarak 1970 yılında yayınlanan ama hem kaleme alış yılı hem de içeriklerinin ruhu olarak 1965-1969 dönemi ruhunu taşıyan, Halk Savaşının Planları, Oportünizm Nedir ve Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama eserlerini de bu dönem içinde değerlendirmek gerekmektedir. Bu saydıklarımız, o dönemde sadece kitap olarak yayınlanan makalelerdir. Kıvılcımlı’nın o tarihlerde yazılan ve daha sonra çeşitli yayınevleri tarafından ayrıca kitaplaştırılacak çok sayıda makalesi vardır.[33]
Kıvılcımlı’nın politik düşüncesinin temelinde onun Tarih Tezi yatar. Onun bütün politik tercihlerinde bir tür döngüsel tarih anlayışlarının varyantlarından sayılabilecek ilerlemeci olmayan çizginin izleri vardır. Bu tezde ilkin tarihsel devrim, sosyal devrim ayrımı yapar. Tarihsel devrimler ilkel sosyalist ve eşitlikçi ruhtan esinlenen barbarların medeniyete saldırmasıyla gerçekleşen devrimlerken, sınıflı toplumlar çağında artık sosyal devrimler söz konusudur. Fakat tarihsel devrimler geçmişte kalsa da sosyal sınıfların davranışlarına sinmiş bazı izler bırakmışlardır. Kıvılcımlı bunu vurucu güç olarak formüle eder. Kıvılcımlı’ya göre elbette yalnızca sosyal sınıflar siyasal partiler aracılığıyla devrim yaparlar ama politika sahnesinde hem tarihsel devrimler döneminden kalma izler taşıyan devlet sınıfları hem de gençlik, ordu vb. vurucu güçler önemli roller üstlenirler.
Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi’nin konu edinildiği Tarih-Devrim-Sosyalizm kitabı onun magnum opusu sayılabilecek türden her kilidi açan en temel metinlerinden biridir. Bu kitabın 1965 yılında yayınlanması ve sonraki politik metinlerin Tarih Tezi ve bu kitaba göre şekillenmesi Kıvılcımlı’yı oldukça tutarlı kılmaktadır.
Kıvılcımlı bu dönemde önce TİP’i eleştirir. 1966 yılında Uyarmak için Uyanmalı Uyanmak için Uyarmalı manşetiyle partinin niteliğini analiz eder ve kendi karşı tekliflerini yapar.[34] Değerlendirmesine TİP’in daha kuruluş aşamasındaki çelişkiyle başlar. Parti 1961 yılında işveren sınıfların istediği şekilde amaçsız, plansız ve programsız olarak sendikacılar tarafından kurulmuştur. Bu zaaf aydınlar ile giderilmeye çalışılmış, onlar da her biri farklı olan eklektik düşünceleri bir programda yan yana getirmeye çalışmıştır. Kıvılcımlı TİP’in 1965 tarihli programının sadece içindekiler kısmını bile onun program sayılmayacağı noktasında yeterli görüyordu. Programda yer alan “kişi” ve “toplum” ayrımının işçi sınıfının değil bizzat işverenlerin parolası olduğunu söylüyor ve programın kendisini emekten yana olarak tarif etmesini bilimsel sosyalizme ihanet olarak görüyordu. Çünkü emekten yana olan sistem zaten kapitalizmin kendisidir; sosyalistler emekten değil emek gücünden yanadır. Programda sık sık geçen “Türk işçi sınıfı” ibaresini de şovenizm kokusu olarak değerlendirir. Parti yöneticileri Türk işçi sınıfını bile fazla radikal bulmuş olacaklar ki, programda Türk ulusunun bütününün hakları, hürriyetleri ve yüksek menfaatleri için mücadele edeceklerini söylerler. Kıvılcımlı ise Türk ulusunun içinde finans kapitalistlerle tefeci-bezirgân hacıağaların da bulunduğunu ve gerçekten de onların kendi menfaatlerini savunamadıklarını, ancak işçi sınıfı içine bilerek veya bilmeyerek girmiş devrim kalpazanları aracılığıyla savunabildiklerini ironik bir dille anlatır.
TİP başlangıçta, içinde yer alan işçi çoğunluğundan dolayı işçici -Kıvılcımlı’nın deyimiyle ameleci- bir partiydi. Bu durum partiyi uvriyerist kılıyordu. Sonra partiye aydınlar doluştu ve bir anda görüldü ki adında işçi olan partide aydınlar çoğunluk sağlamışlar. TİP ikinci aşamada aydın partisi görünümü verdi. Bu sorun parti içindeki samimi aydınların da dikkatini çekmiş olacak ki, partide kota kararı alındı ve TİP’in bütün organlarında yüzde elli işçi çoğunluğu aranmaya başlandı. Kıvılcımlı’nın bu maddeye karşı eleştirileri oldukça kritiktir ve günümüz sosyalist partilerinde de sıkça rastladığımız kota sınırı için geçmişten süzülüp gelen bir kaynak görüş olarak düşünülebilir. Kıvılcımlı işçi kotası sayesinde çıkarcı sendikacıların işçi görünümüyle partiye girdiğini ve köşe başlarını tutuklarını söylemektedir. İşçi kotasını uygun bulmaması sadece böyle bir pratik sonuçtan ötürü değildir; Kıvılcımlı’ya göre aydın ve işçi bir kez partiye girdikten sonra kaynaşmalı, parti bu kaynaşma görevini üstlenmeli ve sonrasında elde sadece bir tek parti üyeliği bulunmalıdır. Yani işçi parti üyesi veya aydın parti üyesi yerine, dümdüz parti üyesi kimliği önceliklidir. Kıvılcımlı birinin partiye üye olurken aranacak özellikleri arasında zekâ, sosyal bilinç ve savaşçı karakter vasıflarını sayıyor. Partiye üye olduktan sonra ise kuru kıdemin değil bilgi, tecrübe ve enerjinin önemli olduğunu söylüyor. Böyle bir kaynaşma yaratılamadıkça koyulan kotaların zeytinyağı ve su gibi iki ayrı bloğa yol açmaya devam edeceğini söylüyor.
Kıvılcımlı TİP’i, ABA kısaltmasını kullandığı bir merkezin eline teslim edilmiş bir parti olarak görür. ABA, TİP liderlerinin soy isimlerinin kısaltmasıdır, Sadun Aren, Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar. TİP’in tepesindeki ilk tartışmanın Mehmet Ali Aybar’ın tasfiyesiyle sonuçlandığını, onun “baston yutmuş sosyalizm” temsilcisi olduğunu söyler. Behice Boran genel başkan koltuğuna oturduktan sonra da fikri değişmez; hatta partinin parlamentarist ve sendikalist olduğu konusunda daha da netleşir. “Bu bildiğimiz gibi, militan sosyalizm değildir. Bunun dünya ölçüsünde bilinen adına parlamentarizm denir. Ve o parlamentarizmi de destekleyen, sözde işçi örgütü sayılan sendikalizm vardır. Sendikalar, işçi sınıfı içine sokulmuş veyahut girmiş aristokrat işçilerin elinde olduğu için sendikalizm adını alacak tiptedir. Öteki beylerin, hanımlarınsa, politik davranışları tamamen parlamentarizm adıyla anılan, yani Meclis bülbüllüğü biçiminden öteye geçemedi.”[35]
Kıvılcımlı, dönem sosyalistlerinin bıkıp usanmadan tartıştıkları ve karşı kamplara ayrıldıkları MDD/SD ayrımını pek sahiplenmez ve bu konuda taraf olmaz. TİP’in bu tartışmada sosyalist devrimi sahiplenmesini ise TİP’in kendi programına bile karşı bulur. Kıvılcımlı’nın MDD tezlerine daha sonra eğileceğiz; ancak TİP’in sosyalist devrim savunusu ona göre her proletarya partisinin ve devrim stratejisinin vazgeçilmezi olan minima programı ihmal etmektedir. Kıvılcımlı sosyalizmi maksima program, demokratik görevleri ise minima programı olarak görür. Onun özgün teorik pozisyonu tam da bu ayrım sayesindedir. Kıvılcımlı TİP’in ABA’cı tepe kadrosu gibi sosyalizmin zamanının geldiğini düşünmez, ona göre daha yapılacak birçok minima program işi, yani demokratik devrim gereklilikleri vardır. Ancak demokratik devrim, ülkenin başında feodal, küçük burjuva, yarı burjuva veya komprador burjuvazi olduğu için gerekli değildir. Kıvılcımlı finans kapitalin yani adlı adınca büyük burjuvazinin Müdafaa-i Hukuk örgütlenmeleri aracılığıyla palazlandırıldığı ve 1930’lu yıllardan itibaren ise tam kontrolü sağladığını söyler. Birinci Milli Kurtuluş Savaşı denilen süreç, finans kapitalin Türkiye’ye girmesidir Kıvılcımlı’ya göre. O, iktidarda finans kapitalin olduğunu, tefeci-bezirgân sermaye ile anlaştığını ve bu anlaşmanın da devrimcilerin önüne bazı demokratik devrim görevleri koyduğunu, minima program başlığı altında ayrıntısıyla açıklar.
TİP ise kendi programının aksine demokratik devrimin tamamlandığını ve sırada sosyalizmin olduğunu söyler. Bu da öyle mücadeleci yöntemlerle değil bizzat seçimler sayesinde olacaktır. TİP liderlerinin “başa güreşmek” dedikleri şey, önlerindeki 1969 seçimlerinde TİP’in birinci parti çıkacağı beklentisidir. Zaten beklenilen aksine TİP yalnızca %3 oy alabilmiş ve milli bakiye sistemi de kaldırılmış olduğundan meclise sadece iki vekil yollayabilmiştir. Kaldı ki bu iki vekilden biri olan Mehmet Ali Aybar da iki yıl sonra parti üyeliğinden istifa edecektir.
Kıvılcımlı parlamenterist hayallerden ibaret parti olarak gördüğü TİP’in seçim yenilgisinden sonra teoriye sarıldığını söyler. “Kolayını sosyalizm üzerine genel laflar söylemekte buldular. Demokratik Sosyalizm, yok Güler yüzlü Sosyalizm, olmadı. TİP program ve tüzüğünü bile ciddiye almayan: ‘Sosyalist Devrim…’ Hele bu son silah hepsinden keskin düşüyordu. Çünkü TİP yöneticilerini her türlü Teorik ve Pratik uğraşılardan muaf tutan geleceğin ‘sosyalizm’ göklerine uçuyordu. Onlara gömüldükleri bataktan (parlamentarizmden), sağlam toprağa (halkı örgütlemeye) çıkmaları söyleniyordu.”[36]
Kıvılcımlı’da TİP kuruluş aşamasında uvriyerist, devamında aydınların sultasına girmiş, en sonunda ise kota koyarak bile bu iki cenahı kaynaştıramamış sendikalist ve parlamentarist bir partidir. Parlamentarizm hayalleri suya düşünce de bir anda azami program olan sosyalizmi savunmaya başlamışlar, bunu da devletin kuruluş momentini incelemeden ya da somut bir devrim stratejisi ve taktikleri oluşturmadan sırf laf kalabalığı olsun diye “sosyalist devrim” sloganına sarılmışlardır.
TİP böylesine yüksek perdeden siyasetle uğraşırken gençliğin gündemi giderek devrimcileşiyordu. 1968 Temmuz’unda İstanbul limanına gelen 6. Filo askerlerinin dövülmesi, polisin katlettiği gençlik önderlerinin cenazeleri, boykotlar, üniversite işgalleri, Ocak 1969’da ABD büyükelçisi Robert Commer’in arabasının yakılması, Şubat 1969’da Taksim’deki ABD protestosu ve paramiliter çetelerin saldırısı, Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinde bizzat Lübnan savaş hattında destek… Gençliğin devrimcileşmesinin ana ideolojisinin antiemperyalizm üzerinden olduğu kolaylıkla saptanabilir. Birçok fikir ayrılığı olsa da gençlik herkesin üzerinde ortaklaştığı antiemperyalist bir siyasal hat ile devrimcileşiyordu. Bu siyasal çizginin, TİP ile rekabet içerisinde, antiemperyalizm dolayımıyla Mihri Belli’nin şematize ettiği Milli Demokratik Devrim ile ifade olmaya başlaması elbette zor olmayacaktı.
Kıvılcımlı TİP’in yukarıda saydığımız içsel çelişkileri nedeniyle dağıldığını söyler; ama MDD’ciler bu dağılışı kendilerinden bilirler. Kıvılcımlı TİP’i eleştirirken ne kadar sert ve netse, MDD’yi eleştirirken de öyledir. Hatta Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama kitabının yalnızca bir bölümü TİP eleştirisine ayrılmışken üç bölümde doğrudan MDD eleştirisine yer verilir. Daha başından bu üç kelimenin yan yana getirilişini bile anlamsız bulur Kıvılcımlı. Milli ve demokratik kelimelerinin ardışık kullanımını uygun görmez, zira milli demek burjuva demektir. Lenin’in İki Taktik’te burjuva demokratik devrimi tabulaştırmadığını, birkaç ay süreyle geçerli gördüğünü, bu devrime önderlik edecek olan sınıfın işçi sınıfı olmasından ötürü de demokratik devrimin milli yahut burjuva kimliğinin tartışılamayacağını söyler. “Demek yeni sosyalistlerin kolay buldukları soyut kavramlı formülün aslı halk devrimidir.”[37]Yani Kıvılcımlı milli sözcüğü nedeniyle demokratik devrimin sınıf karakterinde ciddi bir hata yapıldığını belirtir. Demokratik devrim artık burjuvazinin görevi değildir, onu işçi-köylü ittifakı başaracaktır. Bu durumda da doğru adlandırma milli yani burjuva demokratik devrim olamaz, uygun isimlendirme halk demokratik devrimi olmalıdır. Bu noktada Kıvılcımlı’nın neden Kuvayımilliyecilik terimini sık sık kullandığı sorulabilir. Pek de tatmin edici olmayan cevabını Kıvılcımlı söyle açıklıyor: “Türkiye’de milli demokratik devrim: İlk Kuvayımilliyecilik veya milli mücadele yahut Kurtuluş Savaşı idi. Şimdi halka düşen Demokratik Devrime: İkinci Kuvayımilliye yahut Halk Kurtuluş Savaşı demek daha yerinde olur.”
Milli sıfatını burjuva ile eşdeğer gören, artık halk olarak adlandırılabilecek işçi-köylü sınıfının demokratik devrimi yapacağını söyleyen Kıvılcımlı’nın kendisinin Kuvayımilliye kelimesini kullanması bir çelişki olarak gözükmektedir. Kitabın ilerleyen sayfalarında Kıvılcımlı’nın niyeti ortaya çıkar. O, milli demokratik devrim terimini alafranga bulur, sırf yeni bir laf etmiş olunsun diye uydurulduğunu düşünür. Yoksa zaten kendisinin de içinde olduğu en eski sosyalist kuşak bunu çoktan, daha Vatan Partisi döneminde söylemiştir. Aslında Kıvılcımlı’nın en eski sosyalist kuşak derken kastettiği başka kimse yoktur, ortada en eski kuşaktan sadece kendisi vardır! Sözün özü Kıvılcımlı Vatan Partisi gerekçesinde ve 27 Mayıs ertesinde sık sık kullandığı bir siyasal çizgi olan ikinci Kuvayımilliyecilik ile çelişmemek için böyle bir ayrım koyar. Milli Demokratik Devrim zorlama, ithal edilmiş, saçma ve teknik açıdan yanlış bir tamlama iken, Kuvayımilliyecilik öz be öz yerel bir kavramdır ona göre. Kıvılcımlı birinci Kuvayımilliyeciliğin önderinin burjuvazi olduğunu, ikincisinin ise halk, yani işçi-köylü sınıfı olacağını belirtir.
Çokça yazıp çizen biri için kendi geçmişiyle çelişmemek gerçekten zor bir iştir. Hele hele Kıvılcımlı gibi politikaya niyetlenen, günün devrimciliğiyle yakınlaşmak isteyen biri için iyice zordur. İşte Kıvılcımlı milli kelimesini burjuva ile eşdeğer görüp onun karşısına halk terimini çıkarırken kendisine slogan olarak milli kuvvetler anlamına gelen Kuvayımilliyeciliği öneriyordu. Ha ilki olmuş ha ikincisi bizzat Kıvılcımlı’nın o dönemde MDD’yi eleştirmek için söyledikleri kendi sloganını da çürütmeye yetmektedir. O, milli demek eşittir burjuvazi demektir diyerek MDD’cilere çatmıştı, öyleyse Kuvayımilliye de burjuva güçler demek olmuyor muydu? Yine Kıvılcımlı’ya kulak verecek olursak, birinci Kuvayımilliye bir çelişki taşımamaktaydı, çünkü o burjuvazinin devrimiydi. Peki ya ikincisi? Hani ikincisi burjuvazinin değil de işveren sınıfı haricindekilerin yani halkın yani işçi ve köylü kitlelerin eseri olacaktı? O halde Kıvılcımlı neden ikinci Kuvayımilliyeciliğimiz, yani ikinci burjuva kuvvetler anlamına gelecek bir slogandan söz etmektedir?[38] MDD’ciliğe bu kadar sağlam karşı çıkarken halk demokratik devrimi gibi önemli bir formülasyonu inşa ederken, kendi geçmişiyle çelişmemek adına yahut gençliğe sempatik görünecek bir slogan bulmak niyetiyle, Kıvılcımlı kendi teorisinin aksine olan bir sloganı yaymaya çalışmıştır.
Esasında Kıvılcımlı hem popüler hem de bilimsel olmak ister, başaramaz. Hem kendi geçmişiyle çelişmemek ister hem de günü yakalamak ister ve maalesef yine başaramaz! Onun trajedisi aslında tam da budur, 27 Mayıs’ı överken, onun ABD tarafından tezgâhlandığını söyleyebilir, Mustafa Kemal’in Fransa’nın Restorasyon döneminin 18. Louis’ine benzediğini iddia ederken Vatan Partisi’nin Mustafa Kemal’in öğüdünü kulaklarında duyarak kurulduğundan bahsedebilir. Gençleri anlayalım derken onlara akla gelmedik aşağılayıcı sözler edebilir. Söyledikleri, düşündükleri, stratejisi hep doğrudur ama taktikleri sosyal ve ekonomik ilişkilerin ya önündedir ya da gerisinde! TİP’i eleştirirken haklıdır ama MDD’ci gençleri ıskalar, MDD’yi eleştirirken yine haklıdır fakat bu sefer de devrimcileşen örgütleri ıskalar. Teorik ve pratik bir türlü dikiş tutmaz.
Kıvılcımlı, MDD’ciliğin Türkiye’de emperyalizmi görmediğini, emperyalizm gibi bilimsel bir terimi yurtdışındaki emperyalistler ve yerli işbirlikçiler şeklinde skolastik bir biçime soktuğunu ifade eder. Oysaki bunu iddia etmek tekelci kapitalizmi pas geçmek veya Türkiye’yi Afrika kabileleri ile eşdeğer görmektir. Yine MDD’cilik Kurtuluş Savaşı’nı küçük burjuva önderlikli bir demokratik devrim olarak görür. Kıvılcımlı buna fazlasıyla sinirlenecektir. Çünkü Kurtuluş Savaşı, basbayağı burjuvazinin devrimidir ve finans kapital Türkiye’ye bu sayede hâkim olmuştur. “Kemalist Devrim=Küçük burjuva devrimi demekmiş. Bu her şeyden önce Birinci Kurtuluş Savaşı’nın egemen sınıf karakterinde yanılmaktır. Gerçi küçük burjuvazi de bir burjuvadır ama asıl Büyük Burjuvazi ile taban tabana zıt bir sosyal kategoridir.”
Kıvılcımlı, MDD’cilerin bu tarih ötesi tezleri nedeniyle TİP karşısında rezil olduklarını, ideolojik açıdan yenildiklerini söyler. Kemalizm ile sosyalizmi aşılır duvarlı sanmak küçük burjuvalıktır Kıvılcımlı’ya göre. Peki, bu durumda Hikmet Kıvılcımlı’nın 1950’lerden beri sürüp giden Mustafa Kemal övgülerine ne diyeceğiz? Yine mi bir çelişkiyle karşı karşıyayız? Sloganlar düzeyinde bir çelişki söz konusudur; ama Kıvılcımlı için ayrımlar gayet nettir. O, proletarya partisi amacını güder ve bunun için faaliyet yürütür. Öncü güç proletarya partisidir, temel güç işçi sınıfıdır, yedek güç ise köylülerdir. Bunun dışında, bir de gençlik, ordu ve devlet sınıflarının bir kısmı gibi vurucu güçler vardır ki, bunlar Türkiye’nin devrim orijinallikleridir. Yani Kıvılcımlı tutarlı tezlerini hep kafasındaki proletarya partisine saklar. Partinin minima programı için sınırları iyice esnetir. O sınırların da vurucu güçlerle delik deşik edilmesine aldırış etmez; hatta bu akınları olabildiğince destekler. Kıvılcımlı’daki bütün çelişkili tezler sloganlar düzeyindedir ve hepsinin de kapsamı vurucu güçler içindedir. Derin teorik meselelerde ve mevzu bahis proletarya partisiyle devrim konağı olunca hiç de çelişkili sözler etmez. Onun niyeti hep politikaya temas etmektir. Gençliğin TİP’ten koparken antiemperyalist bir siyasal çizgide ortaklaştığını görür görmez, Kıvılcımlı da vurucu güç olarak gördüğü gençliğe bol bol Mustafa Kemal, Kuvayımilliye ve vatanperverlik cümleleriyle etki etmek istemiştir. Yoksa Kıvılcımlı Kemalizm’in sol taraftan savunulmasının ne tür sonuçlara yol açacağının gayet iyi farkındadır. Daha yolun başındayken, 1927 yılında, cumhuriyet döneminin sol içindeki ilk muhbirleri, itirafçıları sayılabilecek olan Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir’in devlete bütün TKP belgelerini vermesi nedeniyle tutuklanır. Bu ikili sonradan Kemalizm’in soldan en büyük destekçisi olacak Kadro Dergisi’nin kurucuları olacaktır. Bu çizgi, Yön dergisiyle de 1960’larda varlığını devam ettirmiştir. Kıvılcımlı sol Kemalistlere fiziken zaten uzaktır, ideolojik olarak da her fırsatta bu akımın kofluğunu gözler önüne serer. “Çizme, yalamakla da parlar, cilalamakla da. Birinci Milli Kurtuluş devrimcileri çizmelerini Kadrocular’ın burunlarına uzatarak: ‘Hadi bakalım parlatın!’ dediler. Kadrocular dillerini ve inanlarını bahşiş uman lostracı şavkıyla kullanarak çizmeleri yaladılar. Devrimci çizmeler salyalarıyla parlamıştı. Salya kuruyunca, eskisinden beter donuklaştı. Mussolini ve Hitler’in çizmeleri kadar olsun cilalanamadı. “Yazık oldu nasırdan ölen Süleyman Efendi’ye!” Devrimcileri çizme yalattıklarına pişman ettiler. O “ideolog” palyaçoluğu, çoğu aydınlarımız gibi sosyalistlerimize de ders oldu mu?”[39]
1967 ve 1970 yılları arasındaki eylemlere baktığımızda başlık olarak genellikle antiemperyalizmi ve üniversite gençliğinin kendine özgü sorunlarını görüyoruz. NATO’ya hayır mitingleri, ABD askerlerine karşı düzenlenen eylemler ve üniversite yurtları eylemleri dikkat çekiyor. Bir de Kıvılcımlı’nın kendi pratiğine bakalım: İşsizlik ve pahalılıkla savaş. Kıvılcımlı sloganik metinlerinde vatanperverliğe övgü edebiyatı yapıyor olabilir; ama kendi pratiği daima proletarya partisinin minima programı olarak gördüğü ekonomik sorunlara odaklıdır. Gençlik eylemlerinin ve anti-emperyalizm rüzgârının doruğa çıktı bu yıllarda Kıvılcımlı küçük de olsa dar da olsa kendi pratik politikasını 1950’lerde kurduğu Vatan Partisi’nin gerekçesi ve programı ile ifade eder.
Kıvılcımlı gözünü gençliğe dikmişken, aklında hep çok daha geniş kitleler yani proletarya partisinin zemini olabilecek işçi sınıfı vardır. Bu nedenle de antiemperyalizm gibi kavramları değil işsizliği ve pahalılığı öne çıkarır, bu sorunların işçi sınıfına değebileceğini düşünür. Yani aynı anda çok şey yapmak ister; hem vurucu güç olan gençliği sloganlar düzeyinde etkilemek ister hem de proletarya partisinin örgütlenmesine zemin olacak ekonomik sorunlar odaklı bir minima programı uygulamak ister. Bilindiği üzere ikisi de tatmin edici sona ulaşmaz.
Kıvılcımlı bu dönemde gençliğe hep samimi ve sıcak mesajlar verir. “O bakımdan, gençliğe ne yapmak istediği sorulamaz, onun ne yaptığına bakılır. Yaşlılar, hiç değilse gençlerin yaptıklarını düşünebilmelidirler.”[40] “Gençliğin devrimciliği, toplumumuzun birinci modern gelenek göreneğidir. Gelenek görenek: Tarih temelinde yürüten üretici güçtür. Yoktur ona diş geçirecek güç insanlıkta.”[41]
Övgülerin yanında satır aralarında ciddi uyarılar da yer alır. Kanlı Pazar olarak bilinen, 1969 Şubatında yaşananlar Kıvılcımlı’da derin kaygı uyandırır. Olayların arkasındaki gücün ABD ve CIA olduğunu vurgular. Zaten Türkiye’deki sistem kapitalizm oldukça, ABD’nin burnunu sokmaması neredeyse imkânsızdır. Beyazıt Meydanı’ndan Taksim’e ABD ordusunun 6. Filo’sunu protesto etmek için yürüyen otuz bin kadar solcu genç, meydanda önceden yuvalanmış çetelerin saldırısına uğrarlar ve iki kişi öldürülür. Organize saldırı sırasında polis müdahale etmez. 6. Filo’yu protesto etmek dönem gençliğinin antiemperyalist nitelikli eylemlerinin en bilinenlerinden, 1967’den beri sık sık tekrarlanmıştır. Kıvılcımlı bu eylemin sonuncusu için “Otuz bin Müslüman’ı Beyazıt’tan Taksim Opera yapısına dek kuzu kuzu götürmek çok hoşa gidebilir. Ama Taksim parkında çöreklenmiş üç buçuk Finans-Kapital gangsterinin ekmeğine yağ sürerce, toplum polisinin bilmeyerek alet edildiği hinoğlu hince tuzağa baştankara düşürtmek: 6. Filo helikopterinin göte yellenen kahkahası altında, üç bin kişi önünde otuz bin kişinin it dalamış keçiye döndürülmesi ne güzel şeydir, ne de hoşa gider.”[42] der. Kasım 1968’de düzenlenen Mustafa Kemal yürüyüşünü de Kanlı Pazar ile birlikte değerlendirip ağır sözlerle tenkit eder Kıvılcımlı. Organize olamayan, düşmanları tarafından çabucak ezilen bir yürüyüş hiç yapılmasa daha iyidir! Gençlik finans kapitalin, CIA’in ve ABD’nin tezgâhına düşmüştür.
Garbis Altınoğlu, Kıvılcımlı’yı incelediği ve büyük kısmında da onun tam karşısında yer alarak, onu devletçi ve gerici bularak eleştirdiği kapsamlı ve hacimli kitabında, Kıvılcımlı’da bütün kitle hareketlerine karşı bir takıntı, CIA ve ABD kaynaklı bir provokasyon saplantısı olduğunu iddia ediyor. Zira Kıvılcımlı sadece Türkiye’deki devrimci gençleri ABD tezgâhına düşmekle, tedhişçilikle, Narodniklikle suçlamaz, o 1968’deki küresel kitle hareketlerine bile karşıdır. 1968 yılındaki yaygın öğrenci eylemlerini Fransa-ABD çelişkisi üzerinden okuyor, ABD’den bağımsız hareket etmeye başlayan ve SSCB ile yakınlaşan Charles De Gaulle’ün eylemler nedeniyle iktidardan düşmesini CIA tezgâhı olarak görüyordu. Kıvılcımlı İtalya ve Türkiye’deki sosyalist partilerin 68 eylemleri ardından darmadağın olmasını da benzer tezgâhlar olarak görüyordu. Yani Garbis Altınoğlu, bizim yukarıda iddia ettiğimiz üzere Kıvılcımlı’nın gençleri kendi eksenine çekmek için birtakım manevralar yaptığını veya jeopolitik okumalar yaptığını düşünmez. Altınoğlu İtalya ve Türkiye benzerliğini doğru verilerle çürütmekle kalmayıp Kıvılcımlı’da kökten ve düzeltilemez bir sorun görür. “Dahası onlar dikkatleri emperyalistler arası çelişmeler üzerine (H Kıvılcımlı) ya da öğrenci hareketinin liderlerinin küçük burjuva devrimci bakış açısına (Y. Küçük) çekerek 1968 hareketini küçümsemeye kalkıyor ve De Gaulle’ün kendine özgü dış politikasından hareketle bu bayı adeta antiemperyalist ilan etme noktasına yaklaşıyorlar. Bu onların, kitlelerin devrimci savaşımından hiç ama hiçbir şey anlamadıklarını ve içgüdüsel olarak ya da yarı bilinçli bir tarzda tekelci ve diğer burjuvazinin yanında saf tuttuklarını göstermektedir.”[43]
Kıvılcımlı jeopolitik ekseninde “aşırı okuma” yapmış olabilir; ama Altınoğlu çok daha büyük bir hata yapıyor. Kıvılcımlı’da saplantı sayılabilecek tek bir şey vardır, o da proletarya partisinin gerekliliği ve varlığıdır. Kaldı ki bu hiç de fena bir takıntı sayılmaz. Mevzu bahis tarihe geri dönelim, dünyanın birçok ülkesinde komünist partiler iktidarda, Afrika ve Asya ülkeleri ulusal kurtuluş mücadeleleriyle çalkalanıyor. Bu mücadeleler de öyle gelip geçici hevesler değil muzaffer devrimlerle sonuçlanıyor ve her birinin arkasında da sağlam işçi sınıfı partileri veya ulusal kurtuluş örgütleri yer alıyor. Kıvılcımlı da bu kuşağın içinden başarıya odaklı bir devrimci olarak, işin içinde proletarya partisinin olmadığı hareketlere kuşkuyla yaklaşıyor. Garbis Altınoğlu’nun Kıvılcımlı’nın kitle hareketlerine provokasyon ve ABD tezgahı şüphesiyle neden uzak durduğu sorusunu tersine çevirelim. Her tezinde öncü gücü siyasal parti ve temel gücü işçi sınıfı olarak formüle eden Kıvılcımlı, neden ilk karşılaştığı öğrenci ayaklanmasına övgüyle katılsın? Bu soru, Altınoğlu’nun üzerine çok emek harcanmış devasa boyuttaki eserinde bulunan en az yüz sayfalık eleştiriyi karşılayacak bir sorudur.
Devrimci gençlik Kıvılcımlı’ya yöneliyor (1969-1970)
Gençlik örgütleri TİP’ten ayrılıp, Mihri Belli’nin şematize ettiği MDD teorisinin de onları sınırladıklarını fark ettikten sonra yeni ve bağımsız arayışlara yöneldiler. Esasında bu evre çok hızlı gerçekleşmiştir. THKO ve THKP’nin liderleri arasında 1970’lerin başında birlik görüşmesi olsa da anlaşma sağlanamaz. 1970 yılı her iki örgütün de kuruluş yılıdır, fakat bu iki örgütün topluma adlarını duyurdukları bildirilerin, propaganda dergilerinin veya propaganda deklarasyonlarının tarihi 1971 yılının başlarıdır. Önce THKO’nun bir dizi eylemi gelir, ardından ise THKP/C’nin. Yani 1970 yılı her iki örgütün de ertesi yıl isimlerini duyuracakları eylemlerin ve gruplaşmaların yaşandığı hareketli bir hazırlık yılıdır. Doğu Perinçek’in liderliğindeki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) ise daha hızlı davranmıştır, 1969 yılında parti kuruluşunu gerçekleştirmiştir. TİİKP 1970 yılında Filistin direnişine militanlarını parti olarak gönderir. THKO ise 1969 yılında çekirdek kadrosundan militanlarını gönderse de bu adım parti kuruluşundan önce atılmış bir adımdır. Yani THKO’lular militanlarını parti kurulmadan önce, ülkedeki silahlı direnişe hazırlık amacıyla Filistin’e gönderirken, TİİKP yasa dışı parti kurulduktan sonra FDHKC ile yapılmış bir dizi anlaşma sonucunda militanlarını sıcak savaşın içerisine göndermişlerdir.
1970 yılı, devrimcilerin yol aradığı bir yıldır. 6. Filo protestoları, üniversite ve yurt işgalleri, yürüyüşler bir noktada tıkanmış, bir siyasal strateji etrafında örgütlenmenin gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte Filistin direnişi ile dayanışma, kırsal bölgelerde mevzilenme, büyük şehirlerde ses getirecek eylemler ve sol askeri darbe eğilimleri, canlı bir sosyalist ortam yaratmıştır.
Geçmişe bakıldığında, 1970 yılı, içeriği itibarıyla dinamik görünse de Kıvılcımlı gidişattan hiç memnun değildir. Gençliğin devrimci kesimi arayış içinde olduğundan onun fikirlerine de ilgi göstermiş, kendisi birçok seminer ve panele davet edilmiştir. Kıvılcımlı ve yakın çevresinin yayınladığı Sosyalist Gazetesi‘nin tirajı da fena değildir. Kıvılcımlı devrimcilerin kendi içindeki ayrımlarını, birbirleriyle kavgaya varan çelişme noktalarını hiç samimi ve üretken bulmaz. Hatta bu ayrımlar üzerine bölünüp politika yapmayı çetecilikle eşdeğer görür.
Pratik açıdan Kıvılcımlı’nın, Deniz Gezmiş başta olmak üzere bazı gençlik liderlerini kendi evinde ağırladığı, onlarla düzenli sohbet ettiği bilinmektedir. Sol askeri darbe hazırlıklarından ise Sarp Kuray aracılığı ile haberdar olduğu ancak destek vermediği, Selahattin Okur vasıtasıyla da gelişmeleri takip ettiği bilinmektedir.[44] Kıvılcımlı, tıpkı son iki üç yılda yazdığı ve yaptığı gibi işçi sınıfı içinde kök salmak, işsizlik ve pahalılık sorunu etrafında örgütlenmek ve çelik çekirdek bir proletarya partisini örgütlemek niyetindedir. İçinde İPSD’nin (İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği), inşaat işçilerinin ve Sosyalist Gazetesi çalışanlarının olduğu dar sayılabilecek bir çevresi ve takipçisi vardır. Dar olsa da hummalı bir çalışma sayesinde Kıvılcımlı grubu da tıpkı TİP, Beyaz Aydınlık, Kırmızı Aydınlık gibi bir çevre olarak kendisini ifade etmeyi başarmıştır. Yani Hikmet Kıvılcımlı, o dönemde sadece seminerler verip, yazılar yazıp gençlere yukarıdan ahkâm kesen bir entelektüel değildir. İleri yaşına ve hastalıklarına rağmen doğru bildiği eksende siyaset yapmaya uğraşmıştır.
1969 ve 1970 yılı boyunca yapılan seminerlere bakmak Kıvılcımlı ile devrimci gençliğin temasına örnek olması açısından verimli olacaktır. Bu seminerler ve konferanslar bir anlamda susuş kumkumasının yarılması için önemli fırsatlardır. Yine Kıvılcımlı hem Proleter Devrimci Aydınlık’ta hem de Aydınlık Sosyalist Dergi’de yazmıştır. Bu iki derginin ikisine birden yazmak, yazabilmek yani birbirlerini kıyasıya eleştiren grupların ikisinden de onay alabilmek yine dönem devrimciliğine seslenmek için önemli girişimlerdendir.
İPSD lokalinde dört kez Dev-Genç Seminerleri düzenlenir. TİP Beşiktaş şubesinde 25 Şubat, 6 Mart ve Gaziosmanpaşa şubesinde 15 Şubatta üç tane seminer verir. Bu seminerlerde neredeyse bütün konu başlıklarına vakit kalır. Tarih tezinin belkemiğini oluşturacak tarihsel devrim-sosyal devrim ayrımı, barbarlık-medeniyet çelişkisi, Osmanlı ve cumhuriyetin sosyal ve ekonomik yapısı, emperyalizm teorileri, gençliğin birbiriyle tartıştığı devrim stratejileri, neredeyse konuşulmadık konu kalmaz! Bu konuşmalarında kendisinin de yazı yazdığı Aydınlık Dergisi’nin ikiye bölünmesini küçümser Kıvılcımlı. İçinde pratiğe dair bir şey bulunmadığı için PDA’yı okumaya değer bulmadığını söyler. Oysaki gençlik Aydınlık’ın ikiye bölünmesine ve bu bölünmeler etrafında doğan çizgi farklılıklarına kafa yormakta, onları önemsemektedir. Kıvılcımlı “Bu bence devrimci çalışma değil arkadaşlarım. Yani, daha acı, daha sert konuşalım birbirimizle. Bu tarzda kıyamete kadar bir çizgi çizsek, o çizgiler içinde yolumuzu şaşırmaktan başka bir sonuca varamayız. Hizaya gelip çalışmak lazım! Ordulaşmak lazım! Bugüne kadar çete harbinden kurtulamamışız. Çete harbinin de en dejenere şekli: Laf için laf, edebiyat için edebiyat yapıyoruz.”[45]
Adında ordu geçen örgütlerin kurulmaya çalışıldığı, Filistin’e militan gönderildiği ve kendini devrim davasına adayacak militan ruhunun olgunlaştığı ortamda Kıvılcımlı’nın fraksiyon farklılıklarının iş yapmayı engelleyecek kadar kavgalara neden olması noktasında yaptığı uyarı doğrudur. Fakat Kıvılcımlı pratik olarak ne önermektedir? Seminere katılanlara Beşiktaş etrafında yer alan fabrikaları kastederek çağrı yapar: “Üç tane 100 kişilik fabrika var. Biz kaç kişiyiz? 220’yiz ama içimizde 20 kişi var. O halde bu üç fabrikaya 20 kişiden 7’şer kişi ayıracağız ve onlara hedef göstereceğiz. Bu 7 kişimiz bu hafta falan fabrikaya taarruza kalkıyor. Yani savaşta değil miyiz? Siyasi savaş… Silahlı savaş taarruzu değil tabii, anlıyoruz…” Bu sözlerin dinleyenler veya daha sonra duyacaklar arasında aklında silahlı savaş taarruzu olanların çoğunlukta olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Kıvılcımlı’nın pratik önerileri tabii ki bu kadar basit değildir. O, Ekim 1970’te sosyalist kamuoyuna açık olarak derleniş çağrısı yapar. Aydınlık Dergisi de o sıralarda iyice birbirinden kopan devrimcileri toparlama arayışı içindedir. Fakat Kıvılcımlı Aydınlık Merkezi İrtibat Komitesi’ni fazla yuvarcık (çete) bulur. Acilen Devrimci Derleniş Komiteleri kurulmalıdır. Kıvılcımlı kendi önerileri dışında hiçbir girişimi, bu girişim proletarya partisi çağrısı olsa bile beğenmez. Zaten ona göre Vatan Partisi programı hepsinin önündedir, köklüdür ve toparlayıcıdır. “Ufak yuvarcıkların cephe gerisinde iktidar yırtınmaları, finans-Kapital’in oyununa çanak tutmak demektir.”
Zaten mesele de iktidar olmak noktasında düğümlenmektedir. Devrimci gençler, gençlik örgütü olmaktan çıkıp Marksist-Leninist silahlı partilere dönüştükçe iktidar olmayı hedeflediler. Dönemin devrimci ruhu da bunu tetikliyordu. Küba, Vietnam, Çin, Yugoslavya devrimleri… Fakat Kıvılcımlı içinde bulunulan aşamayı devrim değil evrim konağı olarak tarif ediyordu. Evrim konağı içinde bazen yükseliş bazen de alçalış dönemleri olabilirdi, belki şu an yükseliş dönemi söz konusuydu ama net soruya keskin cevap şöyleydi: “Hangi objektif durumdayız? Biriken evrim konağındayız.”[46]
Kıvılcımlı kendi tezlerini böyle ifade ettikçe, Türkiye’nin devrim konağında olduğunu düşünen gençlikle arasındaki makas iyice açıldı. Zaman zaman “Onun için ben eski bir arkadaşınız olarak, her iki tarafa her üç tarafa, kaç taraf varsa içimizde hepimize ayrı ayrı rica edeyim: Aman çocuklar! Kardeşçe tartışmaktan, ithamdan önce birbirimizi anlamaktan vazgeçmeyelim.” şeklinde babacan sözler de ediyordu.[47] Mahir Çayan ise tüm bu sözlere karşılık onun hakkında sadece “Türkiye Sol’unda Doktor Kıvılcımlı’nın bir yeri vardır. Geçmişine saygılıyız.” diyecektir.[48] Kıvılcımlı’nın çelik çekirdek kadrolara sahip proletarya partisi çağrıları, devrimci derleniş komitesi önerileri yalnızca onun geçmişine saygı duyularak geçiştirilecektir.
Kıvılcımlı’nın seminerler, konferanslar, görüşmeler ve çağrılarla dolu devrimci gençlikle temas deneyimi amacına ulaşmayacak, yollar ayrı düşecektir.
Kıvılcımlı devrimci kopuşun dışında kalıyor (1970-1971)
Kıvılcımlı devrimci gençliğe dair eleştiri dozunu artırdıkça iletişim de imkânsız hale gelir. Muhtıra sonrasında Kıvılcımlı ve gurubu, silahlı mücadele yürütmeye niyet eden örgütlerin dışında kalır. Silahlı mücadeleye karar veren örgütler her ne kadar bir sene öncesine kadar kafa göz yararcasına kavga etmişlerse de siper yoldaşlığını başarırlar. Hapishane firarları, banka soygunları, silahlı eylemler, Nurhak, Kızıldere hep yoldaşça ve birliktedir. Kıvılcımlı ise hastalığı ilerleyince ve hakkında açılan davada bir numaralı sanık olarak aranmaya başlayınca yurtdışına çıkmaya karar verir. Bilindiği üzere bu yolculuk tarihsel TKP’nin bir trajedisini gün yüzüne çıkartacak, Kıvılcımlı’nın ülke ülke kovulmasıyla sonuçlanacak ve Hikmet Kıvılcımlı bu hırgür içinde Yugoslavya’da hayatını kaybedecektir. Yani Kıvılcımlı başka bir yol çizecek, 71 silahlı devrimciliğinin eylemlerle açılan ilk perdesinde eleştirilerini yapmayı sürdürecek ama devrimci kopuşun ikinci perdesini görmeye ömrü yetmeyecektir. Yani Kıvılcımlı ve 71 ilişkisini noktalandırmak imkânsızdır, çünkü Kıvılcımlı’nın uzun sayılabilecek biyolojik ömrü devrimci gençlerin destansı siyasi ömürlerine, onların şahadetine kadar yetişmemiştir.
1971’in ilk ayında Mahir Çayan ve Yusuf Küpeli nasıl bir direniş stratejisi oluşturmalı sorusuyla, Kıvılcımlı ile tartışmak için Sosyalist’in İstanbul’daki bürosuna giderler. Kıvılcımlı bu sırada büroda değildir, prostat kanserinden dolayı kanamaları arttığı için hastanede yatmaktadır. Çayan ve Küpeli hastanede Kıvılcımlı’yı ziyaret ederler. Küpeli’nin belirttiğine göre, Kıvılcımlı onlara sadece ameliyatından söz etmiştir. Sonunda, 5 Mart’ta Mihri Belli, Mahir Çayan ve Hikmet Kıvılcımlı’nın katılacağı “Büyük Derleniş ve Proletarya Partisi” konulu bir konferans düzenlemesi konusunda anlaşılır. Kıvılcımlı Konferansın düzenleneceği Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gittiğinde, “Halk savaşı başlamıştır. Konferans falan olmaz” sözleriyle karşılaşacaktır.[49]
Artık bu aşamadan sonra Kıvılcımlı ile silahlı mücadele veren örgütler arasında bir temastan bahsetmek söz konusu değildir. Kıvılcımlı, Kurtuluş Savaşı yıllarından bahsederken, Ankara’da savaşın sürdüğü günlerde, İstanbul’daki sosyalistlerin bildiri dağıtmakla meşgul olduğundan yakınırdı. Bu konferansta ise, gençlik benzer eleştiriyi kendisine yönetmiştir. Kıvılcımlı o güne değin birçok uyarı yapmıştır; bunların 1967-1969 arasındaki bölümünün gençliğin, TİP’in ve dergi çevrelerinin oldukça ilerisinde olduğundan bahsetmiştik. Giderek devrimci gençler halk savaşı olarak tarif ettikleri bir seçimi yapmışlardır ve onların zihinlerinde politika bundan böyle iki kampta algılanmıştır: Bir yanda silahlı mücadele veren devrimciler, öte tarafta ise pasifistler. Kıvılcımlı için yeterince karmaşık olan politik atmosferi böyle kolayca tarif etmek imkânsızdır.
O, hala merkezinde çelik çekirdeğin olduğu, kollarının ise işçi sınıfının içlerine değdiği bir parti kurulmasında ısrarcı oluyor, bu kuruluş için de derleniş çağrılarını sürdürüyordu. Gençlik onun eksenine girmedikçe uyarıların dozu artış gösteriyordu. Kıvılcımlı, silahlı mücadeleye karar veren yapılan hepsini yuvarcık olarak görüyor ama son bir sabırla(!) hepsini aynı kefeye koymuyordu. Türkiye’de iktidar mücadelesi vermeye çalışan devrimci ortamı beş kola ayırıyordu. Bu kolların ilki TİP’ti; bu partinin parlamentarizm ve sendikalizm ile lekeli olduğu çoktan açığa çıkmıştı. İkinci kol Kıvılcımlı’nın çete yaratıcılığı adını verdiği gençliğin vurucu güç biçimiydi. Bu kolda işçi sınıfı ve yığınlarla gerektiği gibi iletişim kuramamış olan Dev-Genç yer alıyordu Diğer iki kol ise Proleter Devrimci Aydınlık (Ak Aydınlık) -bu kol TİİKP ile bağlantılıydı- ve Aydınlık Sosyalist Dergi’ydi (Al Aydınlık). ASD Mahir Çayan grubunun yazılarını yayınladığı dergiydi. Kıvılcımlı PDA’yı şabloncu buluyor, Çin ve Mao’dan yanlış aktarılmış devrim stratejilerinin ülkenin ihtiyaçlarıyla uyumsuz olduğunu söylüyordu. Sovyetleri sosyal emperyalist olarak nitelemelerini ise CIA oyunu olarak görüyordu. Kıvılcımlı’nın ASD’ye olan eleştirileri daha ölçülüdür; asker-sivil bürokrat tanımlamasını eleştirir, bu tanımlama ile eğer bir tür vurucu güç kastediliyorsa bile bunun asla sosyal sınıfların yerini alamayacağı belirtir, TC’nin kuruluş yıllarında iktidara geçen sosyal tabakanın finans-kapital değil de küçük burjuvazi olarak tanımlanmasını hatalı bulur. Beşinci kol ise alçakgönüllülükle, çalışkanlıkla ve büyük bir gerçekçilikle bu dağınık ortamı reorganize edecek olan koldur. Bu ise Kıvılcımlı’nın izleyicilerinden başkaları değildir!
Kıvılcımlı’nın PDA eleştirileri okunurken, derginin en önemli yazarı olan Doğu Perinçek’in yıllar içerisinde karşı-devrimci hatta sürüklenmesinin verdiği özgüvenle, o kesime yönelik ettiği ağır sözler hep başarılı öngörülermiş gibi sunulur. Böyle bir bakış, Kıvılcımlı’nın düz takipçileri nezdinde, onun devrimci gençliğin geneline yönelik ağır sözlerinin sorumluluğundan kaçmak için de uygun bir yol gibi durmaktadır. Kıvılcımlı takipçilerine göre evet, Kıvılcımlı ağır sözler söylemiştir fakat bunları büyük ölçüde sadece PDA için söylemiştir. Eh, sonunda da Perinçek’in geldiği nokta itibarıyla hiç de haksız ithamlar değildir bunlar. Hatta doktorcu cenaha göre Kıvılcımlı ta o zaman Perinçek’in ne olduğunu anlamıştır! Biz Perinçek’in muhtıra yıllarında veya ona yakın dönemde bir şekilde hayatını kaybetmiş olacağını farz edelim; Kıvılcımlı’nın CIA sosyalizmi öngörüsü asla doğrulanmayacaktı. Kıvılcımlı’nın gençliğe karşı söylemiş olduğu ağır sözlerin sorumluluğu belki daha da çok artacaktı. Dolayısıyla bugünden geriye bakarken, Perinçek’e karşı söylenmiş sözleri devrimci gençliğin geneline, bir biçimde Maocu hattı benimsemiş olanlara, örneğin İbrahim Kaypakkaya çizgisine karşı söylenmiş gibi ele almak daha dürüst bir tutum olacaktır.
Ayrımlar nettir. Kıvılcımlı ülkenin devrim değil biriken evrim konağı içinde olduğunu düşünür; bu konakta silaha sarılmak vahim bir hatadır! Hatta Kıvılcımlı bunu basit bir hata olarak da görmez; eğer böyle bir kalkışma olacaksa “Bir sektin (tarikatın) antuzyazmı ne denli keskin hatta haklı bulunursa bulunsun, yuvarcık durumu sürüp giderse; (…) kaçınılmaz olan devrimci yanılgılarını ve saçmalamalarını ebediyen ölümsüzleştirecektir.”[50]
Eğer Kıvılcımlı bu kehanetinde yüzde yüz haklıysa, devrimci yanılgılar ve saçmalamalar ebedileşti! Çünkü Kıvılcımlı’nın ölümünden sonra da onun yuvarcık durumu olarak tarif ettiği şey devam etmiştir. Eğer Kıvılcımlı haklıysa, bizler de şimdilerde ebedi yanılgılar içinde debelenip duruyoruz demektir. Hiçbir yanılgının ebediyen sürmeyeceği bir yana, zaten gerçekte Kıvılcımlı’nın düşündüğünün tam tersi olmuştur. Antiemperyalizm, gerillacılık ve silahlı mücadeleye yönelen gençliğin dinamizmi, tam da Kıvılcımlı’nın tarif ettiği “vurucu güç” misyonuyla devrimciliği yeniden üreten başlıklar haline gelmiştir. Devrimcilik 70’lerin ikinci yarısıyla 90’larda bu kanaldan türeme imkânı bulmuştur. Silahlı mücadeleyi merkeze alan siyasal stratejiler doğrudur ve herkes mutlaka onu savunulmalıdır amacıyla söylemiyoruz, Kıvılcımlı’nın genişlemek ve çoğalmak maksadıyla kullandığı argümanların bir türlü çoğalamadığını, bir türlü genişleyemediğini söylemeye çalışıyoruz. Eğer Türkiye ve Kürdistan topraklarında pratik devrimci çizgi varsa veya var olduysa tam da Kıvılcımlı’nın dar grupçu, çeteci, mahfil diye nitelediği kadrolar ve onların izlerini sürenler sayesinde olduğunu vurgulamak gerekir.
Kıvılcımlı cenahında ise, onun devamcıları zaten bu damar ile buluşmuşlar ve pratik anlamda sorun kalmamıştır. Sözün özü Kıvılcımlı’nın ayrımları ve önerileri, o hayatını kaybettikten sonra TSİP çarpıtmasıyla bile olsa, bir türlü hayata geçmemiştir. Onun ikinci Kuvayımilliyecilik şiarını önerdiği dönemde gençlik TİP’te yer almış, proletarya partisi dediği vakitte gençlik MDD çizgisini tercih etmiş, anarşi yok büyük derleniş sloganını savunduğu konakta ise gençlik silaha sarılmıştır. Kıvılcımlı’nın ayrım noktaları onun dilediği gibi hayata geçseydi, ne olurdu bilemeyiz. Fakat geçmemiştir, olgular böyledir. Tam da onun hotzotçuluk dediği çizgiden devrimci maneviyat yeşermiştir, bu vaziyet bir vakıadır. Bu çizginin artık geri dönüşü yoktur. 71 sonrasından 2000’lere kadar süregelen devrimcilik, öncesiyle karşılaştırıldığında, örneğin 60’lar veya 30’lar ile kıyaslandığında belirgin bir tutarlılık, örgütlülük, kitlesellik ve devamlılık barındırır. İfade etmek gerekir ki bu üstünlük, 71 devrimci kopuşu sayesindedir.
Yine ifade etmek gerekir ki Kıvılcımlı’nın dönem eleştirileri, ağır hakaretleri dışında, büyük ölçüde hakikati söyler. Kıvılcımlı’nın hakikati gelip geçici hevesler, devrimciliği türeten moral ve ahlaki değerlerin veya anlık duygular değildir. Onun hakikati başarılı bir devrim ve proletarya diktatörlüğüdür. Bu anlamda Kıvılcımlı ne dediyse gerçek olmuştur; yuvarcıklar devlet tarafından katledilmiş, Türkiye’de de devrim olmamıştır. Çünkü Kıvılcımlı’nın kriteri devrimciliğin türemesi veya pratik devrimci hat inşası değil muzaffer bir devrimdir. Buna rağmen gündelik hayatta doğruluk olarak algıladığımız şey, hakikat değil haklılıktır. Sloganların veya taktiklerin içeriğinin politik ontolojiye tam uyumlu olması kritik bir değer taşımaz, talebin haklılığı önemlidir. Doğru slogan hakiki olmayabilir ya da bu şartı sorgulama ihtiyacı yersizdir. Ancak doğru slogan ve taktik, mutlaka haklıdır. Bu anlamda gençliğin tercih ettiği silahlı mücadele sloganı hakikati ifade etmemiş olabilir; ancak haklılığını dosta düşmana duyurmuştur. Türkiye Devrimci Hareketi kendi moral değerlerini sadece bu eksenden kurabilmiştir ve bundan sonra da böyle kurabilecektir.
Aslında Hikmet Kıvılcımlı sahip olduğu kuvvetli hakikatinin yanında, “vurucu güç” kavramsallaştırması sayesinde haklılığa yani moral değerlere oldukça yaklaşır. Ama içinde bulunduğu yapısallık bir türlü devrimci örgütlerle birlikte yürümesine izin vermez. Bu yapısallık onun ileri yaşıdır ve hayatının son döneminde kaleme aldığı günlük anılarında trajik şekilde kendini belli eder. Onun uzun devrimcilik yılları ince işlenmiş devasa bir teorik yığınağın yanında kavgalarla, ihanetlerle, çekememezliklerle ve muhbirlikle doludur. O, bir adım atarken bin kez düşünmeyi ilke edinmek zorunda kalmıştır. Partisi TKP için yazdıkları partinin genel tavrının fersah fersah ilerisindedir; ama Sovyetlerde bir eli yağda öteki balda keyif çatanlar onu parti üyeliğinden çıkarmıştır. Bunu bile sosyalist ülkelerin sınır kapılarında ölüm döşeğindeyken öğrenebilecektir. Partisi TKP için yaptıkları yine dönemin çok ilerisindedir ama ucube bir komplo davası olan donanma davasıyla 12 yıl hapis yatmak zorunda kalmıştır. Kimsenin ses çıkarmadığı bir dönem olan Demokrat Parti sultası altında bu sefer asgari program dediği çizgiye yüzünü dönmüş, bunun bile karşılığı karanlık zindanlar olmuştur. Günlük Anılar bunun gibi onlarca trajediyle yüklüdür.[51]
Kıvılcımlı kendi değerinin gayet farkındadır, teorik eserlerinin çok ileride olduğunu duyumsar. Özgeçmişine ve politik tercihlerine çok güvenir, gençlikten de bunu anlamasını bekler. Bu sırada Günlük Anılar‘da, tarihsel TKP’nin şeflerinin yanında, kendisine yönelmeyen gençliği eski yazılarına nazaran çok daha ağır ifadelerle paylamayı ihmal etmez. Sonuçta Gençliğin ve Kıvılcımlı’nın tercihleri ve yaşamları apayrı uçlara ve coğrafyalara savrulmuştur. Kıvılcımlı Balkan ülkelerinde Sovyetlerden tıbbi tedavi için vize beklemektedir, gençlik ise Nurhak’ta, Filistin’de, Kızıldere’de ve Vartinik’tedir. Artık Kıvılcımlı’nın yapısallığı gençlikle birlikte eylemeye hiç müsait değildir. Tehlikeli yurtdışı yolculuklarında canları pahasına kendisine eşlik eden iki genci bile, tıpatıp onun fikriyatını savunan iki genci bile, bir akşam ondan habersiz Helmut isimli bir otelde yemek yediler diye azarlayabilmiştir.[52] Hikmet Kıvılcımlı tarihsel ve politik yükü çok ağır olan bir Marksist-Leninist devrimcidir.
Sözün özü Hikmet Kıvılcımlı adındaki insan bireyi için, kanserli bir bedende kıvranıp ölüm saatinin yaklaştığını duyumsarken, birkaç yıl içinde alelacele silahlı mücadele vermeye soyunmuş gençlerin dünyasına karışmak yapısal olarak imkânsızdır. Bunu elbette bir ihtiyar da başarabilirdi; ama kopuşunu daha gençken yapmış bir ihtiyar, tarihi ve politik yükü bu denli ağır olmayan bir ihtiyar!
***
1971 yılını bir tür atılım, hareketlenme yahut ilerleme olarak görmüyoruz, bu zaman aralığını bir kopuş, hem de devrimci bir kopuş olarak görüyoruz. İçinde bulunduğumuz moment için 1971 devrimci kopuşunu, içindeki olanca ayrımlarıyla birlikte bir kök, kurucu bir unsur olarak ilan etmek uygundur. Günümüz Türkiyeli Marksist-Leninist devrimciliğin kökü burasıdır. Ama 71 kopuşuna, eleştirelliği ile birlikte Hikmet Kıvılcımlı da dâhil edilmelidir. Eline silah almadan, eli silahlı olan bu kopuşa dâhil olabilecek, dâhil olması gereken tek isim, doğrularının çoğunlukta olduğu Hikmet Kıvılcımlı’dır.
71 devrimci kopuşunun hakikati Kıvılcımlı’ya, haklılığı ise devrimci gençliğe aittir.
[1] https://www.haber7.com/kultur/haber/313812-hikmet-kivilcimlinin-arsivi-kurtuldu
[2] https://www.youtube.com/watch?v=bRt_96z7dto
[3] https://groups.google.com/g/kivilcimli-sempozyumu-girisimi/c/fB4B5yl2rYQ/m/sg4w-AtxPyoJ?pli=1
[4] https://www.hkp.org.tr/2-7/
[5] DİSK silahlı kuvvetlerin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyduğunu açıkladı.(İbrahim Erol Ataer, Kızıl Rapor, Kıraçlı Yayınları, s. 467) TÖS, Dev-Genç, TİP lideri Behice Boran ve Doğan Avcıoğlu muhtıra sonrasında kabinenin dağıtılmasını onaylayan görüşleri kamuoyu ile paylaştılar. Çok geçmeden, iyimser beklentilerin tersine, 26 Nisan 1971 tarihinde birçok ilde sıkıyönetim ilan edilecek, sosyalistlere yönelik sistematik işkence ve sürek avı başlayacaktı.
[6] Vehbi Ersan, 1970’lerde Türkiye Solu, İletişim Yayınları, 2014, İstanbul, s.73
[7] Ersan, age, s. 75
[8]https://www.kozgazetesi.org/thkonun-mirasina-tek-biz-sahip-cikiyoruz-1-mayis-mahallesinde-71-72-devrimcikopusuna-dair-calismalarimiz/
[9] Anne Steiner-Loic Debray, Kızıl Ordu Fraksiyonu, çev. Ruşen Çakır, Metis Yayınları, s. 85
[10] Kitle 1. Sayı’dan aktaran Emir Ali Türkmen-Ümit Özger, Türkiye Sosyalist Solu Kitabı 2, Dipnot Yayınları, 2014, s. 69
[11] Sosyalist, Hikmet Kıvılcımlı yönetiminde 1967’de yayına başlayan, sonrasında Vatan Partisi ve Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerini benimseyen gruplarca muhtelif tarihlerde yayınlanan siyasi gazete.
[12] Partizan Yolu, Sosyalist, Mayıs 1982, Sayı 1. s. 16
[13] Bu aşamada 70’lerin sonundan itibaren karşı devrimci sayılabilecek bir çizgiye dönüşen Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi‘nden (TİİKP) bahsetmemizin nedeni bu örgütün içinden birkaç yıl sonra TKP/ML gibi devrimci bir örgütün çıkmış olmasıdır.
[14] Mahir Çayan, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini açıklarken dört aşamanın varlığından bahseder. İlk aşama şehir gerillasını yaratma/ikinci aşama şehir gerillasını geliştirme, kır gerillasını yaratma ve kuvvet gösterisi/ üçüncü aşama şehir gerillasını yaygınlaştırma, kır gerillasını geliştirme ve dördüncü aşama kır gerillasını yaygınlaştırmadır. Neden kır gerillası ile değil de şehir gerillası ile yola başlamak gerektiğini de uzunca açıklar Mahir Çayan. Ancak Çayan’ın tezlerinde şehir gerillası nihai sonuca ulaştıran bir yöntem değildir. (Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Kesintisiz Devrim II-III)
[15] Doğan Avcıoğlu, Yön ve Devrim Yazıları – Atatürkçülük, Milliyetçilik, Sosyalizm, İleri Yayınları, Ocak 2006, s. 849. Avcıoğlu Gerilla isimli makalesinde “Türk vatanının üstün konumdaki düşman güçleri karşısında kendi olanaklarıyla korunabilmesinin yolu”nun gerilla savaşından geçtiğini belirtir. (…) “Devrimci gençlik… haklı olarak isyan etmektedir. Artık hiçbir etki uyandırmayan bildiriler, toplantılar, gösteriler dönemi geçmiştir” Aktaran Emre Görür, 71 Devrimciliğinin Tarih Yazımı I, Teori ve Politika Dergisi Sayı 44, Kış 2007
[16] H. Fırat imzalı Devrimci Demokrasi ve Sosyalizm: TDKP Eleştirisi başlığını taşıyan eserinin (Eksen Yay., İstanbul 1989) birinci bölümü olan “Devralınan Miras”tan başlıklı kısım Teori ve Politika Dergisi Sayı 41’de yayınlanmıştır.
[17] ÖDP ve onun devamcısı Sol Parti bu konudaki en iyi örnekler arasındadır. ÖDP Mahir Çayan’ı anmak konusunda hiç tereddüt etmez; ama programında şu cümlelere yer verir: “Özgürlükçü, özyönetimci, enternasyonalist, demokratik planlamacı, ekolojist, militarizm karşıtı ve feminist bir sosyalizm doğrultusunda, sermaye güçlerinin egemenliğini ve emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını amaçlar.” ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş Aralık 2019’ta Tükenmez Haber ile yaptığı röportajda Kürdistan’daki özyönetim direnişlerini, “yeniden silahlı bir çatışma dönemine girilmesi” ve “hendek ve barikat savaşları üstünden bir askeri çözüm iradesi” sözleriyle “Kürt siyasetinin yanlışları” arasında göstermişti. Sol Parti 1. Olağan Kongresi Sonuç Bildirgesi’nde ise “Kürt sorununun barışçıl bir temelde ve halkın özlemlerine yanıt verecek demokratikleşmeye dayanarak çözülmesi gereklidir. Sorunun çözümünde silahlardan arınmış bir barışçıl süreç devreye sokulmalıdır.” cümleleri yer alıyor.
[18] Osmanlıca kelimenin Kubbealtı Sözlük’teki anlamı: Araplarda ahmaklığıyla şöhret bulmuş Hebenneka’nın adından. Kendini akıllı sanan kimse, ahmak, idraksiz
[19] “Çünkü öncünün eyleminin yüceltilmesiyle, sınıfı, sömürülen yığınları ve mücadelelerini, daha ileri mücadelelere çekilme ihtiyacını hesaba katmayan “öncücülük”le, proletarya diktatörlüğü, en ileri noktasında, laf düzeyinde öngörülebilir. Geriye silahla-bombayla, barikatlarla oyun oynamak kalır. Küçük burjuva maceracılığının “öncü savaş” teorisi kalır.” (Kadir Yalçın, Devrimci Şiddet ve Mücadele Biçimleri Üzerine, Özgürlük Dünyası, Sayı 149. Yine Mustafa Yalçıner, 2000’li yıllarda Gündem‘deki yazılarında küçük gruplar için silahlı mücadeleyi yalnızca ulusal kurtuluş mücadelelerinde hak görüyordu.
[20] Mehmet Perinçek, Kıvılcımlı Hakkındaki Komintern Raporları ve Doktor’un Eleştirilere Cevabı, Teori Dergisi, Mart 2019, s. 75-78
[21]Kıvılcımlı’dan bundan sonra yapacağımız alıntılar Köxüz Yayınları’nın dijital ortama aktardıklarından olacaktır. Dolayısıyla kaynak gösterirken sayfa numarası verilmeyecek, sadece kitabın ismi yazılacaktır. Hikmet Kıvılcımlı, Vatan Partisi Tüzüğü ve Programı, 1954
[22] Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi, 1974
[23] Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, 1970
[24] Biyografileri arasında önde gelen kitaplar arasında, İnadın ve Direncin Adı – Dr. Hikmet Kıvılcımlı (Emin Karaca), Kıvılcımlı Yazılar (Sadık Göksu), Dr. Hikmet Savaşcı Bir Hayat (Cenk Ağcabay), Türkiye Komünist Partisi ve Dr. Hikmet (Cenk Ağcabay) yer almaktadır.
[25] Son 50 yılda doğrudan Kıvılcımlı’yı referans alan veya ondan etkilenen çok sayıda örgüt var olmuştur. Bu örgütlerden hâlihazırda varlığını devam ettirenler arasında düz devamcı sayılabilecek olanları Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) ve Halkın Kurtuluş Partisi‘dir (HKP). Kıvılcımlı’nın görüşlerinden etkilenenler arasında ise Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Teori ve Politika Dergisi (TvP) sayılabilir. Yine Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) içinde de Kıvılcımlı’dan etkilenen çevreler vardır. Ayrıca çok sayıda kişinin kuruluşunda emek verdiği Kıvılcımlı Enstitüsü vardır. Kişiler açısından ise, Kıvılcımlı’nın kitaplarının korunması ve yaygınlık kazanması nezdinde Fuat Fegan, Latife Fegan, Demir Küçükaydın, Ahmet Kale, Emin Karaca, Sadık Göksu, Cenk Ağcabay isimlerini özellikle anmak gerekmektedir.
[26] Canan Özcan Eliaçık, Barbarın Tarihi Ezilenin Dini, İletişim Yayınları, İstanbul, 2021
[27] Canan Özcan Eliaçık, age, s. 21-39 Bu sayfalarda Eliaçık, insan kolektif aksiyonunun üretici güçler içinde değerlendirilmesi gerektiğini Metin Kayaoğlu ile polemik yaparak açıklamaya çalışıyor.
[28] Hikmet Kıvılcımlı, Oportünizm Nedir
[29] Canan Özcan Eliaçık, age, s. 128
[30] Hikmet Kıvılcımlı, Yeter Be, 2 Şubat 1971, Sosyalist Gazetesi
[31] Hikmet Kıvılcımlı, Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu, 1970
[32] Hikmet Kıvılcımlı, Gençliği Azıcık Anlayalım, 18 Haziran 1968, Türk Solu Sayı 31
[33] Ahmet Kale, Kıvılcımlı Külliyatı-Ayrıntılı Bibliyografya, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2015
[34] Hikmet Kıvılcımlı, Uyarmak için Uyanmalı Uyanmak için Uyarmalı, 1966
[35] Hikmet Kıvılcımlı, Durum Yargılaması, 1970
[36] Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, 1970
[37] Hikmet Kıvılcımlı, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, 1970
[38] Kıvılcımlı’nın kendisine bu türden eleştiriler yöneltildiğini 16 Şubat 1971 tarihli Sosyalist Gazetesi‘ndeki yazısından anlıyoruz. Kıvılcımlı, Mustafa Karacaoğlu ve Tahsin Saltık isimli gençlerin eleştirilerine cevap verdiği yazısında Türk sözcüğünü alışkanlık olarak söylediğini, Kuvayımilliye’nin artık bir halk deyimi haline geldiğini ve değiştirilemeyeceğini, millet kelimesini de terimsel değil deyimsel olarak kullandığını belirtir. Bu iki gence kelimelere fazla takılmamaları gerektiğini, asıl eyleme, düşünce ve davranış problemlerine odaklanmaları gerektiğini söyler. Artık gençlerin silaha sarıldığı bu dönemde, onlara eylem diyerek önerdiği şey ise serinkanlı, tutarlı ve örgütçül düşünce ve davranıştır. Bu noktadan Kıvılcımlı, iki gence yaptığı kelimeler üzerine fazla takılmayın önerisini kendi üstüne alınmamakta, MDD’ciliği kelimeler üzerinden sayfalarca eleştirmektedir.
[39] Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’nin Devrim Orijinalliği, 29 Aralık 1970, Sosyalist
[40] Hikmet Kıvılcımlı, Gençliği Azıcık Anlayalım, 18 Haziran 1968, Türk Solu
[41] Hikmet Kıvılcımlı, Pratik Devrim Orijinalliğimiz, 5 Ocak 1971, Sosyalist
[42] Hikmet Kıvılcımlı, Kendimize Gelelim Ya Birleşmek Ya Ölüm!, 25 Şubat 1969, Türk Solu
[43] Garbis Altınoğlu, Osmanlı ve Türkiye Tarihine Bakışlar, Peri Yayınları, İstanbul, 2016 s. 474
[44] Sarp Kuray, İsyan ve Tevekkül, Birharf Yayınları, İstanbul, Mayıs 2008, s. 412
[45] Hikmet Kıvılcımlı, TİP Seminerleri, 1970
[46] Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, 1970
[47] Hikmet Kıvılcımlı, Dev-Genç Seminer Çalışmaları, İPSD İstanbul Şubesi, 12 Ocak 1970
[48] Mahir Çayan, Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi, 4. Dipnot
[49] Turhan Feyizoğlu, Mahir-On’ların Öyküsü, Totem Yayınları, 2017 s. 265-268
[50] Hikmet Kıvılcımlı, Anarşi Yok Büyük Derleniş, 1970. Kıvılcımlı’nın bu paragrafta antuzyazm olarak yazdığı, İngilizce’de enthusiasm olarak geçen terim, psikolojide güçlü istek, heves, coşku anlamlarına gelmektedir.
[51] Hikmet Kıvılcımlı, Günlük Anılar, 1971
[52] Ahmet Kale, Hikmet Kıvılcımlı’nın Kaçış Öyküsü, Sorun Yayınları, 2018, s.34
Salih Gündoğdu