“Günümüzün öldürücü kapitalizmi hangi silahlara dayanıyor? Alfabenin ilk harfleriyle süslenip gizlenen (A.B.C.) yani atom+bakteri (mikrop)+chimic (kimya) silahlarına… Dikkat edilirse, emperyalizm yalnız atom (nükleer) silahları üzerine yaygara koparır. B. ve C. (mikrop ve kimya)
Alışveriş merkezlerinin açılması, berberlerin saç kesimine başlaması ve futbol müsabakalarının startının verilmesi gibi çeşitli kararlar, iktidar cenahının adına normalleşme dediği bir sürecin ilk icraatları oldu. İktidar, muhalefetinden yandaşına uzun bir süredir avucunun içine aldığı geniş kesimleri fazla havasız bırakıp boğmak istemiyor; ama parmaklarını biraz daha gevşetirse de avucundan çıkanları bir daha yakalayamayacağını iyi biliyor. Dolayısıyla iktidar geniş kitlelerin politik kontrolü konusunda ne kadar maharetli olursa olsun, bir gözünü avucunun içindeki geniş kitlelerin ruhsal yönelimlerini takip etmekten ayırmıyor. Bu nedenle memlekette çok sayıda güven veya tercih anketi yapılıyor. Yandaş medyanın açıkladığına göre bu anketlerin güvenilir olanları düzenli olarak faşist cumhurbaşkanına rapor ediliyormuş.[1] Erdoğan beğenmediği anket sonuçları hakkında zaman zaman esip gürlese de birçok anket şirketi iktidarın politika belirlemek için kullandığı veri tabanlarına katkı sağlıyor; ancak bu amacı gütmeyen ve salt sosyolojik veri için çabalayan meslekten istatistikçiler de yok değil. Sıradan bir gününüzde telefonunuz çalabilir ve ülke gündemine dair görüşlerinizin sorgulandığı garip sorularla karşılaşabilirsiniz. Eğer araştırma şirketleri ismini ve kimliğini paylaşmıyorsa verdiğiniz cevaplar iktidarın veri tabanına katkı mı sağlıyor yoksa sosyologların işini mi kolaylaştırıyor, şansınıza kalmış.
Corona virüs salgını boyunca da anketler yapılmaya devam etti. Bir anket sonucuna göre salgın sürecini yönetmede başarılı bulunma ölçeğine göre Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 10 üzerinden 8.8 puan ile en çok güvenilen isim olmuş. Bilim Kurulu 8.6 ile ikinci, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş 8.18 ile üçüncü olmuş ve süreci iyi yönetmede Tayyip Erdoğan gerilerde kalmış, 6.65 ile dördüncü olmuş.[2] Yine bir başka şirketin anketinde performansı beğenilen liderler arasında Fahrettin Koca, yüzde 48 beğenilme oranıyla Tayyip Erdoğan’ı da geçerek birinci sırada yer almış. Koç Üniversitesi’nin saha araştırmasında ise sağlık çalışanlarına olan güven çok yukarıda saptanmış, Bilim Kurulu’na olan güven ise sağlıkçılara olan güvenin bir tık aşağısında çıkmış.[3]
Sadece anketlere bakarak değil, evde karantinada olmayan herhangi birinin sokakta çabukça fark edeceği üzere, siyasal iktidar salgın süresi boyunca başta kendi tabanından onay alabildi, kendisine muhalif kesimlerin bilinçdışına da “yapılabilecek olanın en iyisi olmasa bile güzel işler yapıldığı” düşüncesini sokabildi. Salgın boyunca anket şirketleri pek alışık olmadığımız tarzda, mevcut siyasal rejimde sanki Erdoğan dışındaki figürlerin bağımsız politik yeri varmışçasına Fahrettin Koca’yı veya sahte kabadayı Süleyman Soylu’yu soru olarak sordu. Erdoğan ile Fahrettin Koca’yı sanki farklı bir bloğun temsilcisiymiş gibi ayırmak faşist rejim açısından imkansızdır. Erdoğan’ın biyolojik ömrüne kilitlenmiş bir faşizm sürecinin başka kişilere atomize edilerek incelenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Fahrettin Koca’ya olan güven Erdoğan’a olan güvendir. İktidar, kendi tabanından hiçbir şey kaybetmemiştir. Muhalefet ise salgın boyunca yalnızca sağlığın ekonomipolitiği sayılabilecek konulara yoğunlaşmış ve rejimin varlığına kökten karşı olduğunu unutmuştur. Bu durum da bilinçlerde olmasa da bilinçdışında iktidarın meşru olduğunu ama yapılabilecek olanların en iyisinin yapılmadığı fikrine yer açmıştır. Bu iktidarın revize edilecek, düzeltilecek, uyarıldığı zaman daha iyi bir rotaya sokulacak herhangi bir faaliyeti olamaz. Bu rejim bütün varlığı ve icraatlarıyla yıkılmalıdır. Salgın süresince verilerin gizlenmesi, işsizlik maaşının miktarı, hastanelerdeki yatak ve koruyucu ekipman sayısı, sokağa çıkma yasaklarının kapsamı ve nihayet normalleşme adımları birer mücadele aracı değil olsa olsa faşizmi teşhir malzemesi olabilir.
Bilim Kurulu güven ölçeğine tabi tutulabilir mi?
Corona virüs salgını boyunca Bilim Kurulu’nun güvenoyuna tabi tutulması oldukça ilginç bir durum. Anket şirketlerinin halkın Bilim Kurulu’na olan güvenini ölçerken sorduğu soruları kelimesi kelimesine bilmiyoruz ancak Bilim Kurulu’na olan güveni ölçme ihtiyacı önemli bir sorunsalın kapısını aralıyor. Halk, Bilim Kurulu’na neden güvensin veya tersinden neden güvenmesin? Bu güveni ölçmenin amacı nedir, daha da temel bir soru olarak, Bilim Kurulu’nun halk ile bir güven ilişkisi içinde olmasının ihtiyacı nereden kaynaklanmaktadır? Demek ki bu kurul bilimle sadece epistemolojik anlamda uğraşmıyor; bu kurulun gündelik hayatta işe yaraması muhtemel mevzularda da bir yaptırım gücü olduğu düşünülüyor. Şayet Bilim Kurulu Sars-Cov-2 adlı virüsün insan hücresine hangi reseptörler aracılığıyla tutunduğu hususunda cevaplar verseydi toplumda yine ona karşı güveni ölçme ihtiyacı doğacak mıydı? Fakat Bilim Kurulu geçtiğimiz iki ay boyunca performansı ve konumlanışıyla birlikte epistemolojik alanı geride çoktan bırakmış ontolojik meselelerle fazlaca ilgilenmiştir. Dolayısıyla bu kuruldan bahsederken adına Bilim Kurulu demek yanlış olacaktır, bu yapının hak ettiği sıfat “Bilimsel Danışma Kurulu”dur.
Bu kurul faşist bir iktidarın danışma kurulu olma vasfını en başından itibaren kabul ettiği için, salt var olmasından ötürü bile iktidarın doğrudan suç ortağıdır. İlk elden ayrım noktası bu türden varoluşsal suç ortaklığı olarak ifade edilmelidir. Bu kurul, modern bilimsel kuramları iyi analiz edip onlara göre hareket etse de şeriat hükümlerine dayansa da fark etmeyecektir. Kurul üyeleri faşist iktidarın suç ortağı olmak gibi büyük bir yükü sırtlarına almışlardır.
Peki bu kurul bilimsel midir? Kurul tek tek insanlardan oluştuğuna göre ve bu kurulun içindeki tek tek insanlar bilimsel perspektife fazlasıyla sahip olduklarına göre, bu kurul da bilimseldir. Kurul içindeki akademisyenlerin özgeçmişleri tıbbi yayın, ders, seminer, kitap açısından oldukça kabarıktır. Hatta kurul içindeki hocaları tanıyanlar tahmin yürütmekte zorlanmayacaktır; kurul üyelerinin geçmiş seçimlerde hangi partiye oy verdikleri konusunda bir anket yapılsa, AKP’ye verilen oy muhtemeldir ki %50 rakamını aşamayacaktır. Yani AKP şehir hastanelerinde, sağlık müdürlüklerinde veya periferi üniversitelerinde çok sayıda bulunan ve kendi parti bürolarından çıkmayan düşük düzey gerici yandaş akademisyenleri tercih etmemiştir. Faşist rejimin, Kemalistlerin sıkça düşündüğü gibi yobaz ve gerici isimleri bilimsellik adı altında bir kurula tıkıştırmadığını, finans kapitalin güncel ihtiyacı neyi gerektiriyorsa onu yaptığını, kadınların kılık kıyafeti hakkında konuşmak icap ediyorsa gerici yobaz tipleri, virüs salgını yönetmek icap ettiğinde ise bilimsel tipleri tercih ettiğini belirtmek gerekiyor. İkinci ciddi ayrım noktası olarak, AKP’nin bilim dışı olmakta itham edilemeyeceği, onun finans kapitalin niteliksiz ve faşist bir varyantı olduğu ifade edilebilir.
Bilim Kurulu’nun objektif bir dille öneriler yaptığını ama Erdoğan’ın canının istemediği vakit onları dinlemediği yönünde görüşler var. Zaman zaman kurul üyelerinin de bu tablodan rahatsızlık duyduğu gündeme geliyor. Örneğin AVM’lerin açılmasına daha Bilim Kurulu onay vermemiş, sokağa çıkma yasaklarının sadece hafta sonu ile sınırlı tutulmasını doğru bulmamış ya da fabrikalarda yüzlerce işçinin yan yana çalışması virülan (bulaşma kapasitesi yüksek) bir mikrop için uygun değilmiş. Bilim Kurulu ile faşist rejim arasında böylesi bir çelişkinin olmadığı, kurul üyelerinin demeçlerinden rahatlıkla anlaşılabiliyor. Geçtiğimiz aylarda yapılan bir konuşmayı hatırlayalım. Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, katıldığı bir TV programında “Allah neden virüsleri yaratmış? İnsanların belli bir sayının üzerinde çoğalmaması gerekir. Yoksa kimse yaşayamaz” cümlelerini sarf etmişti.[4] Ceyhan’ın bu sözleri çokça tepki toplamıştı ama o, fikirlerinden geri adım atmamıştı. Kişisel sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada fikirlerini Malthus’un teorisine dayandırmıştı: “Malthus diyor ki insan nüfusu geometrik, gıda kaynakları aritmetik artar. Dolayısıyla insan sayısı ömrünü uzatarak ya da doğumlarla normalin çok üzerinde artarsa bir süre sonra gıda kaynakları tükenir ve dünyada yaşam durur.” Ceyhan’a göre virüs de nüfusu kontrol altında tutmak için gerekli doğal süreçlerden biriydi.
Faşizm ve Malthusçu uygulamaları
Malthus’un teorilerinin İslami bir sosla alenen ifade edilmesi birçok kişiyi ürküttü. Virüsün binlerce kişiyi yok etmesine göz mü yumulacaktı? Sırf gıda kaynakları bütün nüfusa -gerçekte burjuvaziye- yetsin diye aramızdan binlercesini virüse kurban mı verecektik? Bu görüş ilkel sayılmaz mıydı, salgına karşı alınacak önlemler veya hastalığın tedavisinde kullanılacak ilaçlar yok muydu? Tam da bu noktada burjuva politikasının kurnazlığı devreye girdi. Fahrettin Koca’nın ekranlarda virüs kaynaklı ölümlerden dolayı gözleri doluyor ve ölümleri sahiplenerek “Bugün bir hastamı kaybettim” diyordu. Belki de siyasal iktidarın sağlık bakanının toplumda Bilim Kurulu’ndan daha çok güven uyandırmasında bu tavırlar etkilidir. Yani temel misyonu bilimsel gelişmeleri takip etmek ve hastalıkları tedavi etmek olan, bunu da üstün performansla yapan nitelikli bir akademisyen, sahip olduğu acımasız Malthusçu görüşler nedeniyle yoğun bir eleştiriye tabi tutuluyordu; fakat bu Malthusçu politikaları bizzat uygulayan siyasal figürler ise merhametli oldukları yönünde övgüler topluyordu. Bilim Kurulu üyelerinin dünya görüşü sayılabilecek gerici görüşleri, bizzat onlar tarafından pratiğe dökülmediği halde yoğun olarak eleştiriliyordu; ama doğrudan bu acımasız pratiğe sahip olanlar ise kendi dünya görüşlerinin merhamet içerdiğine halkı ikna etmekte başarılı olmuşlardı.
İki buçuk aya yaklaşan corona virüs pandemisi boyunca uygulanan programın kontrollü bir Malthusçuluk olduğunda şüphe götürür pek az şey vardır. Sağlık Bakanlığı çok az sayıda kişiye test yapmıştır, virüsü yayma potansiyeli en yüksek kesimin dip dibe çalışmasına izin verilmiştir. Çok az sayıda yapılan testlerin sonuçlarının referans alındığı verilerde bile hayatını kaybeden hasta sayısı dört bini geçmiştir. Bu testlerin, gerçek vaka sayısının yüzde 60’ını saptayabildiği düşünüldüğünde ve kayda geçirilmeyen vakalar hesaba katıldığında toplam ölüm sayısının yaklaşık on beş bin, vaka sayısının ise beş yüz bin civarında olduğu tahmin edilebilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün 2019 yılı Mart ve Nisan ayları ile 2020 yılında aynı aylardaki ölüm sayıları kıyaslandığında bu sene 3600 kişilik bir artış görülüyor.[5] Bu rakam sadece İstanbul’un verileri. Sonuçta şimdiye kadar ülke genelinde yaklaşık on beş bin kişinin corona virüs dolayısıyla hayatını kaybettiğini, halen de sürecin devam ettiğini, toplam beş yüz bin kişinin de hastalığa yakalandığını söyleyebiliriz. Ülkemizde on beş bin kişi virüs salgınından dolayı hayatını kaybetti; üretici güçlerin gelişmişlik seviyesi dikkate alındığında bu verilerin Malthusçuluğa tekabül ettiğini açıkça belirtmek gerekiyor. İktidar kontrollü bir Malthusçu politika izlemiştir ve karantina şansına sahip olanların ya da ölümleri umursamayıp hayatta kalanların iktidar sahiplerine övgüler dizmesinin kıymeti yoktur. On beş bin ölüm, doğru önlemlerle ve izolasyon politikalarıyla engellenebilirdi. Faşist iktidarın mahareti, salgını kontrol altına alma becerisi değil çevresinde on beş bin kişi ölmemişçesine yaşamaya devam eden geniş kitleleri kontrollü Malthusçu politikaya ikna edebilmesidir.
Bilim insanlarının dünya görüşü versus kendiliğinden felsefesi
Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, faşist bir politik fail değil de sadece faşistlerin danıştığı bir isim ve bir suç ortağı olmasına rağmen, bizzat Malthusçu politikanın faillerinden daha fazla eleştiri aldı. Ona karşı yöneltilen eleştiriler arasında, sosyoloji ve felsefeyi temel düzeyde dahi bilmediği, fakültelerin birinci sınıfında bile Malthusçuluğun yerildiği ve iki yüz yıl önce onun acımasız fikirlerinin aşıldığı gibi düşünceler yer alıyor. Malthusçu politikaların artık uygulanamaz olduğu kanısıyla kapitalizme içten içe güvenenler, bizzat kontrolcü Malthusçu politikaların kurbanı oldular. Malthusçu fikirler kameralar önünde söylenir söylenmez büyük tepki toplasa bile -ki bu düşünceler gençler arasında “OK boomer!” mizahıyla kripto Malthusçu formata bürünüp oldukça yaygınlaşmışken- kontrollü bir şekilde uygulandığı zaman görünmez hale geldi. Bu görünmezliği yaratan şey, insanların ölen on beş bin kişiden olmayıp sağ kalmaları, genç yaşta olmaları, kapitalist pazar işleyişinin devamının normal ve olağan olduğuna dair derin iman duymaları ve burjuvazinin kültürü tarafından ele geçirilmiş olmalarıdır.
Hayatlarını kaybedenler mezardan çıkıp başlarına gelenleri protesto edemeyeceklerine göre, iktidar sahiplerine hiç yönelmeden fikir sahiplerini eleştirmekle mi yetineceğiz? Althusser bilim insanlarının dünya görüşleri ile kendiliğinden felsefeleri arasına keskin ayrımlar koyar. “Yüzyıllar boyu felsefe tarihinde “işlenmiş” spiritualist ya da idealist temaları yeniden ele almaktan başka bir şey yapmadıkları ölçüde, bu bilim adamları da, bilim adamı olmalarına rağmen, bilimleri dinsel amaçla sömürenler geleneği içinde yer almaktadırlar ve elbette, maddeciliğin ağırlığından ve maddecilikteki ideolojinin ve sınıf çatışmalarının mekanizmalarının bilgisinin sağlayabileceği eleştirel denetimden de yoksun olarak.”[6] Bilim Kurulu üyelerinin çoğunluğu tıpkı Mehmet Ceyhan gibi bilim insanı olmalarına rağmen, virüslerin nüfus kontrolü için Allah tarafından yaratıldığı düşüncesindeki gibi, bilimi dinsel görüşlere alet edebilirler. Althusser devam eder, her ne kadar bilim insanlarının dünya görüşleri gerici olsa da bilimsel faaliyetin kendisi maddeci karakterde kendiliğinden felsefe barındırır. Bilim insanının kendisi hiç istemese bile çalışmasının sonuçları maddeciliğin gelişmesi doğrultusunda katkıda bulunur.
Bilim Kurulu üyelerinin dünya görüşlerini eleştirmekle yetinemeyiz. Onların çalışmalarının sonuçları kendiliğinden felsefelerinin de itkisiyle nihai bilimsel sonucuna ulaşacaktır. İlkin onların dünya görüşlerinin faşist siyasal iktidar tarafından bizzat pratiğe döküldüğünü ilan etmeliyiz. Çünkü Malthusçu görüşler hiç de okullarda bahsedildiği gibi iki yüz yıl öncesinde kalmamıştır, üretim ilişkilerinde halen canlı bir şekilde işler haldedir.
Malthusçu tezler hakkında Marx’ın düşünceleri
Marx ve Engels birçok kitabında Malthus’u kıyasıya eleştirmişti. Marx onu meslekten fikir hırsızı, alçak, habis ve dalkavuk olarak niteler.[7] Artı-değer Teorileri İkinci Kitapta ise onu neden hırsız diye suçladığını açıklar. Malthus, James Anderson’un rant kuramı üzerine ve Joseph Towsend’in yoksulluk üzerine olan çalışmalarından hırsızlık yaparak kendi nüfus kuramını oluşturmuştur. Malthus’a göre içinde yaşadığı tarihsel evre mutlak ve değişmezdir, o içinde yaşadığı üretim ilişkilerini öylesine normal ve değişmez kabul etmiştir ki besin kaynaklarını yettirebilmek için artık-nüfus veya feda edilmesi gereken nüfus olgusuna başvurmak durumunda kalmıştır. Yani Malthus’un acımasızlığı psikopatça bir acımasızlık değildir; o içinde yaşadığı tarihsel evreyi, üretim ilişkilerini ve iktisadi kategorileri değişmez görmektedir.
Kontrollü Malthusçu politikaları eleştirirken de bu politikaların acımasız olmak için acımasız olduklarını söylemek hiçbir işe yaramayacaktır. Kontrollü Malthusçu politikalar kapitalist pazar ilişkilerinin normal ve olağan görülmesinden ötürü, sırf kapitalizmin güncel ihtiyaçlarından dolayı uygulanabilmektedir. “Bununla birlikte, yukarıda anılan, bir doğa yasası olarak ifade edilen teori [Malthus’un teorileri, YN], yani nüfusun geçim araçlarından daha çabuk artması teorisi, burjuvanın nüfusunu rahatlatması, onun katı yürekliliğini ahlaki bir görev haline getirmesi, toplumsal sonuçları doğal sonuçlar haline dönüştürmesi ve son olarak da, proletaryanın açlıktan kırılmasını diğer doğa olayları karşısındaki aynı serinkanlılığıyla, küçük parmağını bile oynatmadan seyretme fırsatını burjuvaya sağlaması ölçüsünde, burjuvazi tarafından son derece olumlu karşılanmıştır; öte yandan bu teori burjuvanın, proletaryanın yoksulluğunu sanki onun kendi kabahatiymiş gibi görüp cezalandırmasına olanak verir.”[8]
İçinde yaşadığımız ve birer tüketici/üretici fail olarak her geçen saniye devam etmesine katkıda bulunduğumuz iktisadi ilişki olan kapitalizm normal, doğal ve değişmez bir kategori değildir. Toplumsal yasalar da elbette doğa kanunları gibi yapılanmışlardır ve bu kanun üretim ilişkilerinin değiştirilebilir oluşudur. Yoksulluk değil yoksulluğun ezilenler tarafından yok edilmesi doğal, normal ve değişmez olan şeydir. Kanun olan şey yoksulluğun ortadan kaldırılabilir oluşudur. Marx, Gotha ve Erfurt Programları’nı incelerken Lasalle’ı eleştirmiş ve onun ücretlerin tunç yasası kuramından hareketle “Ücretli emek ortadan kalkarsa, bu yasa tunç da olsa sünger de olsa ortadan kalkar” demişti.[9] Ücretli emek düzeni ve onun devlet rejimleri ortadan kalkarsa, evet corona virüs de kendiliğinden ortadan kaybolmayacak veya bilim insanlarının çalışmalarında niteliksel bir değişim olmayacak; ama onların dünya görüşleri kökten değişecek. Malthus’un acımasız teorisi bu sefer gerçekten de kütüphanelerin tozlu raflarına kaldırılacak.
[1] https://www.ntv.com.tr/2019-yerel-secim/cumhurbaskani-erdogan-secimde-cok-ciddi-bir-yanilmayi-anket-sirketleri-yasayacak,DLIxo5Ei0EuxarZ43WMwuQ
[2] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/koronada-bir-guven-anketi-daha-sonuclandi-iste-erdogani-geride-birakan-isimler-278073h.htm
[3] https://kronos34.news/tr/saglik-calisanlarina-verilen-guven-puani-bilim-kurulundan-yuksek-cikti/
[4] https://gazetemanifesto.com/2020/bilim-kurulu-uyesi-virusleri-allah-yaratti-insanlar-cogalmasin-diye-346129/
[5] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/mezarliklar-mudurlugu-mart-nisan-rakamlarini-acikladi-istanbulda-iki-ayda-3600-fazla-olum-var-5787806/
[6] Louis Althusser, Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi, Verso Yayıncılık,s:103
[7] Karl Marx, Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İstanbul: Birikim, 2008 s: 514
[8] Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, s:77
[9] Karl Marx, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, çev: Barışta Erdost, Sol Yayınları, 2010, s: 31
Ali Tekin