Akademik-felsefi çevrelerde bilim felsefesi veya zihin felsefesi başlığında bilinç/materyalizm ilişkisine dair bolca malzeme bulmak mümkün. Ancak, literatürdeki kaynakların hemen hemen hepsinde nörobilim ile felsefi alandaki tartışmalar birbirinden bağımsız ilerliyor. Her iki alandaki tespitler birbirini besleyici nitelik kazanmıyor. Materyalizmin özgün bir versiyonundan beslenen Marksizm için ise kolektif-maddi bilinç ve birey özneden köken alan iki farklı bilinç tanımından kaynaklı bir yarılma mevcut. Her iki kanadın da nörobilimden yeterince faydalanmadığını iddia etmek haksızlık sayılmaz.
Ana hatlarıyla konuya bakıldığında bilinç ikiye ayrılabilir: Beyne ait olan ve zihne ait olan. Beyne ait olan kısmın fizyolojik duyusal-motor çıktıları kontrol ettiğini, zihne ait olanın ise psişik süreçleri modüle ettiğini iddia edilmektedir. Semtomatik bir örnekleme açısından bakacak olursak, Kökleri Descartes, Kant, Hume ve Husserl’de kolayca bulunabilecek bilindik kartezyenizm teorilerini, üzerinden 30 yıl geçmiş Penfield deneylerinden güç alarak aktarıkmaktadır(Yavuz, 2013). Fenomenal bilincin bir doğa olayı olduğunu, Penfield deneylerinin ancak korteksin haritalandırılmasında işe yaradığını, bu gibi durumlarla klinik nörolojik pratikte çok sık karşılaşıldığını serinkanlı bir biçimde aktarılabilir.(Tura, 2012)
Baştan söyleyelim: derdimiz marksizm! Materyalist konumdan Hilmi Yavuz’a cevap tatmin edici biçimde verildiğine göre, Marksist bir dile söylenecek söz kaldı mı? Bilgi, bilinç ve davranış konusunda materyalist bir dil Marksizm için yeterli midir? Kısacası materyalizm, Marksizm için yeterli midir? Bir Marksist, gönül rahatlığıyla ontolojik materyalist konumdan Tura’ya katılabilir mi?
Politzer’in kitaplarıyla Marksizme başlayan yığınlar için, hayatımızda karşımıza çıkan her şeyin madde veya madde formu olduğu bilgisi, diyalektik materyalist görüşün temeli ve işin ABC si. Konu üzerinde fazla düşünmeye bile gerek duyulmuyor. 18. yüzyıldan beri meydana gelen, her bilimsel gelişme ve her yeni ampirik veri materyalizmin bir kez daha doğrulandığını düşündürüyor. Zihin(bilinç) de bu durumdan muaf olmasa gerek? Beyindeki 1 milyar sinir hücresinin oluşturduğu trilyonluk sinaps(bağlantı) ağı tüm davranışlarımızı açıklıyor olsa gerek. Ayrıntılarla nörobilimciler uğraşsın!
Peki tüm bu maddesellik içinde, bireylerin eylemlilikleriyle günümüze süzülmeyi başarabilmiş ve salt bir akademik disiplin olmaktan çıkmış Marksizm açısından önemli olan “kahramanlık”, “feda” vb. metafizik tınılı kelimelerin yeri nedir? Tek bir “beynin”, marksizmin zincirlerinden birine katkı koymasını nöronların sinaptik aktivitesiyle mi açıklayacağız? Feda, maddesel midir? Bilincin bahsettiğimiz Marksist veya diğer devrimci ideolojik versiyonları, modern materyalistlerin fikirlerinde nereye yerleşiyor. Belki de onların akıllarından “dürtü kontrol bozukluğu”, “kişilik bozukluğu” gibi tanılar geçecektir; daha organikçi-daha materyalist olanları da bu durumu limbik yapıların anormal aktivitesine, farklı nörotransmiter maddelerin reseptörlerdeki patalojik etkisine bağlayacaklardır. Yoksa marksistler ve marksizm, beyinden ayrı zihin-bilinç olduğunu savunan idealist filozofların saflarında mı olmalıdır?
Marksizm felsefe, bilim ve politikaya dair bütünsel bir yapıdır. Üç alana dair de sözü vardır. Marksizmin başka bir öğe ile ilişkiselliği kurulurken üç alanın da çıkarı gözetilmelidir. Yalnızca felsefede materyalist olan, bilimde tarih biliminin determinizmi ve üretici güçlerin önceliğini savunan, politikada ise devrimci olan başka yapılar mevcuttur. Marksizm ise üç alanın çelişkisiz bütünüdür. Ancak gerek inşa halinde olan bilimler gerekse de bilimsel gelişmelerden sonra konum alışı değişen materyalist felsefe, Marksizm içine de çelişik öğeler katıyor. Marksizm daha tutarlı veya daha çelişik hale gelebilir. Marksizm kendi kendini yenileyebilecek, yeniden üretecek kategorileri ve kavramları yapılandırabilmelidir. Çelişik ve krize yol açan konunun merkezinde “özne” mefhumu duruyor.
Özne, kendisiyle bağlaşık olduğu düşünülen bir kavram olan “bilinç” ile birlikte, bilimdeki gelişmelerden etkileniyor. Etkileyen ise canlılık bilimi; yani nörobilim. Fizik bilimine bir üst-bilim olma ünvanı verilecekse, nörobilim de o koltuğa adaydır. Nörobilim felsefeyi ve bilimi birlikte etkiliyor. Kendisi geliştikçe felsefe biçim değiştiriyor. Fizik bilimindeki bir takım ampirik verilerin gidimli etkileri gibi değil, kökten felsefi değişimlere yol açıyor. Nörobilim, özne-nesne konusunda bilim olmaklığının aksine felsefe yapıyor.
Marksizm bütünlü yapısını koruyacaksa, nörobilimi ve nörobilimin felsefe ile ilişkiselliğini açıklamak ve ondan faydalanmak zorundadır.
Aşağıdaki cümleler, bir felsefi çizginin izleyicisidir. Spinoza-Marx-Bachelard-Allthuser-Bhaskar çizgisinin açtığı kulvarda ilerleyeceğim. Bu kulvarın belli başlı temel tezleri var.
- Ontolojik alanda her şey maddedir veya madde formudur.
- Ontoloji ile epistemoloji ayrımı yapılması gerektiği gibi epistemik alanda da maddeli idealizm safına düşmemek için bilgi nesnesi-gerçek nesne ayrımı yapılmalıdır.
- Felsefe, bilim alanına girmemelidir. Bilim de felsefenin. Zaten bilim, felsefenin de içinde yer aldığı bilim öncesi ideolojik evrenden epistemolojik bir kopuş gerçekleştirerek bilim olmuştur.(Kayaoğlu, 2012)
- Bilim, kavramlar ve kavramsallaştırma eylemi ile inşa edilir.(Bulduruç, 2012)
- Bir bilim olan sinirbilim de öznesiz ve ereksizdir. Düşünmek eylemi, tamamıyla maddesel bir organizasyon ile beyinde gerçekleşir. İnsana, beyine, beyinin herhangi bir alt bölgesine(limbik lob, subkortikal yapılar, korteks, neokorteks, prefrontal korteks, planum temporale vb.) özne lekesi sürülemez. Bu alanlara özne lekesi sürülemediği için de nörolojide “bilinçlilik” veya “zihin” yoktur. Uyanıklık halinin farklı seviyeleri vardır.
Burada bilim diye bahsedilen şey yalnızca fizik, kimya ve nöroloji gibi pozitif bilimler ve Marx’ın kurucusu olduğu tarih bilimidir. Hatta materyalizm deyince ilk akla gelen, hastalıkları, yaşamı ve ölümü, rasyonel ve bilimsel formata uygun biçimde açıklayan nörobilim oluyor. Son iki yüzyılda sinir sistemine dair baş döndürücü ampirik veri yığını, nörobilim=materyalizm dedirtiyor. Nörobilim; dimağlarda gelişmiş, olgunlaşmış bir bilim dalı gibi hissediliyor. Materyalizme aykırı bir nörobilim tasavvur edilemiyor. “Özne”ye ve özneci bir tür bilim bakış açısına aykırı onca nörobilişsel çalışma varken, düşüncenin nörobilimsel temeli büyük oranda açıklığa kavuşmuşken, felsefenin bu sancısı niye?
Nörobilimin düşünüldüğü kadar gelişmiş bir bilim olmadığını iddia ediyorum. Gelişmemişliği beyinin kodlarını tamamıyla çözülmemiş olması, genetik haritanın tamamlanmamış olması gibi hususlardan değil; nörobilimin epistemik kopuşunu sağlayamadan bir çok ampirik veri ile zenginleşmesi nedeniyledir. Nörobilim günümüzde, Einstein öncesi fizik bilimine veya Marx öncesi tarih bilimine tekabül ediyor.
Nörobilim, zihnin beyinden ve nöronlardan ayrı bir bilinçlilik hali olduğunu savunan idealizmin tam karşısındaymış gibi duruyor. Bize sunduğu bilimsel bilgiler sayesinde evet; ancak topyekûn bir bilim olarak hayır. Nörobilim kapısından kovduğu idealizmi bacadan içeri alıyor. Bilinç, bilinçli eylem, düşünen özne, düşünen beyin, düşünen neokorteks… Bunlar bilime içkin kavramsallaştırımlar ve bilimi inşa etme süreci değil; ideolojik bilim-öncesi kavramlardır.
Bachelard’tan “tarihsel epistemoloji” terimini, bir örneği daha rahat açıklayabilmek için ödünç alıyorum.(Bachelard, 2013) Bachelard, bilimsel kavramların epistemolojik kopuş bağlamında, tarihsel gelişim süreci ile değerlendirilmesi gerektiğini belirtir. Nörobilimin en önemli konusundan biri olan; duygulanım, düşünce ve bazı hayati fonksiyonları düzenleyen limbik sistemi “tarihsel epistemoloji” anlayışıyla değerlendirelim.
Limbik lob(parça) deyimi, 1878’de Broca tarafından sadece beyinsapını çevreleyen gri cevheri tanımlamak için kullanılmıştır. Yani iradi eylemi sağlayan yapı, beyinin sadece bir bölgesine indirgenmiştir. 1937 yılında ise Papez, olayın sadece beyindeki loba ait olmadığını, bir sistem işi olduğunu söylemiştir. Papez döngüsü denilen ve beynin birçok bölgesini ilgilendiren fizyolojik bir sistem fikrini ortaya atmıştır. Geçtiğimiz 80 yıl boyunca da, bu kavramsallaştırım aynı kalmış, “bilinci” sağlayan fizyolojik sisteme sadece yeni yolaklar eklenmiştir.(Alberstone, 2011) Tam da, Einstein öncesi mekanik Newton fiziği, Lavoiser öncesi phlogiston teorisi. Bilim öznesiz ve ereksizdir. Nörobilim de bilimdir. Dolayısıyla düşünceden sorumlu yapılar, düşünen limbik lob, düşünen sistem bağlamında ele alınmamalıdır. Bilinç ve zihin kelimeleri, nörobilimin içinde yer alamaz. Nörobilim için kabul görülebilecek olan kavram uyanıklık seviyesidir.(Kumral, 2013)
Bunu bir hastalık örneğiyle açıklayalım. İki binli yılların sonunda yumurtalık hücresinden salgılanan bir antikor keşfedildi: Anti NMDA reseptör antikoru. Bu antikorun, “bilinç”ten (!) sorumlu beyin bölgelerinde kendi adıyla anılan NMDA reseptörlerine bağlandığında halüsinasyon görmeden, koma haline kadar giden bir tabloya yol açtığı saptandı. Tedavisi ise antikorun, bahsedilen beyin bölgelerine bağlanmasını engelleyen ve bağışıklık sistemini toptan baskılayan bir takım kanser ilaçları. İlacın verilmesini takiben uyanıklık seviyesinde ciddi bir düzelme görülüyor ve hastalar eski yaşamlarına geri dönebiliyor. O güne kadar şizofreni, psikotik bozukluk veya bunama tanısı almış çokça hastanın bu hastalıktan muzdarip olabileceği tahmin ediliyor.
Beyin, içerisinde düşünme olayının gerçekleştiği bir organdır. Uyanıklık seviyesi ve Spinozacı anlamda onun “modus”u olan davranışlar inceleme sahasına girebilir. Yukarıdaki örnekten anlaşılabileceği üzere süreç tamamıyla maddeseldir. Yeni ampirik veriler, bilinçten sorumlu yapı bulma çabasına değil; olanı açıklamaya ve kavramları inşaa etmeye yarıyor, yaramalı. Düşünme ediminin içinde veya arasında gerçekleştiği “şimdilik bildiğimiz” beynin kendisi, kortike yapılar, subkortike yapılar veya reseptörlerden herhangi birine “özne” anlamında ağırlık verilmemelidir. Olsa olsa temel belirleyen “hibrid model” veya “parelel devre”den söz edilebilir.
Kognisyondan sorumlu yapılar kabaca üç başlık altında sınıflandırılabilir. Birincil ve ikincil alanlar ile asosiasyon alanları. Birincil motor korteks hareketten sorumlu görev üstlenirken; birincil duyusal korteks duyusal girdiyi sağlamaktadır. Beyincik, beyin çekirdekleri(bazal ganglionlar), ve iletim yolları gibi ikincil alanlar ise birbirlerinden farklı mekanizmalarla bellek, davranış ve dil gibi becerileri yönetmektedir. Tüm bu yapılar, asosiasyon alanları başlığında, hücresel düzeyde hatta hücrenin de yüzlerce kat küçüğü olan reseptörler ve kanallar düzeyinde etkileşim göstermektedir.
Materyalizm içi bir tartışma olarak, indirgemecilik başlığı altında anatomi-fizyoloji zıtlığına dikakt çekmek istiyorum. “Şüphenin ötesinde kanıtlanmış bir anatomik gerçeklikle karşılaşıldığında bununla tutarsızlık gösteren herhangibir fizyolojik sonuç tüm anlamını kaybeder… Bu yüzden, önce anatomi sonra fizyoloji; ama eğer önce fizyolojiyse de o zaman anatomisiz olmamalı.” (Brodman, 1824) Temel belireyen olarak, anatomi ve fizyoloji arasında bir kaçış unsuru olarak kurulabilecek diyalektik bir bütünlük iddiası yerine bir tercihte bulunmak gerekmektedir. Anatomi temelli bir nörobilim açıkbir şekilde kaba materyalizm sınıflamasında yer alacaktır. Bilişsel ve davranışsal alanın yapısal temelleri kortikal ve subkortikal alanların şebeke içi tanımlanması fizyolojik belirleyiciliğe iyi bir referanstır.
Beynin ve özel olarak serebral korteksin haritalandırılması da iki farklı ekol üzerinde devam etmektedir. Yapısal(arkitektonik) ve işlevsel aidiyete dayananlar. İlk ekolun temsilcileri çok keskin sınırlarla başlayan haritalar yapmışlar ve ardından bu hartalar sınırları birbirleriyle kesişen şekillere dönüşmüştür. İkinci modelin teorisyenleri ise korteksin kaba bir haritalandırması yerine limbik, paralimbik, heteromodal asosiasyon, unımodal asosiasyon, primer duyusal-motor alanlar ile kabaca beş başlığa dayanan sınıflandırma üzerine çalışmışlardır.
Tüm bu insan dışı dünyanın duyusal girdilerinin serebral dokudaki bir takım işlemlerden sonra diğer insanlar için bir duyusal girdi halinde algılanan üç ana output mevcut: dil, davranış ve bellek. Bilinçlilik, davranış çıktısı bağlamında psikanalizin nesnesi olabilir. Dil ve bellek nörobilime ait kavramlardır, özne ve onunda ilişkili ideolojik bir kavram olan “bilinçlilik” ile aynı eksende değerlendirilemez.
Bellek, fizyolojik süreçle rahatça açıklanabiliyorken “dil”in konumu sınırdadır. Dil, dış dünya ile insan organizması arasındaki bağı oluşturur. Bellek gibi fizyolojik süreçle açıklanabilen dil, bir kez oluştuktan sonra toplumsal alana mal olur, tekil insan organizmasına ait olmaktan çıkar. İç psişenin gerçekliği, dilsel göstergenin gerçekliğiyle aynıdır. Gösterge malzemesinin dışında psişe yoktur; fizyolojik süreçler vardır., yani sinir sistemindeki süreçler vardır. İç gösterge işte bu yüzden bir şey olarak analiz edilemez, yalnızca bir dilsel gösterge olarak anlaşılabilir ve yorumlanabilir. (Voloşinov, 2001)
Düşünmek ve düşünce maddedir. Ontolojik materyalist konum ve nörobilimin sürekliliği ancak onun öznesizliği ile birlikte bu minvalde kurulabilir. Ancak düşünce içinde düşüncenin düşünce nesnesi ve düşüncenin maddi nesnesi arasında kategorik ayrım koymak gerekir. Hemen “İşte idealizm!” denmesin. Düşünce nesnesi değil; düşüncenin düşünce nesnesi! İşte bu sırada araya ideolojik bilgi, bilimsel bilgi giriyor. Marksist politik konum alış da ideolojik kanattan ve belirli metafizik yönelimlerle gerçekleşiyor.
Bilincin materyalsitçe tanımı ve materyalist bir dil-bellek teorisi için nörofizyolojik deneyci çalışmaları günümüz felsefi akımlarının gözünden süzgeçten geçirme çabasına ihtiyaç vardır.
Kaynakça
Kitaplar:
Alberstone, Cary D. 2011. Nörolojik Tanının Anatomik Temelleri, Çev. Yakup Sarıca, Güneş Kitapevi
Bachelard, G. 2013. Bilimsel Zihnin Oluşumu, İthaki Yayınları
Brown ve Schachter. 2013. Klinik Nöropsikoloji ve Nöropsikiyatri, Ed: Emre Kumral, Güneş Kitapevi
Mesulam, M. 2004. Davranışsal ve Kognitif Nörolojinin İlkeleri, Çev. İ. Hakan Gürvit, Yelkovan Yayıncılık
Tura, S. 2011. Madde ve Mana, Metis Yayıncılık
Dergilerdeki Makaleler:
Bulduruç, S. Felsefeye Karşın Felsefede Olmak, Teori ve Politika Dergisi Sayı 55
Kayaoğlu, M. Özne, Bilim ve Marksizmin Gerilimleri, Teori ve Politika Dergisi Sayı 3
Yavuz, H. 2013. Zihin mi Beyin mi, Zaman Gazetesi
Ç. Balcı