Seyyar devrimciler – Houri Berberian

Rus, İran ve Jön Türk Devrimleri arasında dolanan “dünya vatandaşı” Ermeniler 20. yüzyılda yeni bir dönemin başlamasına medar oldular 

Tıpkı diğerleri gibi bir günde, 20. yüzyılın başlarında Tiflis’te, yetenekli bomba yapımcısı Rostom sokakta karısına koşar. Eghsapet, uzun süredir ortalıkta olmayan kocasını görmesiyle şaşırır, “Ne zaman geldin?” diye sorar. Büyük ihtimalle yoldaşlarıyla buluşmak için telaş içinde olan Rostom durur ve yanıtlar: “Yedi gün oldu… ama çok meşguldüm; evin yakınlarından geçemedim.” Bu yanıttan pek etkilenmeyen Eghsapet, ilgisiz ama cömertçe cevap verir: “İyi… zamanın olunca, eve de bir uğra.” 

Rostom Stepan Zorian’ın (1867-1919) kod adıydı ve 20. yüzyılın başlarındaki çoğu Ermeni devrimci gibi seyyar bir hayat sürdü. Rus, Osmanlı ve İran Kaçar Hanedanlıkları arasında sık sık seyahat eden Rus, İran ve Jön Türk devrimlerinde işbirliği yapan veya öncü roller üstlenen bir grup seyyar Ermeni devrimciden biriydi. 1905 ve 1911 arasında, bu devrimler erken 20. yy dünyasını sarstı; otokrasilerin keyfi yönetimlerini sınırlamak ve halk egemenliğini getirmeye kalkışmak için meşrutiyetçi fikirler yoluyla bölgeyi dönüştürdüler. 

Her üç durumda da, bu Ermeni devrimcileri toplumsal ve siyasi eşitsizliklerin çözümünü meşrutiyetçilikte, parlamentoda ve bir dereceye kadar halk egemenliğinde aradılar. Sözün özü, otokrasiye karşı cesur muhalefetin ve siyasi özgürlüklerle toplumsal ve ekonomik adalete tam bağlılığın önemli bir mirasını bırakan demokratlaştırıcılardı. 1905 Rus Devrimi çarın otoritesini derinden oydu ve 1917 Bolşevik Devrimi’nde tezahür eden daha muazzam sınıf bilincinin oluşmasını sağladı. İran Devrimi- ülkenin geçmişindeki diğer şeylerden çok -anti-otokratik ve anti-emperyalist politikaları tecessüm etti. İranlılar’a, toplumsal ve ekonomik adaletsizliği, siyasi baskıyı ve bu defa neo-emperyalizmi protesto etmek için sokaklara döküldükleri 1978-9 devrimlerinde açıkça görülen kalıcı bir miras bıraktı. Jön Türk devrimi, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in (1876-1909) egemenliğini sona erdirdi ve yüzyıllarca süren Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu başlatarak Türkiye’nin modern ulus devletinin temelini attı. Her biri, vahşi asimilasyoncu politikaları, nüfus transferlerini ve Ermenilerin soykırımını takip eden Jön Türk isyanında olduğu gibi, ya başlangıcında ya da sonrasında kanlı bir devrimdi. 

Rus, İran ve Jön Türk devrimleri fikirlerin ve eylemlerin, heyecanın ve umudun yanında şiddeti takip eden anksiyete, keder ve hayal kırıklığından oluşan bir kasırga yarattı. Devlet ve tebaa ile basın, din, toplanma vb. özgürlükleri arasındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesi için yapılan bu mücadeleler,  katılımcıların ve izleyicilerin kalplerini ve zihinlerini, devrimci mêlée’ye (dövüşe) enerji ve kaynak döktükçe ele geçirdi. Çeşitli ölçülerde, hareketlerin hepsi, Ermeniler gibi dilsel ve etnik olarak ayrılan emperyal tebaanın işbirliğini içeriyordu, tüm farklılıklarına rağmen hepsi, radikal değişim ve Avrupa Aydınlanma fikirlerinin yanında sosyalizmin birçok farklı türünün uyarlanmasının vaadiyle birbirlerine bağlanmış ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. 

Çarlık imparatorluğunun bir tebaası olarak Rusya’da doğan Rostom, komşu imparatorluklarda üç devrime hizmet ederek hayatını riske atmaya başladı. Rus Devrimi sırasında, parti yoldaşlarını Ermeni Devrimci Federasyonu’nun (Taşnaksutyun) hem Osmanlı Hem de Rus baskıcı yönetiminin altındaki Ermeni halkını kurtarma mücadelesine Güney Kafkasya’nın da dahil edilmesinin önemine ikna etti. İki yıl sonra, 1907’de, Rostom İranlı meşrutiyetçi liderlerle masaya oturdu ve bu sırada öncü Ermeni partisi haline gelen Taşnaksutyun’u İran Meşrutiyet Devrimi’nin (1905-11) hizmetine vermeye rıza gösterdi. Görüşmeden kısa bir süre sonra, meşrutiyetçi hareketlerini ezmeye çalışan İran hanedancılarına karşı silahlandılar. 1911’de Rostom, partisinin Jön Türk Devrimi’nin (1908) meşrutiyeti yeniden tesis etmesine dahil olmasıyla siyasi eylemciliğini Osmanlı İmparatorluğu’nda sürdürdü. 

Bu peripatetik (gezginci) yaşam, Rostom’u İran’daki Kazvin’den Londra’ya kadar onlarca şehre götürdü. Diğer Ermeni devrimciler gibi, günler, haftalar ya da aylar içinde şehirden şehre taşındı ve genellikle sadece insanlarla değil, yerliler ve göçmenler, vasıflı ve yarı vasıflı veya vasıfsız işçiler aynı zamanda hayvanlar, araçlar ve mallarla, günümüz Azerbaycan’ının Bakü örneğindeki gibi yerli ve yabancı yatırımcılar, petrol rafinerileri ve devrimcilerle dolu birden fazla kalabalık kent merkezi arasında ileri geri dolaştı. Rostom’un çeşitli ortamlardaki belirgin rahatlığı, yerel ilişkileri ve çok sayıda dil bilmesi ve konuşmasından kaynaklanıyordu, bu da modern devrimlerin merkezi bir özelliğine işaret ediyordu: eylemcilerin titiz yer değiştirmesi. 

Rostom yolu 20. yy başlarındaki bu devrimlerden geçen ve meşrutiyetçilik, federalizm ve sosyalizm hakkındaki fikirleri onlarla birlikte dolaşan düzinelerce devrimciden biriydi. Bu radikal eylemcilerin ziyaret ettikleri ve içinde yaşayıp faaliyet yürüttükleri birçok bölge, parti hücreleri ve üyelerinin ağının genişliğini gösteriyor. Aynı zamanda küresel iletişim ve ulaşım teknolojilerinde insanların yaşamlarını dönüştürmek için radikal bir şekilde başlayan ve Sosyolog David Harvey’nin 1989’da adlandırdığı “zaman-mekan sıkışması” ya da “dünyanın küçülmesinin” hızlandırılışı olarak sonuçlanan önemli değişimleri ortaya koyuyorlar. Teknolojik ilerlemeler, demiryolu veya vapurla daha hızlı ve dolayısıyla daha sık seyahat etmeyi ve öncelikle telgrafla daha uzak mesafelerde daha kolay iletişimi sağlayarak yakındaki ve uzaktaki yerlere ulaşmak için gereken süreyi azalttı. Dünyanın daha küçük olduğu izlenimini verdi çünkü gerçekte daha kolay erişilebilir hale geldi. Aynı zamanda, dünya genişlemiş gibi görünüyordu, çünkü aynı teknolojiler bir dizi fikir, karşılaşma ve değişim sağladı, böylece mevcut ve ulaşılabilir ufukları büyüttü. Hem iletişim kurma hem de yayılma konusundaki bu deneyim, bu devrimleri birbirine bağlamada ve eylemcilerin fikirleri gibi kendilerinin de dolaşımını mümkün kılmakta önemli bir rol oynadı. 

Bu devrimci “dünya vatandaşları”nın seyyar pratikleri, aynı zamanda dönemin Ermeni tebaasının daha kapsamlı gerçekliğini su yüzüne çıkarmaktadır. 

20. yüzyılın başında Ermeniler Osmanlı, Rus ve İran imparatorluklarında bir azınlık oluşturuyorlardı. Önemli sayıda Ermeni, Anadolu’da atalarının topraklarında daha küçük, ticari ve entelektüel olarak gelişmiş bir azınlık İstanbul/Konstantinopolis ve İzmir/Smyrna kent merkezlerinde yaşıyordu. Bu dönemde Osmanlı Ermenilerinin tam sayısını belirlemek imkansız bir iş, ancak 2 milyonun biraz daha altında olduğu görünüyor. Aras Vadisi ve Ararat Ovası’nda, Güney Kafkasya’da özellikle Tiflis ve Batum (Gürcistan), Erivan (Ermenistan), Kars (Türkiye), Elizavetpol/Gence (Azerbaycan)’de daha küçük bir Ermeni topluluğu vardı ve 1 milyonun biraz üzerindeydiler. Osmanlı ve Rus Ermenilerinin sayısına göre, daha küçük bir nüfus 70.000 kadar Ermeni Azerbaycan vilayetlerinde ve İran’da İsfahan’da ikamet ediyordu. 

Reformların başarısızlığa uğramasıyla, Ermeniler geleceklerini artık Avrupa’ya emanet etmediler

19. yy’ın son yarısında Ermenilerin büyük çoğunluğunun yaşadığı Osmanlı ve Rus imparatorluklarında büyük değişiklikler görüldü. 

Eğitime ve gazeteciliğe daha geniş erişim ile ilerlemeler ve edebi bir canlılık, reformların yanı sıra zulmü de içine alan içerideki ve dışarıdaki politik manzaraya eş zamanlı olarak gelişti. Hem Osmanlı hem de Rus imparatorluklarındaki Ermeni kadınlar sadece onlara olmamakla beraber özellikle kızlara eğitimin yaygınlaştırılmasında ve hayır kurumlarının oluşturulmasında etkili olmuşlardır. Eğitim, ulusal kimlik duygusunun geliştirilmesinde ve siyasi farkındalığın kazandırılmasında baskın bir rol oynamıştır. Okulları binlerce Ermeni kız ve erkek çocuğu yetiştirdi. 20. yüzyılın başlarında ve özellikle İran ve Osmanlı imparatorluğundaki ayaklanma döneminde, üst-orta ve üst sınıftaki Ermeni kadınlar, kadınları ilgilendiren hususları kadınların kendilerinin ele alması ve bilinçlerini yükseltmek için aktivizmlerini kadın hareketine genişlettiler. 

Ermeni cemaatlerinin içsel kültürel ve politik uyanışı, Osmanlı imparatorluğunun idari, mali ve askeri çöküşüyle paraleldi. Osmanlı devleti bir dizi reform yoluyla imparatorluğu canlandırmaya ve korumaya çalıştı. Tanzimât reformları, imparatorluğun bütünlüğünü korumak ve tebaalarının sadakatini kazanmak için 1839-1876 yılları arasında ilan edildi. Diğer birçok şeyin yanında, tebaanın dinine bakılmaksızın eşit yükümlülüklere ve fırsatlara sahip olacağına söz verdi. Beklenti ve fiili uygulama arasındaki uyumsuzluk ve hatta imparatorluğun –en büyük kanıtı 1894-96 Ermeni katliamları- Ermeni nüfusuna karşı artan kötü muamelesi ve şiddeti, Yunan ve Bulgar muadilleri gibi bazı Ermeni liderleri Rusya’nın yanı sıra Batı Avrupa güçlerinden yardım almaya zorladı. Reformların uygulanmasındaki başarısızlıkla birlikte, 1880’lerden itibaren Ermeniler, umutları ve çabaları devam etmesine rağmen, artık geleceklerini tamamen Avrupa’ya emanet etmediler. 

Osmanlı imparatorluğundaki gelişmeler, Rus olmayan tebaasına dayatma yoluyla, Rus dilini, kültürünü ve ulusal kimliğini güçlendirerek, azınlık milliyetçiliğinin potansiyel tehdidine son vermek isteyen Rus imparatorluğunun 19. yüzyılın sonlarındaki Ruslaştırma politikalarının yürürlüğe girmesine paraleldi. Ermeni tebaası söz konusu olduğunda, bu politikalar 1903’te Ermeni kilisesinin mülklerine el konulmasıyla sonuçlanmıştır. Ermeni devrimci hareketi Osmanlı ve Rus toplumlarında doğdu. 1870’lerde, sonuçsuz yasal itirazlardan hayal kırıklığına uğrayan ve Bulgar ve Yunan ayaklanmalarından esinlenen bazı Ermeni gençler, silahsız Ermenileri Türk ve Kürtlerin şiddet ve gasp eylemlerinden korumak için Anadolu’nun doğusundaki Osmanlı vilayetlerinde küçük ve gizli yerel gruplar oluşturmaya başladılar. Bu örgütleri kısa süre sonra, her ikisi de çok daha büyük devrimci partiler olan 1887’de Cenevre’de kurulan Hınçak Partisi ve 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnaksutyun izledi. Her iki parti de Ermenistan dışında kuruldu ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler için reformlar ve bir tür özerklik çağrısı yaptılar. 

19. ve 20. yüzyılın başlarındaki değişiklikler Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da devrimleri doğurdu. Hem de Ayrıca, her üçüyle de bağlantılı eylemcilerin düşünce yapılarını ve dünya görüşünü oluşturmaya katkıda bulundular. Dolayısıyla, isyanlar 1905 gibi erken bir tarihte başladığında, Ermeni devrimciler zaten devrimci adanmışlık için gerekli deneyim ve ustalığa sahiptiler. Anadolu’da faaliyette oldukları bir düzineden fazla atölyede kendi mühimmatlarını ve patlayıcılarını ürettiler. Silahları hatta Avrupa’dan satın alınan melanit ve potasyum klorat gibi patlayıcı maddeleri emperyal sınırlardan taşıdılar. Küçük devrimci gruplar da Osmanlı topraklarına baskınlar düzenledi, hatta 1905’te Sultan Abdülhamid’e suikast girişiminde bulundular. Ulusal mücadelenin bir parçası olarak gerçekleştirilen bu direnişler, bir direniş kültürünün gelişmesine yardımcı oldu ve üç devrime dolaşım, bağlantı ve katılım için temel sağladı – hepsi Ermenilerin üç imparatorluktaki coğrafi varlığı, ulaşım ve iletişim kolaylığı ile yapılabilir hale getirildi. 

Avrupa ve Anadolu boyunca imparatorlukları bir uçtan bir uca geçen Ermeniler “dünya vatandaşı” mıydı? 

“Dünya vatandaşları”nın hiçbir yerde yabancı olma ve her yerde yabancı ol atasözü bu Ermeni devrimcileri için yerinde bir şekilde geçerlidir. Rostom, seyahat ettiği birçok toplulukta nasıl kendi evinde olduysa, Tiflis’teki kendi evinde de bir misafirdi. Hiyerarşi, eşitsizlik ve farklılığın emperyal bir alamet-i farika olduğu, üç imparatorlukta yaşayan baskın olmayan grupların küçük bir parçası olarak bu gezgin devrimciler hem evlerinde hem de uçlardaydılar. Coğrafi ve ideolojik sınırları aşarak, kendi ev sahibi toplumlarını evlerinde tutmaya çalıştılar, genelde ‘vatan’ veya ‘ülkemiz’ dediler. Radikal hareketlere katılarak toplumsal ve ekonomik adalet, dini ve etnik farklılıklardan bağımsız tüm yurttaşların eşitliği ve özerklik için mücadele ettiler. Özellikle etnik antagonizmaların ikliminden kurtulma ve uyumlu bir biraradalık yaratma arzusuyla hareket ettiler. Ermeni devrimciler, ideal çözümün, özgür, özerk ve eşit uluslardan oluşan anayasal ve sosyalist bir federasyonda yer alan “evrensel kardeşlik” içinde olduğuna inanıyorlardı.

Bu nedenle, katılımları ve anayasalcılık ve sosyalizm gibi küresel ideolojilerin yerelleştirilmesi yoluyla ifade edilen mesajları evrensel bir mesajdı, aynı zamanda Osmanlı ve Rus imparatorluklarındaki daha kısıtlı Ermeni çabasının bir parçasıydı. Nihayetinde, kampanyaları ve katılımcıları birbiriyle iç içe geçmiş ve birbirlerinden haberdardı. Ermeni devrimciler, davalarını Rus, Osmanlı ve İran sınırlarının içindeki ve dışındaki komşularının davalarından ayırmayı düşünmemişlerdi. Ayrıca kendilerini bu imparatorlukların sınırları ile sınırlamamışlardı. Gizli toplantılarda, Sosyalist Enternasyonal gibi kongrelerde ve kafelerde ya da gizli meskenlerde, Batı Avrupa’daki devrimci ve entelektüel benzerleriyle etkileşim içindeydiler ve işbirliği yaptılar. Avusturyalı Sosyal Demokrat Victor Adler gibi bazıları 1907’de Viyana’da bir kongre için bir toplantı alanı edinmelerine yardımcı olurken, Jean Jaurès ve Francis de Pressensé de dahil olmak üzere Fransız sosyalistler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler için Avrupa’nın desteği toplamaya çalıştı.

Ermeniler “özgür bir anavatanın gayri meşru değil gerçek çocuğu” olmaya çalıştı

Tekrar tekrar, Güney Kafkasya, Osmanlı İmparatorluğu ve İran’ı sallayan 1904-1912 yılları arasındaki isyankar yıllar boyunca, ister bir Güney Kafkas bütününün parçası olsun ister Osmanlıcılık veya kapsayıcı İran milliyetçiliği olsun, kapsanma çağrısında bulundular. “Bizim ülkemiz” sözcüklerinin her üç devlete kendi ülkelerinin Ermeni nüfusu tarafından sıklıkla dile getirilmesi, daha geniş bir toplumun ve kimliğin kapsanmasına ilişkin vurguları olduğu gibi, kendi gerçekliklerinin ani gelişen bir bilinçliliği ile kendi refah ve ilerlemelerini açık bir biçimde vaat eden yolun ev sahibi toplumlarının ve devletlerinin refahı ve gelişimiyle paralel olduğunu işaret ediyordu. Dayanışma, Ermenilerle İranlılar arasında ya da Ermenilerle Türkler arasında olsun bilhassa tekrar eden bir sözdü ve Bulgarlar, Makedonlar ve Arnavutlar gibi diğer Osmanlı Müslüman ve Müslüman olmayan tebaasının “aynı babanın çocukları” ve “ortak vatan” olarak aşina oldukları aynı fikir ve sözcüklere çok benziyordu.  

Ermeni radikaller üç devrime katılımlarını ne zaman açıklasalar, birbirine bağlı devrimci mücadelelerle dönüştürülecek kapsayıcı bir toplumdan azade değil onun bir parçası olarak konumlandırdılar kendilerini. Böylece, fikirleri ve buna bağlı olarak kimlikleri benimsemeleri ve aktarmaları, o anki ve gelecekteki tebaa-yoldaşlarına onları güçlü bir şekilde bağlamıştır. İran ve Osmanlı ordularına katılmak için kampanyaları, kapsayıcı bir kimliğin tatbikine şahane bir örnektir: “özgür bir anavatanın gayrimeşru çocuğu değil gerçek çocuğu olmak ve onun cömertliğinin ve yakıcılığının tadını çıkarmak” arayışıyla askerlik hizmetleri ve kamu yönetimi pozisyonları için baskı yaptılar. Etnik ve dini açıdan belirgin bir azınlık olsalar bile, “ötekilik” yerine ulusun içinde olmayı istediler. Yunanlar, Araplar ve diğer emperyal tebaa gibi birden fazla bağlılık benimsediler- biri hepsini kapsayan emperyal olana, diğeri daha yerel ya da etno-dinsel olana. Bu nedenle, “ne o ne bu”, onları özellikle mahir devrimci “dünya vatandaşı” yapan devlette yaşadılar. 

Çeviren: Aslı Polat

Kaynak: https://aeon.co/essays/how-cosmopolitan-armenian-radicals-launched-the-20th-century

Kapak Fotoğrafı: Silahlı Ermeni devrimciler, Türkiye, 1906

  • Bu makale ilk olarak Komün Dergi’de yyaınlanmıştır.