Fred Engst, Mao Zedong’un yaşam süresinin Çin’in tuttuğu kapitalizm yoluna olan etkisinin sınırlı olduğunu söylüyor. Ona göre Mao daha uzun yaşasaydı da sonu değişmeyecekti; zaten kapitalist yolcular çoğunluktaydı ve yerlerini sağlamlaştırmışlardı. En yakın karşılaştırmalı örnek olarak Ekim Devrimi lideri Lenin’in kısa yaşamı dolayısıyla başlayan tartışmalar -Lenin daha uzun yaşasaydı Sovyet Devrimi’nin kaderi farklı olur muydu gibi sorular- Çin ve Mao Zedong bağlamında verimsizdir. Mao Zedong, 1893 ila 1976 tarihleri arasında 83 yıl hayatta kalmış bir devrimci olarak yeterince yaşamıştır! Dolayısıyla Mao Zedong’un ölümünü Çin’in kapitalistleşmesi için statik bir tarih olarak ele almıyoruz; aksine onun yaşamını yitirmesi ile iyiden iyiye ayyuka çıkan kapitalist bir çizginin simgesi olarak ifade ediyoruz.
Çin, hâlihazırda popüler kültürün bir istatistik torbasına dönüşmüş durumdadır. Gözümüzü çevirdiğimiz her kaynak, Çin’in son 20 yıldaki büyüme, ihracat, ithalat, sanayi vb. oranlarını büyük bir iştahla ifade ediyor. İşte bir örnek: Çin 2010 yılından beri dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmiş durumdadır. IMF verilerine göre Gayri safi yurtiçi hasıla Amerika Birleşik Devletleri’nde 21,4 trilyon dolar, Çin’de 14,1 trilyon dolarken, üçüncü sıradaki Japonya’da 5,2 trilyon dolar seviyesindedir. Bunun gibi yüzlerce tablo ile aktarılabilecek istatistiklere bu kısa yazıda yer vermeyeceğiz; bu istatistiklerin özeti Çin’in yüksek büyüme oranlarına ve dev ekonomik kapasiteye sahip bir ülke haline geldiğinin artık tartışmaya yer kalmayacak ölçüde kesinleşmiş olmasıdır.[1]
Yazının ilk bölümünde Mao’nun ölümünden itibaren Çin’in tuttuğu kapitalist yolda önem arz eden tarihsel olaylar objektif olarak aktarılacak, ikinci bölümde tartışmalı konulara değinilecek, üçüncü bölümde ise geleceğe ilişkin öngörüler sunulacaktır.
Mao sonrası önemli olaylar kronolojisi
1976-1978: Bu iki yıl içerisinde her sorunun nedeni ve kaynağı olarak tespit edilen ve kayıp on yıl olarak nitelendirilen Kültür Devrimi (1966-1976) ile hesaplaşıldı. Kültür Devrimi’nin liderleri görevlerinden alındı ve önemli bir kısmı tutuklandı. Dörtlü Çete olarak nam salan Jiang Qing, Wang Hongwen, Zhang Chunqiao ve Yao Wenyuan’ın tutuklanması, bu tipteki kitlesel tutuklamaların ve görevden el çektirmelerin simgesi oldu. Nihayet, Aralık 1978’de yapılan Çin Komünist Partisi 11. Kongresi’nde Deng Xiaoping parti önderliğini tamamıyla ele geçirdi. Bu tarihten itibaren Maoizm hem fiziksel hem de ideolojik olarak tasfiye edildi.
1978-1983: Bu tarihler arasında kolektif tarım sona erdi. 1958’den yani Büyük İleri Atılım döneminden beri komün-tugay-takım sistemiyle örgütlenerek Çin’in dört bir tarafındaki gelir ve üretim uçurumunu kolektifleştirme yöntemiyle aşmaya çalışmış olan sistem ortadan kaldırıldı ve aile tarımına geçildi. Çin’in resmi devlet yazınında tarım mucizesi olarak ifade edilen bu olay kolektifleşmenin lağvedilerek ürün son fiyatlarına yapılan zamlarla köylülerin memnuniyetinde yaşanan artıştan ibarettir. Oysaki birçok kaynakta açıkça görüleceği üzere tarımın bütün teknik altyapısı kolektif ekonomi sayesinde oluşmuş, tohum ve gübre üretimi 1970’li yılların ortalarında tarihin en yüksek seviyelerine kadar tırmanmıştı.
1984: Çin’in doğu kıyısındaki 14 kent doğrudan yabancı sermaye yatırımına açıldı. İlk gelen yabancı sermayenin 1949’da devrim sonrasında kapı dışarı edilen ve Tayvan ile Hong Kong’da kümelenen diaspora sermayesi olduğunu not düşmek gerekiyor.
1986-1987: Devlet işletmelerine performans sistemi getirildi, “çok” çalışan “çok” kazanıyordu; ayrıca yöneticilere ek kar elde etme hakkı tanındı.
1989: Pekin’in Tiananmen Meydanı 14 Nisan’dan 4 Haziran’a kadar çeşitli protesto gösterilerine sahne oldu. Protestoların ilk fişeği 1987’de görevinden istifa eden ÇKP genel sekreteri Hu Yaobang’ın ölümüydü. Hu Yaobang görevi esnasında reform odaklı bazı protestolara göz yummuş ve Maocu dönemin ölçüsüzce eleştirilmesine karşı çıkmıştı. Hu Yaobang, Deng Xioping ve ÇKP yönetimi tarafından eleştiriye tabi tutulmuştu. Ölümü ardından, Yaobang hakkında iade-i itibar yapılması ve cenaze töreni için yas tutulması amacıyla bir grup öğrenci Tiananmen meydanında bir buluşma gerçekleştirdi. Parti yönetiminin eylemlere karşı çelişkili yaklaşımları, protestoları alevlendirdi. 4 Haziran tarihinde bizzat Deng’in emriyle askeri yöntemlerle kanla bastırılmasına kadar geçen 50 gün boyunca, çoğunluğu öğrenci ve genç olan, onlara göre daha az sayıda işçinin katıldığı birçok protesto gösterisi düzenlendi.
Protestoların amacı ve sınıfsal niteliği oldukça karmaşıktır. Görünürdeki istek “reform” sözcüğü ile özetlenebilirdi. Ancak reform sözcüğünün çeşitli toplumsal tabakalardaki karşılığı oldukça farklıydı. Parti yönetimi ve Deng’in reform anlayışı üretici güçleri kapitalist yoldan geliştirmek, özel sektöre daha fazla alan açmak, doğrudan yabancı yatırım çekmek, kolektif tarımı parçalamak, devlet işletmelerini mümkün olduğu ölçüde özelleştirmekti. Eğer reform denilen şey buysa, işçi sınıfı bu reformları fazla buluyordu ve onlar protesto gösterilerine Maoist dönemdeki haklarını geri kazanmak amacıyla katıldılar. Bazı parti kadrolarına göre ise reform demek parti içi yolsuzlukları engellemek, kritik kararlarda söz sahibi olmak ve daha fazla özgürlük demekti. Eylemlere katılan öğrenciler ile aydınlar ise bu özgürlükçülüğü yetersiz buluyordu. Sonuçta Tiananmen Meydanı protestoları, Maoizme dönülmesini isteyen işçilerden Komünist Parti’nin toptan tasfiye edilerek resmi kapitalizme geçilmesini isteyen aydınlara, özgürlükçü bir komünist parti isteyen öğrencilere kadar çok farklı taleplerin hepsinin birden ortalığa döküldüğü bir dönemeçtir.
1990: Şanghay’da sonraki dönem sanayinin örneği olabilecek dev bir yatırım hamlesi başlatıldı. Bu hamle sendikal örgütlenme ve grev yasağıyla birlikte geldi.
1992: Deng Xiaoping “Güney Gezisi” olarak isimlendirilen bir seyahate başladı. Çin’in güneyinde yer alan sanayi kentlerinin gidişatının kontrol edilmesi amaçlanan bu gezide Deng kapitalist reformlardan geri adım atmayacağını açıkça ilan etti. Bu gezi Çin’de kapitalist yolun şifaen ilanının simgelerinden biri olmakla kalmadı; bu gezi ardından kritik devlet işletmelerinin özelleştirilmesi büyük hız kazandı.
1994: Kamu sektöründe çalışan işçilerin iş güvencesi ortadan kaldırıldı, sözleşmeli iş yasalaştı. Yaşam boyu iş güvencesinin işçileri tembelleştirdiği, verimi düşürdüğü ve böylelikle üretici güçlerin gelişmesinin hız kestiği gibi önermelerin Büyük İleri Atılım Yılları boyunca Liu Shaoqi tarafından hararetle savunulduğu ve Mao tarafından eleştirildiği not düşülmelidir. Liu’nun düşünceleri yaklaşık kırk yıl sonra yasalaşma fırsatı bulmuştur.
1997-1998: Doğu Asya ekonomik krizinin yaşandığı bu yıllar, kapitalist kalkınmanın geç ama güçlü formülünü buldukları zannedilen Tayland, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Filipinler gibi ülkelerin borçlanma, enflasyon, aşırı üretim ve işsizlik altında kıvrandığını gösterdi. Güneydoğu Asya’dan giderek bütün Asya’ya yayılan kriz, Çin’i daha az etkiledi. Bu durum, liberal iktisatçıların bile hızlı özelleştirme, borçlanma ve kamu istihdamı meselelerinde bir örnek olarak Çin ekonomisine gözlerini çevirmesine yol açtı. Çin’in belki hızlı kalkınma konusunda olmasa da yavaş kalkınma açısından bir model olabileceği öne sürüldü.
2001: Çin, aralık ayında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. DTÖ üyeliği sayesinde Çin’in ihracatının önündeki engeller büyük ölçüde kalktı. Yabancı sermayenin Çin tercihi giderek belirginleşti ve yabancı sermaye çekme ile ihracata dayalı büyüme hız kazandı.
2002: Kapitalistlerin de Çin Komünist Partisi’ne üye olabileceği kararı alındı. Çin’e doğrudan yabancı sermaye yatırımının önündeki bütün engeller kaldırıldı.
2010: Meta ihracatı ve yabancı sermaye odaklı büyüme Çin’i dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline getirdi.
2014: Mevcut büyüme modeli tıkanmaya başladı. Çin otoriteleri hızlı büyümeden orta-hızlı büyümeye doğru vites küçülttü. Atıl sermayenin süpürülmesi, çelik ve kömür üretiminin azaltılması kararları alındı. Sadece yabancı sermayenin montaj ürünlerini pazarlayan bir ekonomiden sıyrılarak yüksek teknoloji ve Ar-Ge odaklı inovasyona doğru bir hat çizildi. 2049 yılına kadar bitirilmesi planlanan Kuşak ve Yol Projesi ile Pekin’den başlayıp Venedik’te biten, kara yoluyla deniz yolunu birleştiren sermaye atılımı, devasa bir ekonomik koridor planlanmaktadır.
Tartışmalı konular
Çin’in yükselişi konusunda birçok temel tez öne sürülmektedir. Sonsuz ucuz emek arzı, modernite öncesi ticari ilişkiler, devrim sonrası kazanılan eğitim ve vasıflar, işçilerin aşırı derecede sömürülmesi, bol miktarda sınır aşırı Çinli ve yabancı sermaye akını, katı sermaye ve döviz kontrolü başlıca nedenler arasında sayılmaktadır. Bu tezlerden hangisinin yükselişin temel kaynağı olduğu konusunda ortaklaşılan bir görüş veya konsensüs yoktur. Esasında hepsinin birden geçerli olduğu söylenebilir.
Üzerinde büyük ölçüde uzlaşma sağlanan görüş; Çin’in büyümesinde devrim sonrası dönemin katkısının çok yoğun olduğudur, bu aşikârdır. Birkaç çarpıcı istatistik vermekle yetinelim. Okuma yazma oranı 1949’da %20, 1964’te %40,3 1981’de ise %68 olmuştur. Yine ortalama yaşam süresi 1949’da 35 yıl, 1975 yılında 63 yıl, 1981’de ise 67 yıl olmuştur. Tüm bu gelişmeler içinde Çin devriminin hamlelerinin ve özellikle de Kültür Devrimi’nin payı büyüktür. Kültür Devrimi’nin temel şiarı yaparak öğrenmek ve tüm nüfusu işgücüne katmaktır. Bu özellikler sosyalist inşanın olabileceği gibi pekâlâ yabancı sermayeye bağımlı kapitalizmin de temeli olabilir. Çin’in büyüme oranları açısından vites küçülttüğü yeni periyot olan 2013-2014’ten önceki dönem boyunca elde ettiği başarının özeti, ihracat odaklı büyümedir. Bu dönemde ihracatın gayri safi milli hâsılaya oranı 1996’da %16 iken 2002’de %26’ya yükselmiştir. İhracatın da kabaca yarısının yabancı yatırımdan kaynaklanan ihracat olduğunu belirtmek gerekmektedir. Devlet işletmelerinin özelleştirilmesinin, yabancı sermayenin ve ihracatın yarattığı bir büyümedir Çin’in ekonomik mucizesi!
Bu sorunların neden olduğu borç ve kırılgan ekonomi, yerini yeni normal denilen ekonomik modele bırakmıştır. Önceden başta ABD şirketleri olmak üzere bütün yabancı sermaye Çin’i ürünlerin tasarımı için değil yalnızca montajı için kullanıyordu. 2008 yılına kadar Çin de bu sayede elde ettiği birikimlerini ABD bonolarına yatırıyordu. Böylece Çin malları daha da ucuzluyor, ABD işçi sınıfının tüketim ihtiyacı bu şekilde gideriliyordu. Özetle Çin ve ABD çok uyumluydu; ABD kolay borçlanıyor, düşük faiz ile doların değerini koruyor ve yüksek iç tüketim ile de kendi işçi sınıfını besliyordu. Çin bu denklemde ABD işçi sınıfını besleme noktasında kendine yer buluyordu. Çin resmi tezlerinde bu sürecin adı “Barışçı Yükseliş” olarak isimlendirilmektedir.
2014 yılından sonraki dönemde Çin Ar-Ge hamlesi yaptı, yerel inovasyon ile hizmet sektörünü önemsemeye başladı. Bu noktada sanayi işletmelerinin oranını vermekte fayda var. Devlet+özel bütün sanayi üretimi, sanki üreticiliğin veya nitelikli sermayenin temel kriteriymiş gibi algılanıyor. Oysaki sanayi üretiminin oranından ziyade niteliği önem taşıyor. İleri kapitalist veya az gelişmiş, neredeyse bütün ülkelerde sanayi sektörü ile hizmet sektörünün oranı yaklaşık %70-%30 seviyesindedir. Çin’de de benzer istatistikler söz konusudur ve formel sektör sanayide devlet payı %21 iken bütün devlet işletmeleri ekonomik hacminin %30’unu oluşturmaktadır.
Çin’in ihracat odaklı düşük maliyetten yüksek katma değer hedefine geçtiğini belirttik. Bu durum montaj biçimli üretimden yüksek nitelikli üretime geçiş olarak da okunabilir. Bu geçiş ve gelecek planı, Çin Komünist Partisi’nin 19. kongresinde resmi tez olarak “sosyalist piyasa ekonomisi” kavramıyla kabul edilmiştir. Yabancı sermaye ve ihracat odaklı büyümenin yarattığı sorunlar bu sayede açılmaya çalışılıyor; fakat hala Çin’in doğu ve kıyı kesimlerinin zenginliği ile iç kesimlerinin fakirliği arasındaki fark, hava kirliliği, işsizlik, enflasyon ve borçluluk sorun oluşturmaya devam ediyor. Kuşak ve yol projesi ile dışa açılımın ne kadar çözüm olabileceği de Çin’in sosyalist inşasıyla değil uluslararası kapitalist dengelerin eşitsiz ve bileşik gelişimi ile açıklanabilecek bir süreçtir.
Özgün bir model olduğu iddia edilen Çin ekonomisi iki yönlüdür. İlki merkezde yer alan parti devletidir. Çin Komünist Partisi(ÇKP) tek partidir ve ülkede iktidara gelecek partinin seçimleri yapılmamaktadır. Ekonominin diğer önemli öğesi ise kamu iktisadi teşekkülleridir; telekomünikasyon, enerji ve iletişim KİT’ler aracılığıyla yürütülmektedir. Tüm bu özellikler diğer devlet kapitalizmleriyle benzer nitelikte yapılanmalardır; Çin’in farkı ise özel işletmelerdeki mutlak devlet kontrolüdür. Çünkü kamu iktisadi teşekküllerinin veya devlet sanayisinin oranı toplam sermaye içinde hiç de yüksek değildir; ülkede 280.000 KİT, 6,5 milyon özel şirket, 40,6 milyon hane halkı işletmesi bulunmaktadır. Çin’in farkı devlet sermayesinin oranının yüksekliğinden ziyade özel sermaye üzerindeki sıkı devlet kontrolüdür. Zaten Kit’lerle piyasa ekonomisi açık şekilde çelişmektedir; ÇKP de önümüzdeki süreçte KİT’leri kapatmadan reforme etmenin yollarını aramaktadır.
Öngörüler
Kapitalist ekonomide büyümenin birinci kuralını işgücünü disipline etmek oluşturmaktadır. Taylorist, Fordist veya Post-fordist bütün literatür işgücünün nasıl disipline edileceğini açıklar. Kapitalizm için iş gücü disiplini, maksimum kârı dahi önceler. Nasıl ki ilksel sermaye birikimi döneminde İngiltere’de tarım emekçileri zorla yerinden kopartılarak proleter hale getirildiyse, Çin’in sosyalist inşa dönemindeki birikimi de kapitalist yolcular tarafından işgücünü disipline etmek için ucuz emek gücü biçiminde istismar edilmiştir. Sonuçta kapitalist yolcular başarılı olmuş sosyalist yolcular yenilmiştir; bu durum sosyalist inşanın neredeyse sonuçları birbirinin tam tersi olan ikili karakterinin örneklerinden biridir.
- Çin Devrimi ulusal yönü ağır basan bir sosyalist devrimdi. Uzun devrim tarihinin aşamalarında iki kez gerçekleşen milliyetçi Kuomintang ile işbirliği, Japon emperyalizmine karşı yurtsever direniş önemli bir yer kaplamaktadır. Mao sonrası dönemde ÇKP’nin ideolojik ekseninden sosyalizmin kaybolduğu ve elde milliyetçiliğin kaldığı iddia edilebilir; dolayısıyla bir başka milliyetçi dalganın ÇKP’yi sarsabileceği düşünülebilir. Bu milliyetçilik biçimi, partinin adındaki Komünist kelimesi etrafında bile tartışma yaratabilir.
- Çin hakkında bir tarafta ülkenin yavaş yavaş da olsa sosyalizme doğru ilerlediği, sosyalist bir yönelime sahip olduğu şeklinde tezler diğer tarafta ise ülkenin artık emperyalist sayılması gerektiği şeklinde tezler ortaya atılmaktadır. Yavaş da olsa sosyalizme doğru yol alındığı şeklindeki tez, SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinin “şok terapisi” diye isimlendirilen ani kapitalist yönelimin başarısız olmasından kaynaklanmaktadır. Yine güneydoğu Asya ülkelerinde eski sosyalist ülkelerdeki şekliyle olmasa bile hızlı kalkınmacılığın kötü sonuçlar vermesi ve ekonomik kriz ile sonuçlanması, Çin’in yavaş büyümesinin övgüye mazhar olmasına yol açmıştır. Bu durum, Çin’in bir tür uzamış NEP içerisinde -Ekim Devrimi’nden sonra savaş ekonomisinin yaralarını sarmak için Bolşevik parti’nin tercih ettiği türden- olduğu yorumlarına bile neden olmuştur. Çin tarihinde her şey çok yavaştır; devrim bile 30 yılı aşkın bir süreye yayılmıştır. Ülkenin tuttuğu kapitalizm yoluna bakılacak olursa, uzanmış bir NEP’ten ziyade uzamış bir Glasnost teriminin daha çok yakışık alacağını düşünüyoruz. Diğer tarafta ise, Çin’in emperyalist bir ülke olduğu tezlerine de ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor; çünkü Çin hala yabancı sermaye çekmekte ve hala yabancı sermaye ihracında oldukça gerilerde yer almaktadır Kuşak ve yol projesinin emperyalist sıfatından ziyade emperyal yönelimli olarak kodlanabileceğini düşünüyoruz.
- ABD ile yaşadığı ticaret savaşları içindeki Çin’in sosyalizmin geleceğine dair fikir vermese de nüfusu ve potansiyeli nedeniyle kapitalizme dair öngörü kaynağı olabileceğini iddia etmek yersiz değildir. Eğer kapitalist sistemin azalan kar oranları ve sermaye birikim krizine neo-liberal model çare olabildiyse, bu durum Çin’in ihracat ve yabancı sermaye odaklı kalkınma modeli sayesinde mümkün olmuştur. Şimdi de Çin, sosyalist kimliği ile değil özgün bir devlet kapitalizmi modeli ile tüm dünyaya örnek olmaktadır ve bu örnek sosyalizmin krizine değil kapitalizmin krizine karşı bir ilaçtır.
- Çinli devrimcilerin “Yeni Sol” adı altında örgütlendiği bilinmektedir. Sendikalaşmanın zayıf olduğu ama yerel eylemliliklerin, işçi grevlerinin oldukça kuvvetli olduğu söylenmektedir. Çin’in devrimci geleceği noktasında parti içi mücadelenin mi yoksa ÇKP’ye karşı yürütülecek bir mücadelenin mi esas alınacağı konusunda örgütsel bilgilerimiz çok eksiktir.
- Mevcut gelişmeler uzun vadede piyasanın kazanacağını hatta bu kazancın kapitalizmin krizlerine çözüm olacağını düşündürmektedir. Bir melankolik bitiriş olarak elimizdeki iki olumlu şeyin o kudretli isim olan Çin Komünist Partisi ve onun devrimci tarihinin muhteşem bir dönemecine işaret eden Kültür Devrimi olduğunu vurguluyoruz.
Yararlanılan Kaynaklar
- Küresel Çatışmanın Yeni Aktörü Çin ve Sosyalizm, Martin Hart-Landsberg-Paul Burkett, çev. Emre Balıkçı, Kalkedon Yayınları, Ocak 2006
- Petrograd’dan Şanghay’a 20. Yüzyılın İki Devrimi, Alain Badiou, çev. Murat Erşen, Vakıfbank Kültür Yayınları, Ekim 2020
- Mao döneminde Çin’de Sınıf Mücadeleleri, çev. Onurcan Ülker, Fred Engst, Patika Kitap,
- Zaferden Yenilgiye, Pou-yu Ching, çev. Onurcan Ülker, Patika Kitap, 2020
- Tek Bir Çin Pek Çok Yol, Chaoua Wang, çev. Evren Çelik Wiltse, İletişim Yayınları, 2016
- Devletle Kalkınma, der. Murat Tiryakioğlu, İletişim Yayınları, 2020
[1] Henüz G7 zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden, destek verdikleri “Dünyayı Yeniden Daha İyi İnşa Et” planının Çin’in geliştirdiği Bir Kuşak, Bir Yol Programı’na daha iyi bir alternatif sunmasını amaçladıklarını söyledi. Böylece G7 ülkeleri Çin’in İpek Yolu’na alternatif proje yaratmaya çalışıyor.
Murat Poyraz