Türkiye siyaseti bir kez daha iki ucunu da egemen sınıfların çekiştirdiği bir tartışmaya kanalize olmuş durumdadır. Bu tartışma bürokrasinin yüksek kademelerinde devam eden ve ezilen kesimlerin aldırış etmediği bir devlet meselesi şeklinde yürümüyor. Konu ekonomik düzenin doğrudan meta fiyatlarını, ücretleri ve bölüşüm ilişkilerini etkileyen noktaları olunca, egemen ve ezilen kesimlerin neredeyse tamamının teveccühünü kazanıyor. Her ne kadar tartışmaya ezilen kesimler dâhil olsa da, tartışma başlıkları arasında ezilen kesimleri önceleyen sosyalist/komünist ekonomik program yer almıyor. Sermaye fraksiyonlarının birbirlerini kıyasıya eleştirdikleri fark ediliyor ve yakın dönemde de iç hesaplaşmanın ateşinin körükleneceği kuvvetle muhtemel görünüyor.
AKP adındaki faşist organizasyonun devlette tuttuğu yer desteğiyle semiren, yayılan ve çoğalan sermaye gruplarının gayrimenkul, inşaat, turizm alanlarına hâkim olduğu ve TL ile borçlandığı, kendilerine tahsis edilen kredilerle ayakta durabildikleri biliniyor. AKP’nin iktidarda kalması bu sermaye bloğunun varlığına bağlı ve bu önermenin tersi de geçerli. Kur-faiz-enflasyon üzerinde son aylarda hararetlenen tartışmanın Tayyip Erdoğan ve AKP tarafından savunulan önermelerinin yedi düvele meydan okuyan anti-emperyalist bir ekonomik kurtuluş savaşı olduğu safsatasına inanan -yandaşlar dâhil- hiçbir kesimin kalmadığı ortadadır. Yine de Erdoğan’ın savunduğu model ile (ne kadar model denebilirse) onun şimdiye kadar dostane ilişkiler kurabildiği rakip sermaye fraksiyonlarının modelinin çelişen yönleri var ve bu çelişkinin simgesini faiz politikası oluşturuyor. Bahsedilen para politikasının kapitalizmin bir iç tartışması olduğu, uluslararası sömürü düzeni olan kapitalizmin sınırlarını zorlamak şöyle dursun onu sorgulamaya bile girişmediği gözlerden kaçırılmamalıdır.
Kapitalist ekonomik modele karşı kökten bir reddiye olan sosyalizmin, içinde tartışmalar/farklılıklar barındırmayan yekpare bir model olduğunu düşünmemek gerekir. Tıpkı küresel kapitalizminin hâlihazırda üzerinde tartıştığı modeller gibi, sosyalist deneyimlerin de kendi içinde ortaklaşamadığı netameli konular vardı. Ekonomik krizlerin devrimlerle olan bağlantısının güncelliği noktasında, kapitalizm içi model tartışmalarının yanısıra sosyalizm içi model tartışmalarının da önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle küçük ölçekli meta üretimini destekleyen, işçilere teşvik edici bir yöntem niyetine ücret sistemini dayatan bir metoda karşı eşitlikçi arz sistemini savunan Zhang Chunqiao’nun makalesini paylaşıyoruz.
Bu makale Alkan Arslan’ın çevirisiyle El yayınları tarafından yayınlanan “Zhang Chunqiao-Seçme Makaleler” kitabından alınmıştır. Zhang Chunqiao, Mao Zedong’un muhtemel halefleri arasında gösterilen ve Çin Kültür Devrimi’nin (1966) en parlak teorisyenlerinden biridir. Mao’nun ölümünün ardından iktidara gelen karşı devrimciler tarafından Dörtlü Çete üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmış ve önce idama ardından ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir. Hastalığı gerekçesiyle 1998 yılında ev hapsine alınmış, 2005 yılında ise hayatını kaybetmiştir.
Marksizm Bibliyoteği
Halkın Günlüğü Editörünün Notu: Zhang Chunqiao yoldaşın bu makalesi, Şanghay’da iki haftada bir yayınlanan Kurtuluş’un 1958 yılına ait altıncı sayısında ilk kez yayınlanmıştır ve şimdi yoldaşlar arasında tartışılması amacıyla yeniden basımı yapılmaktadır. Önemli gündemlerle karşı karşıya olduğumuz bugünlerde bu meselenin tartışılması gerekmektedir. Bizler Zhang’ın makalesinin temel olarak doğru olduğunu düşünüyoruz, ancak bir nebze de olsa tek yanlı bir yönü var, çünkü tarihsel süreçler hakkında söylenen şeyler eksiksiz açıklamalar olmayabilirler. Yazar konuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır, bununla birlikte ilgi çekici, gayet anlaşılabilir bir makaledir ve okunabilirlik açısından da çok iyidir. [1]
Çin Komünist Partisi ve Çin devrim tarihinden haberdar olan herkes, Parti’nin önderliğine bağlı olan Çin halkının silahlı kuvvetlerinde, devrimci üs bölgeleri içinde, İşçi Köylü Kızıl Ordusu ve sonrasında Sekizinci Yol Ordusunda, Yeni Dördüncü Ordu ve Halk Kurtuluş Ordusunda, Jinggang Dağları üs bölgesinden geniş kurtarılmış bölgelere varana dek ordu ile halk arasında, görevlilerle insanlar arasında, yüksek kademeler ve alt kademeler arasında, halk içindeki karşılıklı ilişkilerin temel ilkesi olarak her zaman eşitliğin geçerli olduğunun farkındadır. Bu ilke, Jinggang Dağları’nda doğrudan Mao Zedong yoldaşın önderliğindeki ilk devrimci üs bölgesinde belirlenmiştir.
Çin Komünist Partisi merkez komitesine sunulan “Jinggang Dağları’ndaki Mücadele” raporunda Mao Zedong yoldaş bu ilkeyi şöyle tanımlar:
“Kızıl Ordu’daki erlerin büyük bir bölümü paralı askerlerden gelmektedir, fakat Kızıl Ordu’ya dâhil oldukları zaman karakterleri derhal değişmektedir. Öncelikle, Kızıl Ordu paralı askerlik uygulamasını kaldırmıştır, bu sayede erler başka birileri adına savaştıkları hissine kapılmadan, kendileri ve halk adına savaşmaktadırlar. Kızıl Ordu’da şu ana kadar düzenli maaş karşılığında yapılan iş diye bir şey yoktur, yalnızca tahıl, yağ, tuz, yakacak odun, sebze için para bulundurulur ve çok az bir cep harçlığı vardır… Hunan Eyalet Parti Komitesi erlerin maddi geçimlerini sağ lamamız konusunda dikkat çekiyor, en azından işçi ve köylülerin düzenli geçim düzeylerine yakın olmasını istiyorlar.”
“Şimdilerde farklı standartlar bulunuyor, tahıl meselesi ortadan kalktı, her gün her kişi için yalnızca 5 gümüş değerinde yağ, tuz, yakacak odun, sebze ayrılıyor ve çoğu kez bunu dahi denkleştirmemiz zor oluyor… Şu dönem havalar soğuk, birçok alt rütbeli asker halen iki katlı astarsız kıyafet giyiyor. Bu durum halk ile aynı kaderi paylaşmak için kabul edildi. Halkla aynı kader paylaşılıyor, ordu komutanından aşçıya, herkes yalnızca beş gümüşlük yemek yiyor …”
“Kızıl Ordu’nun maddi geçim şartları işte bu kadar kötü durumdadır ve çoğu zaman bu şekilde savaşılmaktadır, halen sefillikten kaçınılamıyor. Fakat Parti’nin eylemleri kesin olarak birlikler arasındaki pratikteki demokrasiye (bu eşitliktir) bağlı durumdadır. Subaylar ve amirler erlere dayak atmazlar, subaylara ve erlere eşit şekilde muamele yapılır, erlerin toplantılarda konuşma özgürlükleri vardır, gösterişli merasimler kaldırılmıştır ve ekonomi halka açıktır.”
“Düşük rütbeli birlikler yemekleri yönetir, yağ, tuz, yakacak odun ve sebze için günlük 5 gümüşlük bütçeleri vardır ve cep harçlıkları için de az bir paraları bulunur, buna ”gıda takviyesi” denmektedir, günde kişi başı yaklaşık 60-70 wene tekabül etmektedir. Bu sayede düşük rütbeliler gayet memnun durumdadırlar. Bilhassa, ele geçirilen yeni birlikler Guomindang’ın ve bizim silahlı kuvvetlerimizin iki farklı dünya olduğunu hissetmektedir. Kızıl Ordu’nun maddi geçim şartlarının beyaz ordu kadar iyi olmadığının farkın da olsalar da, ruhen özgürlüğe kavuşmuş bulunuyorlar.”
”Askerler aynıdır, fakat dün düşman kuvvetleri içinde cesaretleri yokken, bugün Kızıl Ordu içinde oldukça cesurdurlar, bu kesinlikle demokratikleşmenin etkisidir. Kızıl Ordu sobaya benzer, ele geçirilen bir asker ona yaklaşır ve derhal erir.”
“Çin’de yalnızca halkın demokratikleşmeye ihtiyacı bulunmuyor, fakat silahlı kuvvetlerin de demokratikleşmesi gerekiyor. Ordu içindeki demokratikleşme, feodal sistemin paralı askerliğinin yok edilmesi açısından önemli bir silahtır.”[2]
Herkesin bildiği üzere, silahlı halk kuvvetleri arasında böylesi Marksist-Leninist, komünist ilişkiler kurulmuş durumdadır. Devrimci üs bölgeleri içindeki ilişkiler modeli de bu şekildedir. Ordu ile halk arasındaki, hükümet ile halk arasındaki, ordu ve hükümet arasındaki, kadroların kendi arasındaki, ast ve üstler arasındaki, sol ve sağ arasındaki ilişkiler böylesi yoldaşça eşit ilişkilere dayanmaktadır.
İnsanlar otoriteye veya silahı olana, bürokratik havalara, güce veya prestije bel bağlamazlar, halka hizmete dayanırlar, ilişkilerini yürütürken iknaya ve hakikate dayanırlar. Devrimci üs bölgelerindeki halk kitleleri de, halkın şu veya bu kesimi ile ilişkiler kurarken Halk Kurtuluş Ordusu’nun bu modelinden öğrendiğini uygulamaktadır. Yabancılar bu kurtarılmış topraklara adım atar atmaz derhal şununla karşılaşırlar: Bütün devrimci üs bölgesinde iç ilişkiler doğru şekilde ele alındığından, her ne kadar büyük zorluklar olsa da herkesin yaşamı esas olarak iyi durumdadır, herkes komünist karakterdeki arz sistemi ne tabidir, “halkla aynı kader paylaşılmaktadır”, işlerin gerekliliklerine bağlı olarak yaşam standartlarında bazı ufak farklar mevcuttur ancak bu çok fazla değildir. Bununla birlikte insanlar her yerde siyasetleri ve kitle çizgisini tartışabiliyor, işçiler, köylüler ve askerler birlikte çalışıyorlar ve görüşleri dikkate alınıyor, tıpkı bir ailedeki akrabalar gibi farklılık gözetmeksizin bir araya geliyorlar, kararlı şekilde mücadele ediyorlar ve düş mana karşı cesaretle savaşıyorlar. Kurtuluş savaşı günlerindeki geniş çaplı askeri operasyonlardaki manzarayı anımsamıyor musunuz?
Halk Kurtuluş Ordusu’nu desteklemek üzere binlerce, on binlerce yedek er ordunun ana kuvvetlerini izledi ve tek bir ordu gibi eşit şekilde askeri komünist yaşam biçimini benimsediler, terfi almak, zengin olmak, ödeme almak istemediler, parça başı ücreti düşünmediler, yemeklerini kendi sırtlarında taşıdılar ve tüm kalpleriyle devrim için savaştılar, yalnızca üç büyük düşmanı yenmek ve ülkenin tamamını kurtarmak istediler. Bütün devrimci üs bölgelerinde, erkekler ve kadınlar, yaşlılar ve gençler, öndekiler ve arkadakiler birbirlerine kalben bağlandılar ve savaşan bir kolektif oluşturdular. Açıkçası böylesi bir askeri komünist yaşam, Marksist-Leninist biçimde bir düşünceyi, Mao Zedong’un düşünce tarzını sembolize eder, hali hazırda yüz milyonlarca insan bu şekilde köklere inmiş, tohum açmış ve meyve vermiştir. Ancak böylesi komünist ideolojik silahların kullanımı ayakta kalır, orduya ve halka aşılanarak savaşta yerini alır ve bunlar yenilmezdir! Bütün bir Çin devrim tarihi bunu kanıtlamamış mıdır?
Kurtuluştan sonra tüm ülkede, “arz sisteminin” askeri komünist yaşamın ayırt edici özelliğine hizmet ederek bu şekilde kullanımı oldukça popülerdi. “Arz sisteminden” bahsetmek, halkın görkemli mücadelelerinden bahsetmesi gibi eski bir devrimi konuşmaya benzer. Bazı genç devrimciler, şimdilerde çalışmaya başlayınca tecrübeli yoldaşlara benzeyebilmek için “arz sisteminin” olmasını istiyorlar ve gerçekten içtenlikle devrime katılıyorlar. Yoldaşlar arz sistemi altında yaşamaya alışınca ücretli emeğe özenmiyorlar ve halk bu türden eşit ilişkiler tesis edilmesini seviyor.
Fakat çok geçmeden böylesi bir sistem burjuva hakkı ideolojisinin saldırısına uğradı. Burjuva hakkı ideolojisinin temeli ücret sistemidir. Böylesi bir ideolojiye bağlı kalınca, insanlar arasında arz sisteminin istendik bir şey olmadığı görüşü belirmiş oldu. Küçümser şekilde bunun “köylü işi” olduğunu ve “kötü bir gerilla alışkanlığı” olduğunu söylemeye başladılar. Burjuvazinin farklı kesimlerinden bu tarz yorumlar geldi. Ancak çok geçmeden, parti kadrolarımız arasında böylesi bir ideolojik etkiyi benimseyen çok sayıda insan belirdi. Kendi aramızda arz sistemindeki hataların tartışılması gitgide çoğaldı, arz sisteminin yararlarından bahsedilmesi üstün gelse de, en sonunda arz sisteminin ismi kötüye çıktı.
Bazı kişiler [arz sistemi altında] enerjik şekilde çalışmadılar, “çalışsan da çalışmasan da nasıl olsa yemek yemeye devam ediyorsun!” Arz sistemi deyince bu durum akıllara gelmeye başladı. Bazı kişiler kamuya olan güveni sarstılar; “Arz sistemi altında kamu veya özel arasında bir fark bulunmuyor!” Arz sistemi değerlendirilirken bu durumu anımsamak gerekir. “Fabrikalarda ve işletmelerde iyi ödemeler alan yöneticiler bulunmuyor” Arz sistemi değerlendirilirken bu durumu da düşünmek gerekir. Kısacası, Çin devriminin başarılarını garanti altına alan komünist arz sistemine, eksikliklerinden ötürü sanki büyük bir suç işlenmişçesine saldırılmamalı ve sistem ölüme mahkûm edilmemelidir.
İnsanların arz sistemine karşı en temel argümanı, arz sisteminin üretim faaliyetlerini bariz bir şekilde canlı tutamadığı şeklindedir. Maddi teşvik ilkesinden bahseden bu ekonomistlerin (reformistlerin) teorilerine göre “emeğin bölünmüş durumda kalması, zihinsel emek ile fiziksel emek arasında, işçinin emeği ile köylünün emeği arasında, teknik emek ile basit emek arasındaki farklılıklar sosyalist sistemde halen korunmaktadır ve bu nedenle olağanüstü bir şeymişçesine “işçiler işin sonucuna ve üretimin geliştirilmesine yönelik kaygı duyuyorlar” türü şeylerden bahsediyorlar. Ve iddialarına göre “sosyalist yarışmanın geliştirilmesi” teşvik edici olacaktır, “çünkü üretim oranı yükselirse ücretler de yükselecektir.” Böylesi bir sistem, kendi iddialarına göre “bütün bir ülke ekonomisinin gelişimin deki en önemli kaldıraç olacak” üstün bir ilkeye dayanmaktadır. Oysaki gerçekte bu durumun söylediği şey “para aklı çeler” düşüncesidir. Ücretler “teşvik edici” olarak kullanıldığı müddetçe, sosyalizm ve komünizm derhal satın alıp başkasının eline geçecek bir şey olur, bu şeker almak için para harcamaya benzer.
Böylesi bir teori hakkında ne diyebiliriz? “Arz sistemi” altında, milyonlarca insan onlarca yıl askeri mücadele verip, karlı dağlara tırmanıp, tarlaları aşıp, Uzun Yürüyüş’te 25.000 li kat etti, peki ücret veren biri mi vardı? Japonya’ya karşı direnme savaşındaki zaferler, kurtuluş savaşı, ABD saldırganlığına karşı direnme savaşı ve Kore’ye yapılan tüm yardımlar ücretlerin teşvik ediciliğine mi dayanıyordu? Her bir bireyin komünist ideolojik bilincinin yok sayıldığı ve insanların bir çeşit hakarete uğradığı böylesi yorumlar işitince ne söylenmesi gerek? Diğer bir deyişle, kurumları inşa edenlerin başka insanlar değil de, kendi ücretlerinin görece yüksekliği ile ilgilenen insanlar olduğunu söylüyorlar ki insanlar bu ekonomistlerin görüşlerinin doğrudan aksini düşündüklerini söylemektedirler. Şanghaylı işçiler, görüşlerini serbestçe açıklamalarının sonucunda çok doğru bir şekilde böylesi bir teorinin “para yönetir” ancak “siyaset yönetmez” anlamına geldiğini tespit ediyorlar.
Bu hakikaten isabetli bir yorum. Bundan daha açık bir ifade olabilir miydi? Bizler komünist toplumun erken bir evresi olarak sosyalist topluma, Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisi” çalışmasında doğru bir şekilde ifade ettiği gibi “ekonomide, ahlakta, fikirlerde, tüm alanlarda yeni toplum halen içinden doğduğu eski toplumun izlerini taşıyacaktır” ve eşitsiz “burjuva hakkı” halen tamamı ile yok edilemeyecektir şeklinde yaklaşıyoruz. “Herkes elinden gelenin en iyisini yapsın ve emeği karşılığında alsın” şeklinde vurgulanmaktadır ve halen “herkes elinden gelenin en iyisini yapsın ve ihtiyacı kadarını alsın” durumuna erişilmemiştir. Ancak Marx’ın bu pasajı bize burjuva hakkının, eşitsizlikleri üreten burjuva sisteminin yok olamayacağını mı anlatır, yoksa tam aksine temel bir değişikliğin olacağını, sistematik bir değişimi ve daha ileri bir gelişimin olacağını mı? Burjuva hakkını ortadan kaldırmaya yönelik ve komünist eğitimin güçlendirilmesi için siyaset, ideoloji ve etik alanlarında yönetim olmadan, yalnızca tek yanlı bir “maddi teşvik ilkesi” mi geçerli olacak?
Bu soruları yanıtlayan kişi başkaları değil, bizzat Marx’ın kendisidir. “Fransa’da İç Savaş” çalışmasında kendisi Paris Komünü tecrübesini özetlemektedir. Burada açık bir şekilde Paris Komünü kahramanların böylesi bir ölçüt belirlemelerinden övgü ile bahseder: “Komün üyeleri bunu en tepeden en alta kadar inşa ettiler, bütün kamu hizmetlileri işçi maaşına eşit bir ücret alacaktır. Masraflarının karşılanması türünden her tür ayrıcalığa sahip ülkedeki üst düzey memurlar ise, bu ayrıcalıklar ortadan kalkacağı için onlar da ortadan kalkıp gidecektir.”
Paris Komünü’ne bir bakın -devrimci kriterler uygulayan dünyanın ilk komününe… Komün herhangi bir maddi teşvik ilkesi vurgulamadan, burjuva kademe sistemini doğrudan parçalamadı mı? Marx ve ardından Engels ve Lenin, defalarca bu tecrübeyi vurgulamadılar mı, onlar burjuva hakkı, vb. gibi bir şeyi tanımadılar. Anlaşılan Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in, hepsinin ekonomistler gibi “olayları görecek ama halkı göremeyecek”, “parayı görecek ama halkı göremeyecek” bir bakış açıları vardı ve “paranın akıl çeleceğini” düşünecek bir bakış açısından noksanlardı. Bu açıklamaların aksine, Lenin “Devlet ve Devrim” çalışmasında sert bir şekilde şu eleştiriyi yapar:
“Bu açıkçası, tam olarak da [işçi ücretleri ve memurlar] bu noktayla ilgilidir, devlet meselesiyle ilgili en önemli şeydir ve Marx’ın bu dersi tamamen unutulmuştur!”
“Bu evreye (Komüne) atıf yapan pek çok kişi bunu “şu an için demode”, “çocukça davranış” şeklinde ele almaktadır. Arz sistemine saldıran ve paranın komutasını savunan bu kişiler, arz sistemine de “gerilla çalışma tarzı” “kötü köylü alışkanlığı” “modası geçmiş” demiyorlar mı? Onlar da “Marx’ın dersini” tamamen “unutmuş” değiller mi?
Son yıllardaki pratiklerimize, “arz sistemine” “köylü çalışma tarzı” “kötü gerilla alışkanlıkları” diyerek saldırmak, gerçekte burjuvazinin eşitsiz “burjuva hakkını” korumaya yönelik teşebbüsleridir, proleter devrimci geleneğe, emekçi halk için deki ilişkileri doğru şekilde ele alan komünist ilkelere saldırmak demektir.
Bütün sömürücü ve baskıcı sınıflar katı bir skala sistemini korumaya çalışıyor. Kendilerinin dünyanın doğuştan efendileri, “Cennetin Çocukları” oldukları türünden her çeşit mitolojiyi üretmekten çekinmiyorlar. Chiang Kai-shek böylesi iğrenç biriydi ve “Çin’in Kaderi”nde utanmazca Kral Wen ile kan bağı bulunduğunu söylüyordu. Biyografisinde ise özel olarak Kral Wen’in oğlu ve ardılı Zhou Gong olduğunu belirtiyordu. Bu tip püsküllü masallar yalnızca “Fıkra Kitaplarında” görülecek türdendir: Böylelerinin tek kaygısı Çin’in doğuştan en “tepedeki” kişisi olduklarına yönelik bir şeyler bulmaktır. Şanghay’ın komprador burjuvazisi de “Çinin en tepesindeki kişilerdir” Ah Q[3] “Zhao Taiye’ye aynı klanın bir üyesi olarak katıldığını” aktarır ve Zhao Taiye tarafından acımasızca dövülür: “Sen nasıl Zhao dersin! Sen kim oluyorsun da Zhao ismini kullanıyorsun!,, Eski dönemlerde, toplumda Zhao aile adını hakedip haketmemek, giyinmek, yemek yemek, ev kiralamak, yürümek, yürüme hızı, sigara içmek gibi statü ve mevki meselesi yapılmayan ne vardı? “Etiket” olmayan ne vardı? Yüce bir terbiyeye uymak ya da uymamak, meşru olup olmamak ile neredeyse aynı şey demekti ve doğrudan burjuva hakkına tekabül ediyordu. İnsanların üretici faaliyetini teşvik edemiyor diye arz sistemine saldırmak demek, gerçekte açıkça burjuva kademe sisteminin hukukunu ve etiketini kullanmak ve proleter eşitlik sisteminin yerine bunu geçirmek demektir.
Üretim faaliyetinin bu şekilde teşvik edileceğini söylüyorlar. Bu gerçekten doğru mu yoksa yanlış mı? Sonuçlarını görmek için, yaşam standartları pek fazla farklılık göstermeyen parti kadrolarımızın değişen durumlarına bakalım. Bir süre önce zorlu bir yaşam süren ve sıkıntılar yaşayan kişiler, şimdilerde hızla centilmenlerin tarzını, Hanların asil ve etnik tarzını, Zhao’nun asil tarzını öğreniyorlar. Bazı kadrolar konuyu doğru yönden görüyor, “kıdemli” olan hiçbir şeyi övmüyorlar, bunların çoğalmasından da rahatsızlık duyuyorlar. Bunun gerçekten teşvik edici bir etkisi oldu. Ancak bu teşvikler üretim faaliyetini artırmadı. Münakaşaların artışına neden oldu, pazar karına yönelik faaliyetlerde anlaşmazlıkları artırdı, savurganlığın artışını teşvik etti ve bu durum utanç verici bir şey olarak görülmedi, aksine iyi yönde bir faaliyet olarak değerlendirildi.
Kadrolar içindeki sağlam olmayan unsurlar yozlaşmış ve burjuva sağcı unsurlara dönüşmüştür. Başlarda bazı kişiler arz sisteminin insanları tembelleştireceğini söylüyordu. Bugün açık bir şekilde bunun tam aksi kanıtlanmıştır, tersine, asıl ücretli sistem insanlardaki tembelliği artırmaktadır. Bazı kadrolar fazladan çalıştıkları saat için fazla mesai ödemesi istiyorlar. Oysa ki arz sistemi koşullarında, insanlar devrimci savaşta yaşamları da dâhil olmak üzere her yönden fedakarlık gösterip kendilerini adamışlardı, peki fazla mesai alarak mı bunu yapmışlardı?
Daha da ciddisi, böylesi bir (tembel) atmosfer geliştiği için, kadrolar ve emekçi halk arasındaki ilişkiler değişime uğradı ve lider kadrolar arasında “üç rüzgâr” (bürokrasi, sekterlik, subjektivizm) eğilimi ve “beş hava” (bürokratik hava, lüks düşkünlüğü, kayıtsızlık, kibir ve alınganlık) gelişti. Siyaset komuta ettiğinde ve insanlar arasında eşitlik bulunduğunda, kitlelerle birleşebilmek açısından biricik doğru yaklaşımın insanları zorlamak yerine, onları ikna etmek olduğu bilinmektedir. Fakat bazı kişiler bunu tamamen unutmuş durumda. Hatta Parti merkez komitesi halk içindeki çelişmelerin doğru ele alınması üzerine talimatları yayınladıktan sonra bile inatçı bir direnişle karşılaşılmıştır. Bu yolun ne türden felaketlere götürdüğünü tecrübe etmedik mi?
Bu süre zarfında kısa bir zaman öncesini anımsamanın her birimiz için derin bir eğitsel önemi olacaktır. Bu süreç boyunca her birimiz bazı şeyleri onayladık ve farklı koşullar altında bazı şeylere karşı çıktık, etkilendiğimiz şeyler de farklıydı, herkes bunların içinde yer alan gerekli dersleri bulabilir. Parti ne çeşit yıkıma maruz kalırsa kalsın, en büyük zorluklar dahi olsa kendini onarır ve ayağa kalkar, çünkü Parti’nin Marksist-Leninist gelenekleri bulunmaktadır, çünkü Parti kadroları ve halk kitleleri kök salmaya başlamıştır. Şu an parti merkezinin ve Mao Zedong yoldaşın rehberliğinde büyük bir düzeltme hareketine yöneliyoruz ve bu hareket tarafından yenileneceğiz. Buna rağmen, halen yapılması gerekenleri tamamen yaptık diyemeyiz.
Burjuva hakkı ideolojisi ve Guomindang tarzı bürokratik havalar bizleri halen etkiliyor. Halk içindeki çelişmelerin doğru ele alınması siyaseti halen bazı kişilerin direnci ile karşılaşıyor. Tekrarlanması gereken uzunca bir mücadele halen önderliğimizin önünde duruyor. Atılım yapabilme ve daha ileriye atılım gerçekleştirebilme perspektifiyle, şu an Büyük İleri Atılım sürecindeki durumumuzda karşılıklı ilişkiler açısından ihtiyaç duyulan düzenlemeleri bir an önce gerçekleştirmemiz gerekiyor. Komünist davada dürüst olan tüm yoldaşlar kesinlikle hareketin önünde yer almalılar. Partimiz, bu yeni koşullar altında burjuva hakkı ideolojisini yok edecek ve kitlelerle birlikte eşitlik ilişkilerini yerleştirerek bunu işler hale getirecektir. Ast ve üst, sol ve sağ tamamen bir olacaktır. Partimiz, herkesin ortak şekilde yaşaması, ortak şekilde çalışması, ortak şekilde inşa etmesi, ittifak halinde sosyalizm ve komünizm için mücadele etmesi sayesinde bu onurlu geleneği kaldığı yerden devam ettirecek ve daha da geliştirecektir. Bundan şüpheniz olmasın.
Kaynak: Seçme Makaleler, Zhang Chunqiao, çev. Alkan Arslan, El Yayınları, Haziran 2019, s. 23-34
[1] Zhang Chunqiao bu makaleyi yazdığı süreçte Çin Komünist Partisi Şanghay şehir komitesi üyesidir ve Şanghay’da basılan Kurtuluş (Liberation) gazetesinin de yöneticisidir. Makale 1958’deki komünleştirme hareketi ile Çin’de komünist topluma doğru önemli bir adım atan “Büyük İleri Atılım” kampanyasının coşkusunu taşımaktadır. Her ne kadar 1955 yılında eşitlikçi “arz sistemi” resmi olarak kaldırılmış olsa da, Zhang Chunqiao bu sistemin geri getirilip tüm topluma yayılması gerektiğini savunmaktadır. Mao Zedong, bu düşünceyi 1 958 yılında gündemine alır ve Zhang’ın bu makalesi, Pekin’deki Halkın Günlüğü gazetesinde bizzat Mao Zedong’un isimsiz şekilde yazdığı önsözü ile yeniden basılır. Bu makale aynı zamanda Zhang Chunqiao’nun Maoist önderlik içinde hızla yükselişinin de başlangıcı olarak kabul edilmektedir. (Ç.N.)
[2] The Struggle in the Jinggang Mountains”,1928. Mao Zedong Selected Works (Chinese Edition), Vol. 1, ss. 67-68.
[3] Ah Q, edebiyatçı Lu Xun’un ”Ah Q’nun Gerçek Öyküsü” isimli kitabında geçen bir karakterdir. (Ç.N.)