Genel anlamda dünya komünist hareketi, uzun zamandan beri sosyalizmin özünü oluşturan, onun kaynağı olan değer ve ideallerin taşıyıcısı olmaktan uzakta. Değişen dünya karşısında, eskisinden farklı olarak yeni oluşumlara, yeni düşünce ve atılımlara, yeni ilişki biçimlerine ve normlara sıçrayamıyorlar. Kapitalizmin varmış olduğu tarihsel ve fiziksel boyutunun çelişkilerini değerlendirerek bu çelişkileri bir olanağa dönüştürmekten şimdilik uzaktalar. Kuşkusuz bu olumsuzlukların hem evrensel hem de yerel birçok açıklayıcı gerekçesi ve nedenleri vardır. Dünya ve Türkiye sosyalist ve sınıf hareketlerinin krizini sınıf mücadelesinin tarihsel derinliklerinden aramak gerekir. Bir başka ifadeyle, bunalım ve krizlerin nedeni birçok faktörden kaynaklanmakla beraber, esas olarak kapitalist sistemdeki köklü değişimlerin Marksist hareketler üzerinde bıraktığı derin etkilerde aramak Marksist yaklaşım tarzıdır.
Dünya Marksist Hareketi’nin ilk önemli krizi, II. Enternasyonalin çöküşüne tekabül eder. Birinci Paylaşım Savaşı ve o dönemin önemli sorunları tartışılırken kimi Marksistler, Birinci Paylaşım Savaşı’nın emperyalist yönünü göremeyip vatan savunması saflarına geçerek emperyalist paylaşım savaşına destek verirken, bazı Marksist önderler ise bunun bir emperyalist paylaşım savaşı olduğunu görerek ‘savaşa karşı iç savaş’ sloganına denk düşen mücadele yürütmüşlerdir. Bu iki farklı yaklaşım, dönemin Marksist liderlerini uç noktalara savurarak II. Enternasyonal’in çöküşüne neden olmuştur. Sosyalist ve sınıf hareketindeki ilk ayrışma ve çatışma, geniş işçi hareketleriyle emperyalizmin yarattığı işçi aristokrasisi arasında yaşanmıştır. Birinci Paylaşım Savaşı döneminde yaşanan kriz, Rus devriminin gerçekleşmesi ile beraber sosyal demokratlarla Marksist hareketlerin ayrışmasıyla son bulmuştur.
İkinci önemli kriz, Sovyetler Birliği ile Çin arasında yaşanan “barış içinde bir arada yaşama teorisi” ile “üçüncü dünya ülkeleri” teorisinden kaynaklanan ve giderek dünya sosyalist hareketini kamplara bölen krizdir. Bu kriz, dünya sosyalist hareketini birden çok kamplara bölerken, etkileri dünyadaki bunca değişime rağmen halen devam etmektedir.
Sosyalist hareketin ve sınıf hareketinin krizini tetikleyen bir başka faktör ise “sosyal devletlerin” sınıf ve sosyalist hareketler üzerindeki bıraktığı olumsuzluklardır. Bilindiği gibi burjuvazi, kendisinin bir yönetim tarzı olan sosyal devleti topluma bir lütuf olarak sunmamıştır. İkinci Paylaşım Savaşı’nın sonucunda Avrupa emperyalizminin yenilmesi ve zayıflaması, arkasından ise emperyalist devletlerin sömürgelerinde başlatılan ve dünya genelinde damgasını vuran “ulusal ve toplumsal” mücadeleler, burjuvaziyi kendi yönetim tarzı olan “sosyal devlet” anlayışını devreye sokmaya zorunlu kılmıştır. Dahası, sosyal devletin normlarından üçüncü dünya ülkeleri de kısmen faydalanmışlardır. Dolayısıyla Sosyal Devlet; sömürgelerden, monarşilerden ve faşizmden geçerek gelinen bir noktadır. Bir başka ifadeyle “Sosyal Devletler” sınıflar arası mücadelenin sert çatışmalarının sonucunda ve aynı zamanda kapitalizmin sistem dışı muhalefeti, sistem içine çekmenin ortaya koyduğu iktidar mekanizmasıdır. O nedenle burjuvazinin bir iktidar mekanizması olan sosyal devletin en geliştiği ülkeler, kapitalizmin en çok güvenceye alındığı ülkelerdir. Sosyal Devletlerin normlarından olan kısmi sosyal refahın sınıf ve sosyalist hareketler üzerinde bıraktığı olumsuzluklar, sınıf hareketinin krizini derinleştirmiştir.
Dünyadaki güç dengelerinin tek taraflı olarak bozulması, neoliberal politikaların dünya işçi sınıfında yaratmış olduğu yıkımlar, tahribatlar, başka faktör ve olumsuzluklar Dünya Sosyalist Hareketi’nde tarihsel olarak var olan ve yaşanan krizi derinleştirmiş ve bir çarpan etkisi yaparak su yüzüne çıkmasına neden olmuştur.
Türkiye sınıf ve sosyalist hareketinin krizini tetikleyen kimi faktörler
Birinci önemli neden; 12 Eylül faşizmi ile ağır yara alan T. Sosyalist Hareketi, devletin ideolojik saldırıları karşısında kısmi direnç gösterse de kısa sürede ortamın belirlenmesinde nasibini alarak yenilgiyi kabullenmiştir. Bu tarihsel dönemeçte Kürt Ulusal Hareketi Kürdistan’da direnişi örgütleyerek ve yeniden üreterek kendisini bulurken, Türkiye Sosyalist Hareketi kendisini yenileyememiştir. Devlet ile Kürt Ulusal Hareketi arasındaki savaşın kızışması sonucunda devlet en kirli yöntemlerini devreye sokmuştur. Devletin yürüttüğü bu kirli savaş karşısında, sesini çıkaramayan ve tepki göstermeyen Türkiye toplumunun kendisi de dolayısıyla kirlenmiştir. Kirlenen bu toplumdan beslenmeye çalışan T. Sosyalist Hareketi, içine aldığı kadroları “Sosyalist etik değerler” alanı içerisinde dönüştürmesi ve değiştirmesi gerekirken değiştirememiş, kendisi kirlenen toplum tarafından dönüştürülmüştür.
İkinci faktör; dünyada yaşanan alt-üst oluşlar, Türkiye Sosyalist Hareketi’ndeki krizi daha da derinleştirmiştir. Bugün ülkemizin hızla sağa savrulduğu, genel olarak solun etkisiz ve devre dışı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yaşadığımız süreç, bir tarihsel dönem değişikliğinin çok boyutlu sorunlarıyla birlikte kapitalist sistemin temel karakteri olan dikey ve yatay örgütlenme niteliğine denk düşen bir normale dönüşü de ifade ediyor. Kuşkusuz bu normale dönüş, yaklaşık 75 yıl sonra çöken sosyalizm deneyimi ve tekelci sermayenin küresel yönelimleri doğrultusunda ve dünya ekonomisinin giderek bütünleştiği süreçte gerçekleşiyor. Dolayısıyla T. Sosyalist Hareketi, 12 Eylül faşizminin neden olduğu yıkım ve tahribatları daha üzerinden atamadan, sosyalizmin çöküşüyle eşzamanlı olarak atağa kalkan sermayenin küresel saldırısı karşısında içine düştüğü derin bunalımdan halen kurtulabilmiş değil.
Ancak Türkiye’nin özgünlüklerinden kaynaklanan sorunların da sosyalist hareketin krizinin dışa vurulmasında ciddi katkısı olmuştur.
1. Türkiye’nin Müslüman bir ülke oluşu ve Müslümanlıktan kaynaklanan sorunların sınıf hareketi ve sosyalist hareket üzerindeki etkilerini dikkate alırsak, sosyalist solun hareket alanının ne kadar daraldığı görülecektir.
2. Diğer yandan, ülkede sürdürülen kirli savaş esnasında yaşanan milyonlarca göç nedeniyle metropollerin sosyolojik dokularında meydana gelen değişimlerin getirdiği sorunlar ve bu sorunların sınıf hareketleri üzerindeki etkileri.
3. Bir başka sorun, ülkede bilinçsizce yaşanan hızlı nüfus artışı ve bu nüfusun istihdamının yapılmayışının sonucu işsizliğin çığ gibi büyümesinin getirdiği sorunlar.
4. Ülkede yaşanan düşük yoğunluklu savaş sonrasında fark edilen ve artarak devam eden etnik bilinçlenmeler ve Alevilerin farklı nedenlerden dolayı (ekonomik, siyasi baskı vb. gibi) büyük kentlerde yığılması, buralarda kimlik sorunundan kaynaklı alt üst oluşların sınıf savaşımının açık yüzünü kısmen gölgelemesi, sınıf hareketinin krizini derinleştiren faktörler olmuştur.
Ülkede yaşanan bu iktisadi, siyasi, kültürel ve sosyolojik değişimlere Türkiye Sosyalist Hareketi hazırlıksız yakalanmış ve bunun sonucu olarak da krizinin derinleşmesine yol açmıştır.
Değişimlerin yaratmış olduğu Türkiye Sosyalist Hareketi’nin kimi hastalıkları
T. Sosyalist Hareketi’nin iç ve dış faktörlerden beslenen ve esas olarak “emek ile sermaye” arasındaki çatışmanın derinliklerinde yatan, ancak 12 Eylül faşizmi ile reel sosyalizmin çözülüşüyle açığa çıkan krizi nedeniyle “Sosyalist etik değerlere de” ters düşmüştür. Kendisini objektif duruma göre yenileyemeyen ve geliştiremeyen, başta işçi sınıfı ve emekçi halkla bütünleşemeyen sosyalist hareket, doğal olarak kendi kendini yemeye başlamıştır. Bunun sonucunda, (Hem örgüt içi ilişkilerde hem de örgütler arası ilişkilerde) yalan söyleme, çamur atma, doğru bilgilendirmeme, kirli işlere bulaşma, kişiler üzerinde politika belirleme vb. olarak dışa vurmuş ve sıradanlaşmışlardır. Maddeleştirirsek belli başlı hastalıkları;
1) Türkiye Sosyalist Hareketi, yukarıda izah ettiğim “değişimler ve oluşumlar” karşısında, kendisini yeniden üretip toplumsallaşamayınca, var olanı korumak ve kendilerini ayakta tutma mücadelelerine girişti. Bu mücadele mantığı, yaşanan sürecin ağır sorunları ve koşulları karşısında, sosyalist hareketin kan kaybını hızlandırmıştır. “Örgütü korumak” anlayışı, giderayak “amaç ve araç” ilişkisini bozdu. Farkında olmadan “amaç için örgütler birer araçtır” mantığı ve anlayışının yerini “örgütleri korumak” anlayışı amaç haline geldi. Kuşkusuz Sosyalistler, amaca giden yolda, içinden geçilen tarihsel dönemece ve koşullara uygun olarak “araçlar” yaratır. Bu araçları korur ve yaşatmaya çalışır. Ancak, bu koruma ve yaşatma anlayışı, her yol mubahtır mantığıyla olmamalıdır. Daha doğrusu o aracı yaşatmak, sosyalistlerce “olmazsa olmaz” ilkelerden ve “sosyalist etik değerlerden” vazgeçmek pahasına olmamalıdır. Geldiğimiz noktaya baktığımızda görülecektir ki durum hiç de “sosyalist etik değerlere” uygun değildir. “Örgüt ve devrim” adına devrimin temelden karşı olduğu, sosyalist ettik değerlerden uzak uygulamalara ya göz yumulmuş ya da yapılır hale gelinmiştir.
2) T. Sosyalist Hareketi’nin, “sosyalist etik değerler” yaratmak ve yaşatmak, bunları gelecek kuşaklara emanet etmek bakımından da pek sicili iyi olmadığı gibi sakatlıklarla dolu bir bakış açısı var. Mesela kime ve hangi nedenlerle işkence yapılırsa yapılsın, bunun bir insanlık suçu olduğunu her sosyalistin bilmesi gerekirken bu konularda pragmatik davranmıştır. Ezme ve ezilme ilişkisinin sosyalist felsefede yeri yoktur ve savunulmamalıdır. Şöyle bir çevremize baktığımızda olayın hiç de böyle olmadığını görürüz. Aile içi şiddetlerden tutunda örgüt içi ve örgütler arası ilişkilerdeki hesaplaşmalara kadar şiddetin her türlüsünü yaşadık ve yaşıyoruz.
Diğer yanda olumsuzlukları gizleme, bilgiyi insanlara karşı tahakküm aracı olarak kullanma, bilgileri gizleme gibi etik değerlerden uzak, insanları ve toplumu çürütücü hastalık ve olumsuzluklar, T. Sosyalist Hareketi’nin içine, iyice sinmiş durumda. Bu hastalıklar ve olumsuzluklar giderek sosyalist etik değerlerden olan şeffaflık ilkesini de ortadan kaldırmaya yönelmiştir.
3) T. Sosyalist Hareketi “amaç” için kurulan araçları da hovardaca kullanmıştır. Tüm demokratik kitle örgütlerine onların kendi hukuku içinde yaklaşmaları gerekirken, “benmerkezcilik” ve “pragmatizm” bir davranış biçimi haline gelmiştir. Dolayısıyla demokratik kitle örgütleri ile sosyalist hareket arasında güven bunalımının oluşumuna neden olunmuştur.
4) Küresel sermayenin çok boyutlu ve yıkıcı saldırıları karşısında sağlam bir duruş sergileyemeyen T. Sosyalist Hareketi, süreç içerisinde gerilemeye başladı. Genel olarak işçi sınıfı ve halk içerisinde ideolojik olarak egemen olan T. Sosyalist Hareketi, bu egemenliğini burjuvaziye kaptırdı. İşçi sınıfı, öğrenci hareketi ve aydınlar içerisinde tutunamayan T. Sosyalist Hareketi sistemin dıştaladığı, horladığı ve marjinalleştirdiği varoşlara sığınarak nefes almaya çalışmaktadır. Programlarına her ne kadar “işçi Sınıfı Devrimin temel gücüdür” yazsalar da onları şekillendiren varoşların objektif durumudur. Verili durumdan hareketle bilimden, felsefeden, sanattan ve kültürden kopan T. Sosyalist Hareketi, içi boş siyasal söylemler üreten tepki hareketine dönüşmüştür.
Objektif durum böyle olunca, örgüt üyeliği kıstasları da bu objektif duruma göre yeniden dizayn edilerek gerilere çekilmiştir. Bilimden, sanattan, felsefeden ve sosyalist etik değerlerden uzak insanlar örgütlerin kadroları olmaya başladılar. Tabir yerindeyse, T. Sosyalist hareketinin içine toplumun dışladığı, işe yaramaz, işsiz ve yeteneksiz insanlar doluşmaya başladı. Bu değerlendirmeleri destekleyecek ve bugün de yaşadığımız onlarca örnek daha sıralanabilir. Ancak bu verileri T. Sosyalist Hareketi’nin temel hastalıkları olarak görmek mümkün.
Sosyalist hareketin yeniden kuruluşunda atılması gereken ilk adımlar
1) Türkiye Sosyalist Hareketi geçmişte teorik, politik ve örgütsel olgunlaşma sürecinde edindiği kazanımları, bugünün somut ihtiyaçları üzerinden geleceği yaratabilmek adına yeniden kurmak ve sorgulamak zorundadır. Geçmişin teorik, politik ve örgütsel mücadele süreci içinde olgunlaşan ve bu eksende farklılaşan siyasal hareketlerin ayırım çizgilerinin bugün ortadan önemli ölçüde kalkmış olması, bugün ideolojik-politik düzeyde bir netleşme yaşanmasını zorunlu kılıyor. Toplumsal tarihsel gerçekliğimizle teori dolayımlı bir ilişki kurmaksızın bugünkü açmazlığa ve tıkanıklığa çözüm üretmek de mümkün değildir.
2) Marksist hareketlerde yaşanılan krizler doğal olarak tarihsel bir dönemin eleştirisini de zorunlu kılıyor. Marksizm; “geçmiş-bugün ve geleceğe” ilişkin bir bütünlüğün bilimde, felsefede ve politikada kuruluşu ise, geçmişe ve bugüne eleştirel bakma ve “geleceği birlikte” kurma isteği bugün ihtiyacımız olan yegâne anlayış olmak zorundadır. Marksist öğretinin “dogmatik” bir reçete değil de kendini geliştiren ve yenileyen bir eylem kılavuzu olduğunu kabul ediyorsak, sınıflar mücadelesinde ortaya çıkan sorunlara kolektif siyasal eylemi örgütleyerek “sosyalist özne” olup, kolektif eylem yoluyla toplumu yeniden şekillendirerek hayatı değiştirebileceğimize olan inancı yeniden canlandırmalıyız.
3) Türkiye Sosyalist Hareketi içinden geçtiği mücadele tarihiyle bugünün somut ihtiyaçları üzerinden sağlıklı bir yüzleşmeyi gerçekleştirerek ideolojik-teorik, politik ve pratik düzeylerde, geçmiş-bugün ve gelecek bütünselliğini ve tarihsel sürekliliğini kurmak zorundadır. Türkiye Sosyalist Hareketi; 12 Eylül ile başlayan ve sosyalizmin dünya çapında yaşadığı yenilgiyle açığa çıkan tarihsel sorunları henüz boyutlarının ne yöne evrileceği belli olmayan geçiş döneminin özgün sorunlarıyla birlikte, bütünlüklü bir şekilde gündemine alarak ideolojik-teorik, politik ve pratik düzeylerde yeniden hayata geçirmek gibi bir görevle karşı karşıyadır.
4) T. Sosyalist Hareketi’nin, işçi sınıfından ve emekçi halktan kopuşu, “az olsun benim olsun” mantığının sonucu olarak kendisine küçük bir dünya oluşturduğu bu dönemeçte yeniden “araç-amaç” ilişkisini doğru kurmuş, geçmiş deney, tecrübeler ve birikimlerin ışığında kendini yeniden tanımlamış, bilimsel sosyalizmi hedefleyen, sınıf temelli bir örgüte gerçekten ihtiyaç vardır. Var olan örgütlenme erden tatmin olmayan, ancak böyle bir örgütün varlığını göremediğinden dolayı mevcut örgütlenmelerin içinde yer alan ama arayış içinde olan; mevcut örgütlenmelerin içinde yer almayan ancak gelecek adına kaygısı olan, kendi alanında arayışlar yapan sosyalist potansiyelin ağırlığı ve çapı, örgütlü güçleri ikiye katlayacak boyutta. Ve giderek de çığ gibi büyümektedir. Olması gereken “organizasyon ya da araçlar” bu kesimlerle ve şahsiyetlerle buluşmasını becerebilmeli. Gerek ideolojik olarak gerekse de organizasyonların oluşumunda kolektif bir üretimin oluşumu için gerekli araçların yaratılması önümüzde bir görev olarak durmaktadır.
5) T. Sosyalist Hareketi şimdi bir geçiş kavşağındadır. Ancak bir yerden bir yere geçerken önce yapılması gerekenler vardır. Birincisi; sosyalist hareketin ve işçi sınıfı hareketinin yeniden kuruluşuna inanan siyasi geleneklerin, gurupların, çevrelerin ve şahsiyetlerin tarihsel süreçlerini sorgulayarak geçmişlerinden kurtulmaları gerekiyor. Söz yerindeyse özgürleşmeleri gerekiyor. Aksi halde geçmişinden kurtulamayan siyasi geleneklerin, çevrelerin ve şahsiyetlerin ne geçiş sürecinde ne de sonrasında verimli olmaları mümkün değildir. İkincisi ise; bugün gelinen son duruma T. Sosyalist Hareketi’nin ve işçi sınıfı hareketinin tarihsel gelişimlerinin bütünlüğü içerisinde bakmamız gerekir ki yaşadığımız bu süreci doğru analiz edebilelim.
6) Önümüze koymamız gereken tarzlar dünün tekrarı olmayacağı için onu aşan bir tarz olmalıdır. O halde yapılması gereken dünü reddetmeden, bulunduğumuz zemini ve alanı tek başına belirleyici olmaktan çıkarmak, ama gelenekleri ‘’yeniden icat’’ ederek değil. Kendi dışıyla “karma ve karılma” ilişkisini kurarak kopmak ve kendini yeniden tanımlayıp konumlandırmak ve bir üst aşamada kendisini yeniden üreten anlayışlar olmalıdır.
Dönüştürebilmek ve değiştirmek için dünyanın yeniden yorumlanmasına ihtiyaç var. Politika yapma tarzından ilişki biçimlerine, ideolojik referanslardan örgütsel normlara kadar birçok Marksist karakteristik özelliklerin yeniden tanımlanmasının yolu buradan geçiyor. Kaptırılan ideolojik hegemonyanın yeniden kazanılması, teorik bir güvene sahip olunması için yaşamla ve toplumsal pratikle bağlarını yeniden kurmuş bir teorik faaliyet gerekli.
Kaynak: Nisan Köprüsü, der: Onur Yücel
Görsel: Alexandru Ciucurencu: 1 Mayıs (Kompozisyon), 1958, Ulusal Romanya Sanat Müzesi, Bükreş