Gezi, Peker ve rakipten hata bekleyen halimiz

Peker, iktidarın ortağı durumundaki Susurluk çetesiyle dertli olduğu için arada bir bu çetenin 90’lardaki suçlarına da değiniyor. Bu anlatılanların çok daha fazlası da sıralanabilir, bazı gazeteciler bu anlamda çok çok iyi yazılar yazdılar. Soru şu, peki biz nerede duruyoruz, bugüne kadar ne yaptık ve bundan sonra ne yapacağız.

Gezi Direnişinin 8. yılını selamladığımız bu günlere Sedat Peker’in videolarının tartışıldığı bir ortamda giriyoruz. Görsel ve basılı medya organlarının büyük bir bölümü bu iddialara ve iktidarın içinde bulunduğu duruma fazla yer vermese de sosyal medya ve sol basının temel gündemini “Youtuber Peker” meşgul ediyor.

Peker’in videoları yayınlanmaya başladığında sol, devrimci ve demokrat kesimin ilk tepkileri esas olarak “biz bunları yıllardır söylüyoruz, yeni bir şey yok” çekingenliğinde seyrediyordu. Ancak video serisi devam ettikçe, AKP-MHP-Susurluk Çetesinden müteşekkil mafya iktidarının işlediği suçlara dair, isimleri de içeren ayrıntılar geldikçe soldaki tahlil ve tespitler de arttı. Özellikle devrimci yayınlarda iktidarı elinde tutan güçlerin yıllardır halka karşı işlediği suçların ortaya serildiğini, devrimcilerin haklı çıktığını ve buna karşı mücadele etmek gerektiğini vurgulayan söylemler gerçekte bir anlam ifade ediyor mu? “Bu pisliği devrim temizler” sloganı “maalesef” içi boş bir anlam taşımıyor mu? En azından havada uçuşan faşizm tahlilleri gibi çok doğru bir sloganın bu şekilde içi boşaltılmıyor mu?

Evet, pek tabi bu pisliği sadece ve sadece devrim temizler. Evet, öncelikle devrimcilerin hakkını teslim etmek gerekir; devrimciler, oligarşinin halka karşı işlediği suçları on yıllardır ifade ediyorlar. Oligarşik yapı bütünüyle ülkenin yağmalanması üzerine kurulu sistemin içerisinde yolsuzlukların, halkın yoksulluğunun, mafyalaşmanın, çetelerin halka karşı işlediği suçların, kontra yapılanmalar eliyle yürütülen infaz ve toplu katliamların failidir. Somut olarak geçmişten bugüne tüm hükümetler bu suçların ortağı ve sorumlusudur. Sorun şu ki bu haklılığı teslim etmek bize büyük bir şey kazandırmıyor. Biz bu tabloyla ilk kez karşılaşmıyoruz; 1989 MİT Raporu, Susurluk Kazası, eski özel harekatçı katillerin itirafları devletin çeşitli dönemlerdeki suçlarının ifşasıydı. Ve bu iktidar da ilk kez bir sorunla karşı karşıya değil; bu iktidar 2008 krizinde sarsıldı, Gezi Direnişinde sarsıldı, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla sarsıldı; Gezi’de halkın üzerine kurşun yağdırırken suçüstü yakalandı. Biz bu iktidarı Cizre’den, 7 Haziran-1 Kasım sürecindeki katliamlardan gayet iyi tanıyoruz. Yeni olan ise bu suç makinesinin 2014–2020 dönemindeki tetikçilerinden Sedat Peker’in kendi dönemine dair suçların çok çok küçük bir kısmını anlatması… Peker, iktidarın ortağı durumundaki Susurluk çetesiyle dertli olduğu için arada bir bu çetenin 90’lardaki suçlarına da değiniyor. Bu anlatılanların çok daha fazlası da sıralanabilir, bazı gazeteciler bu anlamda çok çok iyi yazılar yazdılar. Soru şu, peki biz nerede duruyoruz, bugüne kadar ne yaptık ve bundan sonra ne yapacağız.

Ligde şampiyon olmayı hedefleyen bir futbol takımı 2–3 yıllık plan yapar, planlamalar oluşturur, strateji geliştirir ve her maça kazanmak amacıyla çıkar. Bunun için maçta kontrolü elinde tutan, sürekli gol pozisyonu arayan, pozisyonu yakalamak için sabırla oyun kuran bir müsabaka yürütür. Bu takım eğer dünya futbolunda bir yerlere gelmek istiyorsa 10 yıllık, belki 20, 30 yıllık planlar yapmak zorundadır. Buna karşılık amacı küme düşmemek olan bir takım, özellikle güçlü rakipler karşısında öncelikle yenilmemeyi hedefler, amacı gol yememektir. O arada rakip takımın defansında hata yapmasını ve o hatadan gol bulmayı hedefler, bu şekilde ligde kalırsa kendini başarılı sayar.

1980 darbesiyle ağır bir yenilgi alan ve örgütsel yapıları neredeyse ve tümüyle dağılan devrimci parti ve örgütlerin o zamandan bugüne ligde tutunmayı hedeflemekten, kümeye düşmemekten öteye bir stratejiye sahip olduğunu düşünüyor muyuz? Böyle bir gözlemi olan var mı? Hayır, bu ifadeler devrimcilerin darbeden sonra da aradan geçen bu 40 yıl içerisinde mücadele etmediği anlamına hiç gelmiyor. Tam tersine son 40 yılda eğer Türkiye korkunç bir karanlığa hapsolmadıysa bu başlı başına devrimcilerin emeğinin, mücadelesinin, bedel ödemesinin sonucudur; 84, 96 ve 2000 ölüm oruçları devrimcilerin direnişidir; 89 bahar eylemleri, 90’ların başlarında Kamu Emekçilerinin Direnişleri, Susurluk skandalı sonrasındaki sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleri, Gezi Direnişi ve sayısız grev-işçi eylemi devrimcilerin dolaylı da olsa eylem ve söylemlerinin etkisindedir. Sayısız fabrika direnişi, yok edilemeyen 1 Mayıs gösterileri devrimcilerin sayesindedir. Tüm bu tablo içerisindeki sorun şu; bu durum devrimcilerin hayata tutunmasını sağlayan, hayatta kalmasına yarayan pratiklerinden öteye geçemiyor, “rakibi”, devrimcilerin varlık sebebi olan kapitalizmi ve onun örgütlenmesi durumundaki devleti yok edecek bir strateji içermiyor.

Gezi direnişi de dahil olmak üzere ülke gündemini belirleyen birçok olayda devrimcilerin pozisyonu esas olarak dalgaların yükselişini bekleyen, dalgalar yükseldiğinde, rüzgar çıktığında amaca yürümeyi planlayan bir sığlıktan ibaret. Kabul edelim, son 40 yılın en büyük halk direnişi olan Gezi eylemleri devrimci bir örgütün veya örgütlerin doğrudan plan ve stratejisinin ürünü olarak gelişmedi. Kendiliğinde patlayan bir halk direnişiydi. Pek tabi devrimcilerin umudu hep canlı tutan on yıllardır sürdürdüğü pratiğin dolaylı etkisi vardı, pek tabi direniş devrimcilerin kontrolünde devam etti ama kendiliğinden başladığı gibi devletin ağır saldırıları karşısında hızla sönümlendi. Özellikle 11 Haziran 2013 tarihinde devletin sözde “marjinalleri ayıklamak için sadece Taksim Meydanına müdahale” etme planı başarılı oldu, Sosyalist Demokrasi Partisi dışında aktif direniş gösteren tek bir örgütlülük ortada yoktu. Neticede direniş büyük umutlar ve geleceğimize dönük büyük deneyimler bırakarak geri çekildi, bu günlerde anmasını yapıyoruz, hakkımız, yapacağız.

Peker meselesine dönersek esas olarak iki temel olgunun karşımıza çıktığını ifade etmek gerekir; birincisi mafyayı bir aparat olarak kullanan değil devletleşen mafyayla karşı karşıyayız. İşin içinde uyuşturucu ticareti, korkunç ihale vurgunları, silah ticareti, binlerle ifade edilen gayrimenkul zenginlikleri, bankalara sığmayacak büyüklükte nakit para birikimleri, doğanın talan edilmesine dayalı mafya-şirket tekelleri var. Tabi bunun karşısında kirasını ödeyemediği, tarlasını hacizden kurtaramadığı, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden ve sayıları her gün artan yoksul yığınlar. İkincisi ise milliyetçilik, muhafazakarlık, ülkücülük, cemaatçilik adı altında kendini ifade eden ve esas kimliği olan sağcılığı saklayanların, başkan, tetikçi, patron, sendikacı vs sıfatı ne olursa olsun bu suçların sorumlusu olduğudur. Bakmayın Peker’in “ben sağcı da değilim, solcu da değilim, bunlar bana komik geliyor” deyişine… Kendisinin da dahil olduğu sağcı serdengeçtilik gazeteci kurşunlayan, işçi direnişlerini bombalayan, devrimcileri katleden “NATO Akıncısı” aşağılık bir serdengeçtilik… Hoş serden falan geçtikleri de yok, yaptıkları vurgunlarla biriktirdikleri paraları ve mülkleri onlar için ‘ser’lerinden de daha değerli…

***

Devrimciler şu an savunma ve itiraz pozisyonundalar. EMEP, HDP, Halkevleri, SOL Parti, TİP, TKP ve TÖP ortak bir çağrı yaparak siyaset-sermaye-mafya ilişkileri üzerine kurulu bu kirli ittifaktan hesap sorma çağrısı yaptı. Yapılan açıklamada yer alan “Türkiye işçi sınıfı, emekçileri ve halk güçleri olarak örgütlü bir güçle hesap sormazsak ve sorumluların cezalandırılmasını sağlayamazsak iktidar çarkı bu çamurun içinden çıkmayı becerebilecektir” tespiti pek tabi çok doğru ve çok haklı… Ancak bu “beceriye” üzülmemek, belki kendi yetersizliğimize hayıflanmak gerekir. Üzülmemeli çünkü bugün milyonları sokağa dökecek gücün olmaması bir sorunsa şayet, bir kıvılcımla sokağa dökülen milyonların nereye akacağını kestirememek, yönlendirememek daha büyük bir sorundur. En iyi ihtimalle bu hareketlilik sistemin yedek lastiği olan Millet İttifakının sandıklarını dolduracaktır.

Bu mafya iktidarı Susurluk sonrasında olduğu gibi iktidar ama değil hükümet değişikliğiyle, 17–25 Aralık Yolsuzluk skandalında olduğu gibi sadece Vali, Emniyet Müdürü değişikliğiyle “yaralarını” sarabilir, kendini toparlayabilir, Peker’in ifşalarıyla ortaya saçılan çamurun içinden de çıkmayı becerebilir. İşte buna üzülmemek gerekir çünkü bu talan, yağma, soygun ve vurgun düzeni yeni Peker’ler üretmeye mahkum; tetikçi olarak da itirafçı olarak da… Yapılması gereken sağcılığın bir suç makinesi olduğunu her an teşhir ederek, Mafya-Yolsuzluk-Yoksulluk düzenine karşı uzun soluklu bir plan yaparak bu düzenin hata yapmasını, çamura düşmesini beklemeden, onu çamura bizim düşürmemiz ve yok etmemiz olmalıdır. Gezi direnişinden çıkaracağımız en büyük ders ani bir halk isyanına da, sistemin beklenmedik hatalarına da devrimciler olarak hazırlıksız yakalanmamak gerektiğidir.

Y. Dizdar