“Şeyh Bedreddin bir olaydır Anadolu’da, doğumla ölüm arasında geçen süreyi dolduran belli bir kişi değil. Yılların biriktirdiği bir inancın, bir toplum özleminin onun kişiliğinde, çevresinde toplananların giriştikleri eylemlerle dışa vuruşudur.” (İsmet Zeki Eyüboğlu)
Postyapısalcı kuramlardan etkilenen yeni tarihselcilik yaklaşımı ilk olarak Harvard Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olan Stephen Greenblatt’ın 1980’de yayımlanan Renaissance Self-Fashioning: From More to Shakespeare (Rönesans’ın Benlik. Öztanım: More’dan Shakespeare’e) adlı kitabındageleneksel edebiyat eleştirilerine bir tepki olarak ortaya atılmış, edebi metinlerin yazıldıkları tarihsel dönemle ilişkilerini ortaya çıkarmayı niyet edinmiştir. Yeni tarihselcilik, edebi metinleri Foucault’nun epistem kavramından hareketle, üretildikleri dönemin kültürel ve politik atmosferiyle yeniden tanımlamayı amaçlar. Edebi metnin onu yaratan tarihi momentin bir ürünü olarak bir tarihsel metin gibi okunması gerektiğini öne sürer.
***
Ayrıntı Dergi’nin Kış 2020 sayısında, Mert Tutucu’nun “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’na Yeni Tarihselci Bir Bakış: Farklı Şeyh Bedreddin Portreleri” adlı Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nı yeni tarihselci perspektif ile inceleyen yazısı yayımlandı. [1] Tutucu, “tarihi kişiliklerin farklı tarihi metinlerde farklı kurmaca karakterler haline geldiği, ortaya edebi bir metin koyacak olan yazarların da bu farklılık içinden kendi ideolojisine uygun portreyi seçtiği savını detaylandırmak için” tarihi bir figür olarak Şeyh Bedreddin’in çeşitli tarihsel metinlerde nasıl anlatıldığını, Nazım Hikmet’in Destan’da nasıl kendi ideolojisine uygun bir Bedreddin figürü yarattığını incelemiş! Yeni tarihselcilik “tarihin metinselliği, metnin tarihselliği” anlayışıyla, tarihsel ve edebi metinlerin birbirleriyle etkileşimini ve yansımalarını dikkate alarak incelenmesi gerektiğini savunur; tarihsel metinlerin de salt hakikati sunamayacağını öne sürerken Tutucu yeni tarihselci anlayışında Nazım Hikmet’in edebi metninde ideolojisine göre sunduğu Bedreddin figürünün tamamen bir kurgu olduğunu aynı eleştirel metoda tabi tutması gereken resmi ideolojinin temsilcisi olduğunu kendisinin de belirttiği tarihsel metinlere atıflarla aktarmış. Hakikati sunan(!) bu tarihsel metinler üzerinden Tutucu’nun iddialarına geçmeden önce “siyasi bir söylemi olmadığı” vargısına ulaştığı Bedreddin’in –mirasını sahiplenerek birçok komünist örgütün varlık bulduğu Türkiye Devrimci Hareketi’inde bugün Bedreddin’i bilmeyenin kalmadığının bilinciyle- yaşamına ve fikirlerine bakalım.
Şeyh Bedreddin’in yaşamı ve fikirleri
Bedreddin İsyanı, Osmanlı’nın Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen döneminde yaşanmıştır. Devlete ve düzene başkaldıran isyancı bir figürün siyasi rolüne dair Osmanlı vakanüvislerinin aktardığı resmi tarih bilgilerine karşı Bedreddin’in yaşamına ve yapıtlarına dair biyografik detayları torunu Hafız Halil’in yazdığı Menakıbname’den öğrenebiliyoruz. Çoğu zaman abartılı anlatımlara yer verse ve dedesini devlet nezdindeki “asi” imgesinden arındırmaya çalışsa da, Hafız Halil dedesini tanımış ve olayları ilk ağızdan dinleme fırsatı bulmuştur.[2] Menakıbname’ye göre, Bedreddin Selçuklu gazi bir baba ile bir Rum beyinin kızı olan Hıristiyan bir anneden Simavna’da dünyaya gelir. İlk eğitimini Edirne’nin fethinden sonra bu şehirde görür, Kur’an okumayı ilk öğreten babası olmakla beraber, ilk hocası Molla Yusuf onu Fıkıh ilmiyle tanıştırır. Hocasının ölümünün ardından, fethedilen eski Avrupa şehri yeni başkent Edirne’de başka bir hoca bulamaz ve eğitim almak üzere Bursa’ya gider. İbn Arabî’nin etkisindeki ünlü müderrislerden eğitim alır, mantık ve astronomi eğitimi görmek üzere “üniversite” şehri olan Konya’ya geçer. İslami ilimlerde uzmanlaşmak için Mısır’a gider, fakih ve hekim Hacı Paşa’dan eğitim alır. Bir fakih iken sufilere katılır, dervişlerin abasını giyer, mallarını yoksullara dağıtır ve başka bir ilme geçişini simgeleyen bir hareketle kitaplarını Nil’e atar. Yaşam öyküsünde önemli bir rol oynayan, tasavvuf ve tıp alanında kendini kabul ettirmiş Ahlati’nin müridi olur. Ermenistan asıllı olan Ahlati’nin Şii çevrelerle bağlarının bulunduğu Tebriz’e geçer, bir süre burada kalır. Ahlati ölümünden hemen önce kendisini Mısır’a çağırır ve halifesi olarak seçer. Bedreddin kabul etmez ve Ahlati’nin ölümünün ardından Halep’e gider. Bedreddin’i mürşit olarak kabul eden Halep Türkmenlerinin kentte kalması ve kendisi için bir hanikah inşa edilmesi ısrarlarını reddeder, tekrar Konya’ya geçer. Bütün Germiyan ülkesini kat ederek, Aydıneli’ne yönelir, fikirlerinin Anadolu’da kök salışı bu merhalede gerçekleşir. Osmanlı vakanüvislerinin başlıca suç ortakları ve müritleri saydığı Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ile burada tanışır. Bedreddin’in bir sonraki uğrağı İzmiroğlu Cüneyd’in davetiyle İzmir olur. “Bu kentte Bedreddin öyle kerametler gösterdi ki keramet sahibi olarak ünü İslam sınırlarını aştı ve komşu Sakız Adası halkının kulağına kadar gitti.”[3] (akt. Michel Balivet)
Hıristiyanlarla teması açısından önemli olan bu ziyaretin ardından Trakya’ya döner. 1405’teki bu yolculuğu, Mehmet Çelebi’nin kardeşi ve rakibi İsa’nın İzmir, Aydın Menteşe ve Saruhan beyleriyle kurduğu koalisyonun Mehmet Çelebi’yle savaşına denk gelir (1405) ve yolculuğu Saruhan’ın donanması tarafından kesilir. Savaş nedeniyle yolculuğu Bursa üzerinden süren Bedreddin’in görüşleri buradaki Türkmen nüfus arasında yayılır ve Torlak Kemal de bu yolculukta saflarına katılır. Menakıbname’ye göre Edirne’ye kadar süren bu yolculuk, topladığı müritler nedeniyle bir zafer yolculuğudur.
Edirne’de annesi ve babası dâhil tüm ailesi kendisinin müridi olur. Kısa süreli Aydın ve Bursa yolculuklarından sonra Edirne’de yedi yıl boyunca dünya işlerinden elini eteğini çeker ya da “yeraltına çekilir.” Musa Çelebi’nin kardeşi Süleyman’a karşı kazandığı zaferden sonra Musa tarafından kazaskerlik görevine getirilir. Bedreddin’in Osmanlı topraklarını padişahın mülkü gören devletçi anlayışın dışında tarımda özel mülkiyeti savunduğunu iddia eden kimi tarihçilere göre[4] kazaskerlik görevini kabul etmesi de bir isyancı değil reformist olduğunu gösterirken görevi taht kavgaları ve toplumsal kargaşalar nedeniyle zayıf düşen Osmanlı’da içsel deneyimini bir siyasi eyleme dönüştürme düşüncesiyle kabul ettiği ileri sürülebilir.[5] Kazaskerlik görevi sırasında düşüncelerini Tuna, Deliorman ve Dobruca’da yayma fırsatı bulmuştur. Varna, Serez, Edirne ve Silistre’deki taraftarlarla bağlantı kurmuştur.
Bedreddin, görevi sırasında Börklüce Mustafa’yı kethüda olarak atar. Börklüce bu konumdan yararlanarak Bedreddin’in düşüncelerini yaymak üzere Aydıneli’ne geçer ve Karaburun’da bir isyan örgütler. II. Bayezid’in emri üzerine 1513’te İdris-i Bitlisi tarafından Farsça yazılan Hişt Behişt adlı yapıta göre Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Bedreddin’in emri üzerine halkı kendi yollarına sokmak için isyan etmişlerdir. Bitlisi, isyana katılan bütün taraftarları hem din yayıcı hem de politik kışkırtıcı anlamına gelen dai olarak nitelemiştir.[6] Osmanlı vakanüvisleri ile Bizans Kronikçisi Dukas’ın yapıtları isyana katılan taraftarların köylüler ve yoksul kişiler oldukları konusunda hemfikirdir. İsyan yalnızca Karaburun’la kalmamış, Menakıbname’de ilk “din yayma” seferi olarak bahsedildiği üzere Hristiyan sempatizanların yaşadığı Sakız’a da yayılmıştır. Bir Venedik belgesine göre de Sakız’da yaşan Börklüce takipçisi Giritli bir keşişin Girit’e dönmesiyle isyan burada da ses bulmaya başlamıştır.“23 Eylül 1415. Girit’in huzuru, isyan vazeden, bütün köylülerin özgür olduğu propagandasını yaparak Kandiye, Resmo ve Sitia kazalarını dolaşan aşağı tabakadan insanlar tarafından tehdit edilmektedir. Bu türden sözler senyörlüğün otoritesi açısından son derece sakıncalıdır ve Tarikat Büyükleri denetimin güçlendirilmesini, elebaşılarının izlenmesini ve tutuklanmasını salık verir.”[7]
Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in örgütlediği köylüler, Saruhan Valisi Sisman ve Ali Bey’in kuvvetlerini Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle Karaburun’un dar geçitlerinde tepelerler; ancak Sadrazam Bayezid Paşa’nın orduları tarafından ezilirler. Karaburun dağlarında sekiz bin Bedreddin taraftarı öldürülür, iki bin kadar köylü esir alınır.[8] Esir alınanlar arasında bulunan Börklüce, Ayasluğ (Selçuk) şehrinde bir deve üzerinde çarmıha gerilerek işkence ile öldürülür. Ardından Bayezid Paşa’nın orduları Manisa’da Torlak Kemal’i ele geçirir ve kafası kesilerek idam edilir.
Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmet Çelebi tarafından öldürülmesi üzerine, Bedreddin ailesiyle birlikte İznik’e sürgün edilir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in Aydıneli’nde ayaklanmasından sonra Bedreddin İznik’ten gizlice ayrılır, çeşitli yolculuklardan sonra Sakız’da olduğu gibi kendisini iyi karşılayan Hıristiyanların arasına Eflak’a gelir. Eflak ile Boğdan arasındaki savaş nedeniyle burada kalmaz ve Edirne’ye dönmeye karar verir. Hafız Halil dedesini korumak ve “temize çıkarmak” adına bu konuda sessiz kalsa da Osmanlı vakanüvisleri bu sırada Bedreddin’in tahtı ele geçirmek için Tuna bölgesinde özellikle Deliorman’dan başlayarak örgütlediği bir dizi isyandan söz eder.[9] Bu sırada, taht üzerinde hak iddia eden Düzmece Mustafa’nın isyanı patlak verir. Selanik’i fethetmek için karargâhını Serez’e kurar, eşzamanlı bir şekilde Bedreddin Bulgaristan’da bir isyan başlatmıştır. Düzmece Mustafa’nın işini bitirmek üzere Selanik’te kuşatma kuran Mehmet Çelebi, Bizans imparatoru ile işbirliği üzerine kuşatmayı kaldırır ve Bedreddin ile taraftarlarının üzerine yürür. Bedreddin’i ele geçirmek için 200 asker gönderilir. “Adamlar geldiklerinde Bedreddin namaz kılmaktadır. İyi bir müneccim olarak gökyüzünde ölüm fermanını okur. Çevresindekiler yüzünden terler aktığını görüp şaşırırlar; onlara ecelinin geldiğini ve kaderin tecelli etmesi gerektiğini söyler.”[10] Bedreddin tutuklanır ve Serez’e götürülür. Burada yargılanmayı bekler.
Sultan ile Bedreddin’in yüzleşmesinden sonra, Bedreddin’in yargılamasını İran’dan yeni gelen Molla Haydar Herevi yapar. İbn Arabşah, Sultan’ın baskısı sonucunda Molla Haydar Herevi’nin verdiği fetvadan sonra idam fermanını kendisinin mühürlediğini ekler. Bedreddin 18 Aralık 1416 tarihinde Serez çarşısında asılır. Cesedi bir gün bir gece sergilenir, sonra müritleri tarafından gömülür. Kemikleri 1924 yılında Türk mübadiller tarafından öncelikle Edirne’ye ve aynı yıl Sultanahmet Camii’ne getirilir. 1925 yılı ortalarından Kasım 1961’e kadar Topkapı Sarayı’nda alüminyum bir kutu içinde saklanır. 1961 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın Bakanlar Kurulu’na teklifi üzerine, Sultan Mahmud türbesine gömülür.
İsyan sonrası dönem ve Şeyh Bedreddin’in teorik görüşleri
Bedreddin’in taraftarlarının baskı görmesi nedeniyle öğretisi gizlilik altında sözlü nakil yoluyla yayılmaktaydı, katlinin ardından da bu baskı nedeniyle gizlilik devam etmiştir. Bedreddiniler hakkında şeyhülislamlar Ebussuud ve Hoca Ali tarafından verilen fetvalar da mevcuttur. Bu fetvalar; “kadınların ve çocukların bulunduğu meclislerde şarap içmek, Serez’deki türbeyi Kâbe haline getirmek, aralarında kadınlarını değiş tokuş etmek” fiillerinde bulunduklarını iddia ederek Bedreddin taraftarlarının ölümle cezalandırılmalarını istemekteydi. Bir diğer fetva da Bedreddin’i sapkın saymayan kişilerin kâfir sayılacağına ilişkindi.
Bedreddin’in elliye yakın yapıtına rağmen, öğretisi yalnızca Varidat’tan ve torunu Hafız Halil’den geriye tek nüsha kalan Menakıbname’den öğrenilebilir. Hafız Halil’in Menakıbname’de aktardığına göre Bedreddin’in kendisi de Varidat’ı en önemli eseri saymaktadır. Varidat, Osmanlı vakanüvislerinin ya da Bizans Kronikçisi Dukas’ın iddia ettiği gibi bir isyan çağrısında ya da mehdilik iddiasında bulunmamaktadır.
Şeyh Bedreddin mehdilik iddiasında bulunmaz. Tanrı’yı maddi dünyaya indirir. “Tanrı’nın özü bütün nesnelerden beridir, buna karşılık gene ne varsa ondadır, o da bütün nesnelerdedir.”(…) “Ağacın ‘ben Tanrı’yım’ demesi, bu sözü söyleyen bir insanın doğru söylediğini anlatmak için yerinde bir örnek olabilir. Bu evren Tanrının görünüşü olduğuna göre, tanrılığını ileri süren herkesin sözü doğrudur.” der.[11] Erdemin, doğruluğun, güzelliğin Ahiret denen yerde değil bu evrende aranmasını öne sürdüğü ve çağına aykırı sayılabilecek görüşleri vardır.
Şeyh Bedreddin “Birtakım insanlar, birtakım insanlara taparlar, kimi altın ve gümüş paralara, kimi yenilecek-içilecek nesnelere, yüceliklere. Övünç veren varlıklara tapar da Tanrı’ya taptığını sanır” diyerek düzene yönelik eleştiriler getirmiştir.[12] Varidat, devletle çatışık hale gelmesine neden olan bir öğretiyi taşıması nedeniyle yalnızca “tasavvufi bir metin” sayılamayacak kadar da siyasi bir metindir.
“Bir süre arkadaşlarımdan birkaçını, üzüm bağımı korumakla görevlendirdim. İçlerinden kimileri halk çocuklarından birkaçının üzüm yemek için bağa girdiklerini söyledi. Çocuğu gören birisi tokatlamış. Bana bunları anlatan şunları ekledi: Beni tokatlamış gibi oldum, tokatı yiyince de yere yıkıldım. Oysa çocuk düşmedi. Çocukla aramızda epeyce uzaklık vardı. Buna karşın aynada ben görünmüşüm, tokat bana atılmış, bu tokat çocuktan çok beni etkiledi. Yere düşen ben, tokadı yiyen çocuk. Şaşılacak bir olay bu.”[13]
Bedreddin’in devlete başkaldıran bir figür değil bir “reformatör” olduğunu iddia eden çağdaş tarihçilere göre Varidat’ta kullandığı “üzüm bağım” ifadesi nedeniyle özel mülkiyeti savunur. Lafzı ya da ironiyi anlayamayanlara göre Varidat siyasi bir içerik barındırmaz. Tarih, kendi faaliyetlerinin peşinde koşan insanın faaliyetinden başka bir şey değildir! Bedreddin’in siyasiliğini ondan geriye kalan tek bir metninde arayıp duranların aksine Bedreddin’in eylemliğine ve eserine birlikte bakılmalıdır. “Tarihsel devrim yerine sosyal devrimi geçiren en şuurlu ve en orijinal büyük devrimci” olan Bedreddin’in praksis alanını Kıvılcımlı’nın deyimiyle “Ortaçağ köylü sosyalizmi” olarak koymak uygun düşecektir. Bu praksis Varidat ile çelişmemekte aksine onun sayesinde temelleri sağlam bir bütünsellik yakalamaktadır.
Hafız Halil Menakıbname’de dedesini Osmanlı vakanüvislerinin resmi söylemindeki gibi silahlı bir ayaklanmanın elebaşı gibi göstermek yerine, bir kurban olarak göstermek ister ve isyanlardan ayrı tutar. Hafız Halil’e göre I. Mehmed, Bedreddin’in çok sayıda taraftarının olması nedeniyle devleti bir darbe ile devirmelerinden korkar ve Sultan’ın çevresindekiler de kıskançlıkları nedeniyle Şeyh’e karşı entrikalar örerler. Ancak Hafız Halil’in dedesini isyanlardan ayrı tutma isteğine rağmen, aynı toplumsal taleplere ve aynı propaganda yöntemlerine bakılarak isyanların Bedreddin’in öğretisinin yankı bulması olduğu ileri sürülebilir.
Nazım Hikmet ve Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı
“…
bize hâlâ
konduğumuz mirası hatırlatır
bedreddini simavînin boynuna inen satır.
engürülü esnaf ahilerle beraberdik.
biliriz
hangi pir aşkına biz
sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik…”
Kablettarih, 1929/ Nazım Hikmet
Şeyh Bedreddin Türkiye solunun gündemine Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı adlı şiiri ile girene kadar unutulmaya yüz tutmuş bir figürdü. Hamit Erdem ve Nedim Gürsel’e göre Nazım Hikmet bir tür ortaçağ sosyalizmini bulduğu figürü, 1921’de İnebolu’dayken Almanya’dan gelen ve orada Spartakist hareketin tanıklarından biri olan Sadık Ahi’den dinlemiş olabilir. Eğinli bir eşraf ailesinden gelen Sadık Ahi’nin Anadolu’da sınıfları, zulüm gören halk tabakalarını, köylü isyanlarını; sırları ve teşkilatlarıyla “bir nevi doğu komünistliği saydığı Ahiliği” anlatmış olması nedeniyleBedreddin isyanınıanlatmış olabileceğini varsaymaktadırlar. Ahmet Güner Sayar’a göre, Nazım Hikmet 1924’te cezavindeyken Mehmed Şerefeddin Efendi tarafından Bedreddin üzerine yazılan ilk kitabı okur. Sayar, Bedreddin üzerine yazılan ilk eseri Şerefeddin Efendi’nin yazmış olduğunu ileri sürse de Bedreddin’e ve isyana dair ilk yazı 1918 yılında Mustafa Suphi’nin yönetiminde yayımlanan Yeni Dünya adlı komünist gazetenin 7. Sayısında yayımlanmıştır. Yeni Dünya’nın bu sayısında Hüseyin Hüsnü imzalı “Şark ve Sosyalizm” başlıklı yazı Bedreddin’i ve Bedreddin hareketini tanıtmaktadır. Nazım Hikmet’in Heybeliada Bahriye Mektebi’nden mezun olduğu yıl Moskova’da yayımlanan bu gazeteyi edinmiş ve okumuş olduğu da varsayılabilir.
“…
bize hâlâ
konduğumuz mirası hatırlatır
bedreddini simavînin boynuna inen satır
***
ve ancak
bizim kartal burunlarımızda buluyor
lâyık olduğu yeri
materyalist camcı ispinozanın
gözlükleri
…”
Nazım Hikmet’te Bedreddin’i ilk kez 1929 yılında yazdığı materyalist bakış açısına yer vermediği “Kablettarih” adlı şiirinde okuruz. Bedreddin’in Varidat’ı varlık’ı kavrayışında tasavvuf düşüncesine dâhil edilse de Nazım Hikmet’in Varidat’ı “Tanrı’nın her şeyi hür olan iradesi ve dilediği gibi neden takdir etmiyor oluşunu evrenin onun mutlak kudretinin gereği ve zorunlu olarak çıkıyor oluşu” ile kavrayan Spinoza’nın panteizmine dâhil ettiğini, Bedreddin ile Spinoza’yı bu şiirde buluşturmasından ileri sürmek mümkündür.
Bedreddin Nazım Hikmet’te ikinci kez 1936 yılında “Şeyh Bedreddin Destanı”nda bu sefer varlık kavrayışı ile değil sınıfsal tavrı ile karşımıza çıkar. Sungur Savran’a göre Nazım’ın yüzünü Türkiye topraklarına dönmesini “Marksizm enternasyonalizmdir, hedefi dünya devrimidir, ama devrim önce ulusaldır.”şeklinde ifade ediyor. Buna Komün Dergi’de sık kullanılan bir kavramlaştırma olarak ideolojik yerelleşme de diyebiliriz. Nazım ve nesiri buluşturan, 1416 Devrimi’nin bu epik anlatısında Nazım Hikmet ilk kez bu toprakların mücadelelerini ve devrimcilerini şiirlerine taşır.[14] Bedreddin’i bir reformatör olarak gören Kautskyci Marksistlerin(!) aksine, şiirini, Şeyh Bedreddin’in devrimciliğinin fikirlerinden ileri gelmediği, fikirlerinin devrimciliğinden ileri geldiğinden hareketle 1416 Devrimi üzerine kurar.
1416 Devrimi’ni devrim olarak tanımlamayan siyasi geleneklerin analizleri bir yana, yukarıdan/aşağıdan tarih yazımında bu isyanların ortaya çıkışları, siyasi/kültürel sonuçları kayıtlara düşülmüştür. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nı yeni tarihselci perspektif ile incelediğini öne süren M. Tutucu, “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’na Yeni Tarihselci Bir Bakış: Farklı Şeyh Bedreddin Portreleri” adlı yazısında metnin tarihselliğini dikkate alırken, yeni tarihselci bakış açısına göre tarihin metinselliğini dikkate almayı herhalde unutmuş olacak ki Nazım Hikmet’in destanındaki İdeolojik Bedreddin’i(!) yukarıdan tarih yazıcılarının ya da devrin siyasi iktidarlarının gözlerinden gören tarihçiler ışığında ele almış. Polemik ve eleştirileri yalnızca devrimciler arasındaki yapıcı/dönüştürücü bir gereklilik olarak düşünmemize rağmen, sosyalist adı altında yayıncılık sürdüren bir dergide yayınlanması nedeniyle M. Tutucu’nun perspektifine yanıt verelim:
- “Bütün tarihsel metinler siyasi ve sosyal yapının bir ürünüdür ve tarih yazıcısının kişisel yorumundan etkilenir.”
Yeni tarihselcilik akımından edindiği bu perspektife rağmen Bay Tutucu, Nazım Hikmet’in İdeolojik Bedreddin’inini kişisel yorum barındırmadığını düşündüğü tarihçilerin tarih yazımını verili doğru kabul ederek ele almış. Metnin tarihselliğini öne sürmek, tarihin metinselliğini öne sürmekten daha az cüret ister belki, kim bilir?
- “[Yeni tarihselci] Bu anlayışın kaynağını ise Michel Foucault’nun çalışmaları oluşturur. Foucault makro tarihsel anlatılara ve geleneksel ilerlemeci tarih anlayışlarına karşı çıkarak… Böylece tarihin metinselliğini ve yorumsallığını ortaya çıkarır.”
Yeni tarihselcilik akımının Foucault’nun kültürel-sosyal-siyasi ilişkilerin arasında bir ayrım bulunmadığından hareketle ortaya çıktığı doğrudur. Bay Tutucu burada kısaca alıntıladığımız uzun paragrafında Foucaultyen anlayışı kavradığını yeterince göstermiş, tebrikler ama Bedreddin’i kaleme alan örneklerine yer verdiği resmi tarihin metinselliğini incelemeyi unutmuş ya da akademist virüs sosyalist dergiye yazdığı yazıya kadar enfekte etmiş!
- “Tarihi kişiliklerin farklı tarihi metinlerde farklı kurmaca karakterler haline geldiği, ortaya edebi bir metin koyacak olan yazarların da bu farklılık içinden kendi ideolojisine uygun portreyi seçtiği savını detaylandırmak için hakkında çeşitli ihtilaflar bulunan Şeyh Bedreddin’in farklı tarihi metinlerde nasıl anlatıldığını ve Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı adlı eserine nasıl kendi ideolojisine uygun bir Şeyh Bedreddin portresi seçtiğini incelemek yararlı olacaktır.”
Tarihi kişilikler farklı tarihi metinlerde farklı kurmaca karakterler haline gelse de bugüne kadarki toplum tarihi kişiliklerin tarihinin toplamı değildir, tarih özgür ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası, ezen ile ezilenin mücadelelerin tarihidir. Bedreddin de ezilenlerden bir ezilendir ve ezenle mücadelesine dair eyleminde de fikirlerinde de ihtilaflar yoktur. İhtilaflar Bay Tutucu’nun zihnindedir. Bay Tutucu, tıpkı Nazım Hikmet gibi ezilenlerden mi yoksa resmi tarih yazımının ezenlerinden mi portre seçeceğine karar vermelidir.
- “İlginçtir ki resmi tarihçiler tarafından siyasi bir figür olarak sunulan Şeyh Bedreddin’in hiçbir eserinde siyasi bir söyleme rastlanmaz. En büyük eseri olarak görülen Varidat’ta bile yalnızca tasavvufi fikirlerini yazmıştır.”
Şeyh Bedreddin’in günümüze kalan tek yazılı eseri Varidat’tır. Bay Tutucu’nun “Bedreddin’in hiçbir eseri” derken Bedreddin’in günümüze kalmayan hangi eserlerine erişme şansı olmuştur? Tutucu’nun bu maddi hatası bir yana, tekrara düşmemek adına yukarıda yer verdiğimiz Varidat’ın siyasi söylemini burada tekrarlamayacağız. Bedreddin’in siyasiliği sadece geriye kalan tek metninde değil, Varidat ile çelişmeyen ve onunla bütünselleşen eylemindedir. Bedreddin’in devrimciliği fikirlerinden ileri gelmez, fikirleri devrimciliğinden ileri gelir. İlginçtir ki Bedreddin’in siyasiliğini diskur analiziyle ölçmek siyasiliği sadece üç-beş yazıdan ibaret sanan Tutucu ile bazı sosyalist yayıncıların aklına gelmektedir!
- “Şunu söyleyebiliriz ki tarihi metinlerde üç kurmaca Şeyh Bedreddin karakteri vardır. Bu karakterin özellikleri de birbirinden farklıdır… Nazım Hikmet 1936’da yayımladığı Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı adlı eserinde kullanmak için asi Bedreddin portresini seçer.”
Bay Tutucu’nun sınırlı tarih bilgisi ile tarihin metinselliği analizine girişmesini anlayışla karşılıyor, “üç farklı kurmaca karakter”in ikisi olarak gördüğü din bilgini ile isyancı “karakterleri”nin nasıl aynı kimlikte bütünleşebileceğini Bedreddin’de anlayamadığı için bir de kendisine Engels’in “Alman Köylü Savaşı” eserini öneriyoruz.
- “Nazım Hikmet bu portreyi kendi ideolojisi içinde ele alarak, aktarmak istediği siyasi söylemin bir aracı haline getirir. Bu açıdan Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin’i saptırılmış tarih nesnesi olarak kullanan isimlerden biri olduğu söylenebilir. Şeyh Bedreddin’in bir sol figür olarak kurgulanmasının sebebi…”
Bedreddin bir sol figür olarak kurgulanmamıştır. Bedreddin ve Bedreddini’ler bugünkü sınıflı toplumun ve sömürünün yerine kolektif bir toplumsal düzeni, ortaklaşa bir toprak mülkiyetini, halklar ve dinler arasında kardeşliği savunur. Bedreddin’in bu düşüncelerinin ilkel bir tür sosyalizm olduğunu görmeyen Bay Tutucu’nun yazısını aylık sosyalist bir dergiye göndermesinde umarız bir yanlışlık yoktur. Bay Tutucu bunlara da inanmıyorsa, bunun bir adım sonrası Bay Tutucu’nun Bedreddin’in hiç yaşamamış olduğuna inanması olacaktır.
- “Ne var ki Nazım Hikmet seçtiği asi Bedreddin portresini o kadar siyasi bir figür olarak tahayyül eder, isyanı da o kadar büyük bir halk hareketi olarak görmek ister ki metinde birçok yönden çatlaklar ve boşluklar oluşur.”
Metinde hangi yönlerden çatlaklar ve boşluklar oluşmuş, Bay Tutucu bu sorunun cevabını okuyucusuna bırakmış; ama sadece katledilen sempatizan sayısının bile 8 bin’e yakın olduğu bir isyanı büyük bir halk hareketi olarak görmemiş. Ne diyelim, Bay Tutucu’nun 2-3 kişilik arkadaş okur kitlesine zeval gelmesin!
- “Eserin ikinci bölümünde şair tarafından yapılan Bedreddin tasvirinde şeyhin boyunun kısa olduğu, gözlerinin çekik olduğu, parmaklarının saz gibi ince olduğu anlatılır. Bu bakımdan Şeyh Bedreddin, 1917 Bolşevik Devrimi’nin lideri Vladimir İlyiç Lenin’in bir karikatürü gibidir.”
Şayet Bay Tutucu’nun niyeti Yoldaş Lenin’i anmak değilse, her sakallıyı dedesi sanmaktan bir an önce vazgeçmelidir!
- “Görüldüğü gibi Şeyh Bedreddin ve ismiyle anılan isyan hakkında çok çeşitli yorumlar vardır. Bedreddin’in isyanda ne şekilde rol oynadığı belirsizdir.”
Amacımız bir kişi ya da lider kültü etrafında dönüp durmak değil ancak yine de Bay Tutucu Bedreddin’in yaşam öyküsüne, eylemlerine, fikirlerine, isyanlara dair ayrıntılı bilgiye yukarıda ulaşabilir.
Varidat’ın önsözünde İsmet Zeki Eyüboğlu’nun da belirttiği gibi;
“Şeyh Bedreddin bir olaydır Anadolu’da, doğumla ölüm arasında geçen süreyi dolduran belli bir kişi değil. Yılların biriktirdiği bir inancın, bir toplum özleminin onun kişiliğinde, çevresinde toplananların giriştikleri eylemlerle, dışa vuruşudur.”
[1] Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’na Yeni Tarihselci Bir Bakış: Farklı Şeyh Bedreddin Portreleri, Mert Tutucu, Ayrıntı Dergi, Kış 2020 s: 111-118
[2] Hafız Halil’in eserinin Şeyh’in idamının ardından öğretisinin yayılmasını engellemek amacıyla ailenin ve müritlerinin baskı altında tutulduğu bir dönemde yazıldığı hatırda tutulmalıdır.
[3] Şeyh Bedreddin / Tasavvuf ve İsyan, Michel Balivet, çev. Ela Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2016
[4] Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar: Şeyh Bedreddin devrimci değil reformatördü – Gazete Duvar Röportajı (https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2018/12/06/prof-dr-ahmet-guner-sayar-seyh-bedreddin-devletciydi/)
[5] Marksist bir tarihçi olan Ernst Werner de Şeyh Bedreddin’i dünya tarihinin en önemli kişilerinden biri olduğunu belirtse de Börklüce Mustafa’yı ve Şeyh Bedreddin’i ayırır. Börklüce Mustafa’nın sınıfsız toplum hedefinin o dönem için başarıya ulaşması olanaksız bir ütopya olduğunu vurgulayan Werner, Şeyh Bedreddin’i ise “bir ıslahatçı (reformcu) ve siyasetçi” olarak gördüğünü ve hedeflerinin çok daha gerçekçi olduğunu vurguluyor.
[6] İdris-i Bitlisi’den akt. Michel Balivet, age
[7] Balard-These’den akt. Michel Balivet, age
[8] Kıvılcımlı’nın bakışına göre Şeyh’in zamanına dek medeniyetler, dıştan gelme barbar akınlarının tarihsel devrimi ile yıkılırlardı. Şeyh’in zamanındaki Aksak Timur akını da o çeşitteki dıştan yıkıcı tarihsel devrimlerin en sonuncusuydu. Sosyal devrim imkânsız olduğu için muazzam bir medeniyetin yıkılışı antika destanlarda “tufan”, dinlerde “kıyamet” adını alıyordu. Şeyh Bedrettin bu şuursuz medeniyet yıkılışları yerine, insanlığın biricik ve sürekli gelişimini sağlayacak şuurlu devrimi, başka deyimle tarihsel devrim yerine sosyal devrimi geçiren en şuurlu ve en orijinal büyük devrimcidir. O bakımdan, sosyal devrimler çağı demek olan modern çağın ilk en önemli müjdecisidir. (Şeyh Bedreddin Tarih-Ütopya-İnsan, Ernst Wener-Hikmet Kıvılcımlı, 2011, Su Yayınevi)
[9] İstanbul’un fethi – Dukas Kroniği 1341-1462, Dukas, Kabalcı Yayınları
[10] Michel Balivet, age
[11] Şeyh Bedreddin/Varidat, İsmail Zeki Eyüboğlu, Derin Yayınları
[12] Eyüboğlu, age
[13] Eyüboğlu, age
[14] 1416 Devrimi’ni devrim olarak ele almamızın nedenleri burada tartışılmayacaktır.
Sıla Çelik
- Bu yazı ilk olarak Komün Dergi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır