Yanan ormanlarda on gün

“Çağımızda doğanın yok edilmesi artık dünyanın başlıca sorunudur… Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, azgelişmiş bir ülkede, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor… Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”

 (Doğanın Öldürülmesi – Yaşar Kemal, 1973

En iyi röportajlarım olarak bahsettiği Bu Diyar Baştanbaşa dizisinin ikinci cildi olan Yanan Ormanlarda Elli Gün’de  Yaşar Kemal,  1950’li yıllarda Antalya ve Muğla’da çık(arıl)an yangınlar üzerine bölge köylüleri ile görüşür. Orman yangınları ekim/biçim  arazisi elde etmek amacıyla sabotajlar yoluyla çıkarılır ve bu bölgeler sonrasında imarlı, ifrazlı tapulu parsellere dönüştürülür. Dönemin orman yangınları “köylü kurnazları”  tarafından çıkarılsa da yangınların müsebbibi ve kazananları,  köylüleri kullanan tarımsal sermaye ve bunun üzerine yükselen Demokrat Parti iktidarıdır.

Devletin ekonomik aygıt olarak kullandığı orman yangınları 1950’ler ve 1980’ler arasında köylü seçmenlere ve tarımsal sermayeye mutlak rant sağlamıştır. Orman yangınlarıyla rant üretimi ve yeniden üretimi 1980’ler itibariyle büyük turizm sermayesine ya da yerel iktidar ilişkilerinin içerisinde ağırlığı olan küçük sermayedarlara dağıtılmıştır. (AKP iktidarıyla birlikte orman yangınlarına bile ihtiyaç duyulmadan büyük maden ve enerji şirketlerine peşkeş çekilmektedir.) Orman yangınlarının ekonomik aygıt olarak kullanılmasının yanında, 1980’lerde yükselen Kürt Özgürlük Mücadelesiyle birlikte orman yangınları Kürdistan’da devletin bir güvenlik aygıtı ve ekolojik aygıtı haline getirilmiştir.[1]

Son on gündür süren orman yangınlarının sebepleri üzerine ise orman ekologları, ekolojistler vs. tarafından henüz yangınlar çıkmadan bile çokça yazıldı. Ekolojik felaketlerin, yıkımın ya da krizlerin ardında kapitalist üretim tarzının olduğu gerçeğini ise bugün artık muhalif,  demokrat, düzen- karşıtı, “solcu”, sosyalist vs. kendini nasıl adlandırıyorsa, inkar eden yok. Parti devletin bu yangınlara müdahale etmeyişinin nedenlerini ve buradan muhalefet karşıtlığı yükseltme çabalarını  görmeyen de yok. Ancak tüm bu kakofoni içerisinde nihilizme sürüklenmeden mücadele etmeye çalışan demokrat kesimler içerisinde yükselen iki “tehlikeli” görüş de mevcut.

Birincisi: Faşizmin, sınıf temelini görmeyen, anti-kapitalist olmadan anti-faşist olanlar. Bu grup, liberal “greenwashing” kampanyalarına minnet ederek sermayenin “kazan-kazan” ateşine daha fazla odun taşımaktadır. Çubuğu bilmeyerek, istemeyerek liberalizme bükenler, faşizmi tüm sınıfsal koşullarından arındırmakta ve sermayeyi temize çıkarmaktadır.

İkincisi: Antikapitalist olup, sermaye devletinin “faşist” biçimini gözardı edenler, görmezden gelenler. Bu kesim de, yangın bölgelerinde yaşayan Kürtlere ellerinde silahla kimlik sorma haddini kendinde bulan kimseleri devletin kolluk kuvvetlerine güvensizlikleri olan, ormanları ve kendi asayişlerini sağlamak isteyen kişiler olarak bir hüsniniyetle karşılamaktadır!  Bu reaksiyonlarda alt sınıfların öz yönetimi hayalini! gören (ya da takiyyeci şovenistler olan)  bu kimselere de Führer ilkesinin uygulamaya koyulduğu faşist devlette, alt sınıfların bu ilkeyi vekaleten nasıl işlettiklerini hatırlatmakta fayda var.


[1] Burada orman yangınlarının yalnızca devlet eliyle çıkarıldığını öne sürmüyorum. Devletin ekonomik ve ekolojik aygıtları olarak kullanılan orman yangınlarından bahsediyorum.

Meral Alankuş