Geçtiğimiz günlerde marksizmbibliyotegi.org sitesinde Salih Gündoğdu imzasını taşıyan “Sol Kemalizmin Suskunluğu Üzerine Tespitler” başlıklı dikkat çekici bir yazı yayımlandı.[1]
Yazı, son günlerde yaşanan Sedat Peker hadisesini ayna olarak kullanarak, Sol Kemalizmin geldiği noktayı sorunsallaştırıyor, ihtimalleri ele alıyor.
Yazı oldukça doğru bir şüpheyle meseleye giriyor. Peker’in “solda” en yoğun etki altında bıraktığı kesimin bugün Oda TV ve İsmail Saymaz gibi figürlerde cisimleşen Sol Kemalistler olduğunu söylüyor. Bu vakanın sebebini, Sol Kemalizmin bir devlet ideolojisi olması hasebi ile devlet içi kavgaya duyduğu ilgi olarak tespit ediyor. Salih Gündoğdu arkadaşın girdiği doğru tartışmada ilk ciddi eksen kayması bu noktada başlıyor.
Yanlış anlamıyorsak sosyalist kişi ve kurumları koruma kaygısı, hakikati bir miktar tahrif etmeye yol açıyor. Zira sadece Sol Kemalistler değil, bir bütün hâlinde küçük burjuva ideolojisinin etkisi altındaki kesimler “bir umut” yüzlerini Peker’e dönmüş vaziyetteler. Hatta video çekimlerinin durup mecranın Twitter platformuna kayması, bu durumu pekiştirmiş olmalı. Fuat Avni olayında sosyalist kurumların tutumunu, örneğin Birgün gazetesinin Fuat Avni alıntılı manşetlerini hatırlayalım. Bu noktada Oda TV’nin, İsmail Saymaz ve benzerlerinin sosyalist kişi ve kurumlarla ünsiyeti, bu kişi ve kurumların gündeminde tuttukları yerin genişliği, gözden kaçmamalı.
Gelinen noktada ağırlıklı olarak okumuş-aydın (akademisyen, avukat, doktor, memur, çevirmen vs. küçük burjuvazinin sol kanadı diyelim) kesimin bir temsiliyet alanı hâline gelmeye meyleden sosyalist kurumların zihin dünyası ile Sol Kemalizm arasına mesafe koyma çabası üzerine bir daha düşünülmeli.
Bu çaba, maalesef yazıyı daraltmış gözüküyor. Örneğin yazıda, Sol Parti veya “Mustafa Kemal olmasaydı, işler karışırdı, tahmin edilemeyecek kadar karışırdı”[2] diyerek devrim korkusunu dillendiren, Sovyetlerin Anadolu’ya müdahalesinden ürperen Kemal Okuyan’ın partisi dahi Sol Kemalist çerçevenin dışına konmuştur. Hâl böyle olunca Sol Kemalizm denen akım, birtakım gazeteci ve milletvekilinin üzerinden tariflenmeye çalışılmıştır. Böylelikle doğru biçimde ifade edilen “devletçi ideolojiyi benimseme, devletli olma” tespitleri, boşluğa fırlatılmaktadır. Bu durumda yazı, Sol Kemalizmin güncel temsiliyetini, mecburen AKP-MHP gerilimine kadar götürmek zorunda kalmıştır.
Düğmeyi yukarıda yanlış bağlayan S. Gündoğdu, yanlış ilmeklerle devam ediyor. Sol Kemalizmin doğumuna odaklanılan satırlarda, “milli mücadelenin yıllarından beri var olmuş bir akım[ın]” “Bolşevizmi tehlike görerek örgütlendiği” ifade edilerek, âdeta müstakil bir siyasi cereyandan bahsediliyor. Hâlbuki resmi TKP’den Kadro dergisine kadar tüm Sol Kemalist teşebbüsler, birer devlet taktiği olarak ortaya atılmış ve işlevini yerine getirdikten sonra “bir günde” emir ile geri çekilmişlerdir. Bugün bunlar ifşa olmuş meselelerdir.
Türk devlet geleneğinin en yetkin sahalarından birisi denge politikası olup, Osmanlıcılık (Tanzimat devri), İslamcılık (II. Abdulhamid devri), Türkçülük (İttihat ve Terakki devri) ve devamında Devletçilik (1930’a kadar Cumhuriyet devri), Yeniden Türkçülük (1941-1944 arası), Demokratlık (1946-1951 arası), Atatürkçülük (1960-2002) vs. birer dış konjonktür aparatıdır. Bunlar devrine göre Rusya, İngiltere, Almanya vs. sömürücü ve devamında emperyalizmleri ile kurulan ilişkinin araçlarıdır.
Devlet esasında ne Türkçüdür ne İslamcı.[3] Sol Kemalizm de iki dönem (1920 resmi TKP’nin kuruluşu-1934 Kadro dergisinin kapatılması devresi ile 1960 27 Mayıs ihtilali-1971 12 Mart Muhtırası) aparatının bir uzvudur. Bu süreçlerin hangi kadrolarla, hangi günlerde, nasıl örgütlendiği bilinmektedir.
Yazıda yer alan “Şimdilerdeyse bu akım tarihinin en pespaye günlerini yaşamaktadır. İdeolojik olarak eskisinden de beter ham, yetersiz ve çağın gerisinde kalmış statükocu bir görüntü vermektedir. Kitlelerde yankı bulan özelliklerinin solla ilgili olanlarını sosyalizme, Kemalizmle ilgili olanlarını ise MHP’ye kaptırmış durumdadır.” tespiti baş üstü durmaktadır.
Maalesef sosyalistler bugün, kitlelerinin ve duruşlarının önemlice bir kısmını Sol Kemalizme kaptırmış vaziyettedir. Bu meselede koçbaşı görevini laiklik siyaseti yapmıştır. MHP ile ilişki ise Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da İmamoğlu-İyi Parti ittifakı örneklerinde daha vahim noktalara varmıştır. Kaldı ki Devlet de durumu uzun zamandır böyle değerlendirmektedir.[4]
Emekli asker bildirisinin ele alınış biçimi de sorunludur. Devleti ve geleneğini hesap etmeyen bir akıl yürütme ile emekli amiraller bildirisine karşı Sol Kemalistlerin sessizliği, yanlış okunmuştur. Askeriyede, istihbaratta, dışişlerinde “emeklilik” bir mevzi değiştirme işidir. Cephe aynıdır. Emekli asker, rütbesine göre, apartman yöneticisi, tarikat müfettişi, dış politika aracısı[5] vb. işlerde yerini alır. Amirallerin yaptığı iş, büyük ihtimalle (detayına vakıf olmamız mümkün değildir), en azından bildiri yazımına liderlik eden (veya tahrik eden her ne ise) ekibin Devlet koordinesinde, Montrö/Kanal İstanbul pazarlığını ABD ve Rusya müşterilerine karşı kızıştırma girişimidir. Sol kemalistlerin durumun nezaketine uygun davrandıklarını düşünmek, tarihsel diyalektik materyalist çözümlemeye daha uygun düşmez mi?
Yazının bir diğer değerli yanı, 2007 yılını ve Cumhuriyet mitinglerini kilit bir noktaya koymasıdır. Ancak bu değerli girişim de diyalektik tarihsel okumadan imtina edildiği için heba edilmiştir. 2007, Sol Kemalistlerin kitlelerle iş tutması açısından “bir ilk” sayılmış, 27 Mayıs’a neden “ihtilal” sıfatının verildiği unutulmuştur. Esasen “2007 yılı Cumhuriyet Mitingleri, bir yönüyle AKP’nin çevrelenmesiyle ilgilidir.”[6] Cumhuriyet mitingleri ve devamında kapatma davası ile, Kadro dergisinin çıkışı veya Halkevlerinin kuruluşu arasındaki taktiksel sürekliliği görmemek hata olmuştur.
“[Recep] Peker’in genel sekreterliğe gelişi ile il başkanlıklarının kuruluşu ve genel merkezden atama yetkisinin düzenlenmesi peş peşedir (1931). Devlet’in merkezi denetimde tutma taktiğinin anlık bir karar eseri olmadığını, hazırlık yapıldığını görüyoruz. 1936’da Peker’in görevden alınışını 1931’de getirilen, merkezden atama yetkisi kullanılarak, il valilerinin il başkanı olarak atanması takip etmiştir. Neticede, 1936-1939 yılları arasında CHP delegeleri il başkanı seçemez hâldedir, il başkanlıkları merkezden atama ile valilere bağlanmıştır. Taban-yönetim ilişkisi dağıtılmıştır.”[7]
1931 yılındaki bu gelişmeyi 1932 yılında Türk Ocakları’nın yerini Halkevleri’nin alması veya aynı yıl Kadro dergisinin yayın hayatına başlaması ile ilgisiz görebilir miyiz? Devlet, nasıl bir zamanlar o dönem için tahammül etmesi mümkün olmayan, belirli bir faşizm eğilimi içerisine giren CHP’ye çöktü ise benzer taktiklerle AKP’ye de çökmüştür. 1932 yılının ve devamının karşılığı, 2007 yılı ve devamıdır.
Yazıda yer alan Gezi’nin Sol Kemalistlere darbe vurduğu iddiası, bir momenti tanımlasaydı doğru kabul edilebilirdi, ancak “Gazdan Adam Festivali” rezaletiyle başlayan, üst üste seçim sandıkları gözetmenliği vb. faaliyetlerle gelişen süreç, son olarak İmamoğlu/Mansur Yavaş seçim ittifakı ile birlikte, Gezi’yi mezara sokmuştur.[8] Burada Sol Kemalizm, darbelenmek bir yana darbeleyen konumdadır. Bugün (yazıda temsiliyet atfedilen) Oda TV, Merdan Yanardağ gibi kurum ve isimlerin İyi Parti, İmamoğlu ve Yavaş’la kurdukları canciğer ilişki, aydınlatıcı değil mi?
Yine yazı, değerli bir tespitle devam etmektedir. Bir zamanlar sokakta Sol Kemalistlerin elinde olan Türk bayrağının 2016 yılından itibaren el değiştirdiğine yapılan vurgu önemlidir, ancak altı doldurulamamıştır. Burada mesele, Devletin kendisini tamamlamasıyla, kanatlarını birlikte çırpmayı öğrenmesiyle ilgilidir. Bu meselenin detaylandırılmasını, başka bir yazıya bırakıyoruz. Bu noktada sol tandanslı herhangi bir şeye daha az ihtiyaç kaldığı doğrudur.
Yazının başında yanlış düğme bağlanması, sonuna gelindiğinde neticesini vermiştir. Müstakil bir ideolojik akım olarak ortaya çıktığı ve davrandığı varsayılan Sol Kemalizm için tahayyül edilen gelecek bu varsayımın ürünü olsa gerek:
“Sol Kemalizmin tıpkı 2007’deki gibi halk sınıflarına gitmekten, bunu bir kez daha denemekten başka çaresi yoktur. Bu yönelimin biçimi eskisi gibi mitingler ve yürüyüşler vasıtasıyla olmayabilir; ama mutlaka halk sınıfları ile askerlere, bürokrasiye ve Millet İttifakı’nın örgütlerine aynı anda değmeyi başarabilen bir formatta olacaktır.”[9]
Şöyle düşünmek daha doğru olmaz mı: Düzen siyaseti sıkışırsa veya AKP zıvanadan çıkarsa, ihtimaldir ki Sol Kemalizm, Devlet adına olaya el atacaktır, zira hayata gözlerini böyle açmıştır, zaman içinde bu deneyimini geliştirmiştir. Bu işlevi, işlevin örgütlenme biçimini ve bu “akımın” sosyalist yapıların bünyesinde tuttuğu yeri görmezden geldiği için yazı temelde sorunludur.
Bu vesile ile marksizmbibliyotegi.org sitesine yayın hayatında başarılar diler, halkın haklı davasına güç ve nefes olmasını temenni ederiz.
Saygı ve selam ile…
Tevfik Atmaca – 3 Temmuz 2021
Dipnotlar
[1] Salih Gündoğdu, “Sol Kemalizmin Suskunluğu Üzerine Tespitler”, 30 Haziran 2021, MB.
[2] Kemal Okuyan, “Mustafa Kemal Olmasaydı”, 9 Kasım 2018, Sol.
[3] “Büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar görünenlerden değiliz. (Geçmişte) Büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını çektik. Biz, panislamizm yapmadık. Belki ‘yapıyoruz, yapacağız’ dedik. Panturanizm yapmadık ‘yaparız, yapıyoruz’ dedik. Bütün dünya üzerimize geldi.” M. Kemal Atatürk, TBMM Konuşması 1921; “Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve gelişmesine çalışmak. […] Belirsiz amaçlar peşinde milleti meşgul ve rahatsız etmemek. […] Medeni dünyadan insanî davranış ve karşılıklı dostluk beklemek. […]” M. Kemal Atatürk, TBMM Konuşması 1927.
[4] Ergenekon belgelerinde Veli Küçük’ün bilgi notlarından bir bölüm: “Yakın tarihin en radikal sol örgütleri Kemalist olmuştur.”
[5] “28 Şubatçı, Laikçi” Çevik Bir’in “emeklilik dönemi” faaliyetine örnek: Çevik Bir ve Martin Sherman, “Türkiye Artı İsrail”, Güz 2002, İştirakî; Türk-İsrail ortak çalışması ürünü yazının yayımlandığı 2002 yılı, “şeriatçı” AKP’nin İsrail ile üst düzey siyasi ilişki geliştireceği yılların başlangıcıdır. Planlama ve koordinasyonda daha önce de pek çok ortak anlaşmada imzası bulunan Çevik Bir’in de olduğu şüphesizdir. Çevik Bir’in emeklilik dönemi mevziisine geçiş vizesi için bkz: “Bir’e, ödülü, ‘Ulusal Güvenlik İşleri Musevi Enstitüsü’ (JİNSA) tarafından Washington’da düzenlenecek bir törende sunulacak. İki ayrı Kongre üyesinin de ödüllendirileceği tören, 25 Ekim günü gerçekleştirilecek. Çeşitli kaynaklar, Çevik Bir’e, ödülün, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerinin güçlendirilmesinde ve Türkiye’nin ‘çok hassas’ bir döneminde kritik adımların öncülüğünü yaparak oynadığı rollerden dolayı verileceğini ifade ettiler.” Musevi Enstitüsü’nden Bir’e liderlik ödülü, 09.10.1999, Hürriyet.
[6] Onur Şahinkaya, “2007’de Ne Oldu?”, 10 Haziran 2020, İştirakî.
[7] Onur Şahinkaya, a.g.m.
[8] “Akşener Meclis kürsüsünden demokratik kurumlar demokratik baskı gruplarıdır, bu nedenle de korunmalı ve geliştirilmelidir, benim ağzım açık kaldı […] gerek 7 Haziran’da gerekse de daha sonra o sandığa sarılan, ondan önce hiçbir şekilde temsili demokrasi meselelerine ilgi göstermeyen on milyonlarca insanın kendi kaderine sahip çıkma iradesi göstermesinde Gezi’nin çok önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum.” Can Atalay, 4 Haziran 2021, 5. Boyut Programı, Sunucu: Merdan Yanardağ, Youtube.
[9] Salih Gündoğdu, a.g.m.
Kaynak: https://istiraki.blogspot.com/2021/07/sol-kemalizm.html